57. BÖLÜM

301 50 71
                                    

—Anneee dışarıya baksana korna çalan siyah bir araba mı?
—Eveeettt.
—Off beni almaya geldiler geç kaldım.
—Bir kere şu zamanlamanı doğru yapsan da şaşırtsan bizi.
—Dur anne yaa, uçak inecek birazdan. Neyse ben çıkıyorum.
—Akşama gelir misiniz ona göre hazırlık yapayım?
—Bilmiyorum Barış'a sorar haber ederim.
—Tamam.
            Apar topar Barış'ın kuzenlerinin arabasına bindim. Arkada yerime oturup başımı cama yasladım. Askerimizi havaalanından karşılamaya gidiyoruz. Ailesinin bugün geleceğinden haberi yok, sürpriz olacak. Günlerdir bunu planlıyor. İzinlerini kullanmadığı için normalde gelmesi gereken tarihten 20 gün erken dönüyor. Bu durumu fırsata çevirip ailesini mutlu etmek istedi. Bize de desteklemek kaldı. Ne hayallerle ne ümitlerle yolladım onu askere. Barış gidecek ve aramızdaki olmayan şeyleri farkedecek, ben burada bir şeyleri değiştireceğim ve Barış'ı hayatımdan çıkaracağım. İkisi de olmayınca işi Allaha bırakıp belki dönemez diye bekledim içten içe. O da olmadı. Korka korka ama yapacak da hiçbir şeyim olmadan sona doğru gidiyorum.
Şuan Aslan'ın bir ay önce beni terkettiği o sahilin yanından geçiyoruz, değişmemiş içimdeki acı, oradaki halim gözümün önüne gelince hala bıçak gibi saplanıyor kalbime. Zaman ilaç olur demişti Onur ama bu acının zamansal karşılığı yok bende. Ama çabalıyorum, unutmak mümkün değil biliyorum ama daha az düşünmek mümkün. O yüzden koşturup duruyorum bir aydır. Okula gidiyorum. Oradan çıkıyorum spora gidiyorum, eve geliyorum geç saatlere kadar tv karşısında annemlerin yanında oturuyorum, alışveriş yapıyoruz, Ezgi ile geziyorum, kitap okuyorum. Haftasonları kursa gidiyorum. Ki geçen hafta bitti. Şimdi Cansu ile görüşebilmek için planlar yapıyoruz. Gece yatağa girdiğimde o kadar yorgun oluyorum ki hızla uyuyorum ve bu günün de bittiğine dualar ediyorum. Tabi bazen öyle anlar oluyor ki ne yapacağımı şaşırıyorum. Merkezde gördüğüm birisini ona benzettiğimde, birlikteyken söylediğimiz bir şarkı bir anda bir yerde çalmaya başlayınca, beraber gittiğimiz kafelerin önünden geçtiğimde, onun parfümünü kullanan birisi yanımdan hızla geçtiğinde ve her daim saatime baktığımda içimde öyle derin bir acı oluşuyor ki hiii diye içimi çekiyorum, özlemim tüm hücrelerimde hissediliyor, sonra yanan canımla ağladığımı farkediyorum. Onu gördüğümü zannettiğimde heyecanlanan kalbimi sakinleştirmek için bir köşe çekilip bekliyorum. Öl artık kuş... O bir daha dönmeyecek...
Bu sürede ondan hiç haber almadım. Ne yapıyor, ne düşünüyor bilmiyorum. İş olayı olmazsa bu ay askerliği düşünecekti. Belki benden daha iyi uzaklaşmış olmak için gider, bilemiyorum. Cansu bu ilişkide benim yanımda. Aslan'a çok kızgın. Bir süre başka bir iş var bu işte diyerek kendince araştırmalar yaptı. Ama sonuçsuz kalınca Aslan'ı ne görmek ne de duymak istedi. İletişimini kesti. Yaman hala görüşüyormuş, ama Cansu' nun duygularını bildiği için bahsetmiyor. Ben Cansu'ya dahi itiraf edemesem de kafamda kurduğum planıma sadık kalmak istedim. Gideyim bulduğum eve yerleşeyim. Sonra nasılsa Aslan gelir dedim. Bu yüzden ayrılığımızın ilk haftalarında Aslan'a mesajlar atmayı sürdürdüm. Onu çok istediğimi ve her şeyin güzel olacağına dair olan inancımı kaybetmediğimi belirttim. Düşünme sürecinde olduğu gibi hiçbirine yanıt gelmedi. Her geçen gün o inancımı kaybettim. Ve ben artık boşverdim. Aslan yoksa hiçbir şeyin önemi yok. Çünkü gücüm yok. Tüm enerjimi onun varlığından alıyordum, tüm destek elimi tuttuğunda bedenime yayılan sıcaklığındaydı. Şimdi onlar yoksa ben Barış'la evlenmişim, yalnız yaşamışım hiiç umurumda değil. Her türlü ölüden farksızım...
Alana geldiğimizde uçak inmişti ama kapılar açılmamıştı. Yetişebildiğimize seviniyordu akrabaları. Ben de içimi yokladım, seviniyor musun Eylem, bak nişanlın askerden dönüyor dedim? Sesini çıkarmadı. Ne bir heyecan, ne bir üzüntü. Öyle boş. Duygusuz, hissiz, bomboş... Tabi dışarıdan görünen öyle değil. Elimden geldiğince heyecanlıymış gibi rol yapıyorum. Sabırsızlanıyor gibi hareketlerde bulunuyorum. Çünkü sürekli gözleri üzerimde. Aşk dolu bir çiftin kavuşma anına şahit olacaklar diye merakla bekliyorlar. Sözlerinden ve bakışlarından o kadar belli ki. Bende uyum sağlamaya çalışıyorum. Biraz sonra içerinden çıkan insanların yüzlerini taramaya başladık. Ve sonunda Barış elinde minicik bir valizle kapıdan çıktı. Kuzenleri gereksiz tezerruatlarını ederken benim aksime özlemle dolu olan Barış bana sıkıca sarıldı. Ben en son ne zaman birisine sarılmıştım, ne oluyor bana, kahretsin içimdeki bu his de neyin nesi, çaresizlik içinde sıkışan kalbim nefes almama müsade etmiyor, boğazımda oluşan kocaman yumru yutkunamıyorum, neden ağlıyorum? Geri çekilip yüzüme baktığında beni böyle görmemesi için başımı eğdim.
—Bitanem tamam ağlama, bak bitti işte. Kavuştuk artık.
          İçimde birikmiş olan ağlama isteğimi bastırıp gülümsemeye çalıştım.
—Hoş geldin.
—Hoş buldum..
            Barış kuzenleriyle sarılırken ben içimden canlı şarkılar söyleyerek kendimi kandırmaya çalıştım. Ama gözlerim hala boşalmak için doluyor. Söylediğim en aptalca şarkı bile boğazımdaki yumruyu geçirmiyor. Şöyle bir yürüsem diyorum, tek başıma ilerlesem toparlarım belki ama nasıl gideyim. Sakin ol Eylem, şimdi değil Eylem, sabret Eylem, lanet olası sabır kelimesinden de bıktım. Offf dur dur yükselme hemen. Sen güçlüsün. Yapabilirsin. Bak herkes ne kadar mutlu. Katıl onlara. İzin ver sana bulaştırsınlar mutluluklarını.
—Yenge gözün aydın, gülsün yüzün artık.
—Siz bana bakmayın, ben çocuk gibi her duygumu ağlayarak ifade edebiliyorum. Yoksa çok şükür tabiki de.
—Olsun yenge zamanla çözeriz huylarını.
          Ona ne şüphe! Arabaya bindik. Barış yanımda elimi sıkıca tutuyor, mutluluktan gözleri ışıl ışıl. Ben camdan yüzüme çarpan rüzgar ile toparlanmaya devam ediyorum. Barış'ın evine geldiğimizde önce kuzenleri çıkıp kapıyı açık bıraktılar. Biz açık kapıdan içeriye girip sıradan ev yaşantılarında olan anne ve babasının karşısına çıktık. Oluşan sevinç çığlıkları, sarılmalar, mutluluk gözyaşları, habersiz gelmesinin tatlı sitemleri falan... Hazırlanan kahvaltı sofrasında hep birlikte çaylar içildi. Kendimi kaptırmaya çalıştığım doğal bir hayat, ama aklımdan çıkmayan tek bir şey var! Suturuyorum...
           Diğer akrabalarını da ziyaret etmesi gerektiği söylenince herkes toparlandı. Ben eşlik etmek istemediğimi en kibar halimle söyledim. Akşama nasılsa bize gelip annemle babamı ziyaret edecek. O zaman tekrar görüşürüz. Kendimi eve bıraktırınca rahatladım. Rol yapmanın ağır yükü altında eziliyordum. Odama çıkıp bir süre kendim olmak istedim. Ezgi yanıma gelip balkonda karşıma oturdu. Neler oluyor anlamında göz kırptı. Bende konuşmak istemediğim için omuz silktim.
—40 gün sonra düğünün var.
—Hatırlatma için sağol, ama aklımda.
—Gelinliğin tamamlandı mı?
—Hemen hemen, bir sonraki provaya beraber gideriz görürsün.
—Olur merak ediyorum. Eşya baktın mı hiç? Yani aklında bir şey var mı?
—Bakmadım, mağazaya girer beğeniriz.
—Sen de haklısın zor beğenen biri değilsin. Aklında da bir şeyler varsa hızla alırsın.
—Ezgi eşyadan bahsedecek havamda değilim.
—Hangi havadaysan ondan konuşalım.
—Konuşmak iyi gelemeyecek bana.
—Gerginsin?
—Evet
—Streslisin
—Evet
—Mutsuzsun?
—......
—Yapma ama, susmak seni daha iyi yapmayacak.
—Konuşsam ne olacak? Denemedim mi? Denedim. Bir şey oldu mu? Olmadı. Yine olmayacak.
—Çok karamsarsın.
—Hayat dolu olmak için sebebim yok.
—Tamam o zaman gidiyorum. Seni sessizliğinle başbaşa bırakıyorum.
—İyi edersin.
          Nisan ayının ılık rüzgarı içime içime esiyor. Bahar aylarının insanın içini dolduran şenlikli halleri beni kızdırıyor. Geçen yıl bu zamanlarda Aslan'la olan ilişkimi öğrenmişlerdi. Yine korkunç şeyler yaşamıştım. Şimdi aynı zamanda yine yok. Seneye bu zamanda yine olmayacak. Ve sonraki zamanlarda da.. Yokluğu mu içimi yakıyor, bir yerlerde bensiz yaşayabiliyor oluşu mu, onca yaşadığımız güzel anıların sadece hatıra kalışı mı? Neyi yanlış yaptım diye kendimi sorgulamaktan yoruldum. Benim yüzümden mi bitti yani diyorum. Birlikte katlanmıştık her acıya. Birlikte sarmıştık yaralarımızı. Saatimi çıkarıp arkasındaki resmimize baktım. Nasıl da gülümsüyoruz. O an da zaman duramaz mıydı? Ya da zaman hep aynı anda akamaz mıydı? Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Kendimi anılarımdan oluşan o yolculuğa bıraktım. Bir aydır kaçtığım her güzellik Barış'ın gelerek içimde ortaya çıkardığı duyguyla aklıma geldi. Ne güzelmiş hepsi... miş... geçmiş...
          Daha fazla düşünüp mesaj atmak gibi bir aptallığa düşmemek için kalkıp aşağıya indim ve annemin Barış gelecek hazırlıklarına yardım ettim. Bütün bir akşamı düğün hazırlıklarını nasıl hızlandıracağımız konusuyla geçirdik. Önce ev tutulacak -Ki nereden tutmamız gerektiği uzun bir tartışma konusuydu-, sonra mobilyalar beğenilecek, sonra perdeler beğenilecek ölçüler alınacak, aldığımız beyaz eşyalar gidecek, düğüne bir hafta kala çeyiz evden çıkacak ve ev yerleştirilecek. Birde kına gecesi saçmalığı var. Ona hala mekan bakılmadı o da bakılacak. Seviniyordum bunlara. Çünkü baya yoğun olacağım ve yine düşünmeyeceğim onu. Benim içimdeki polyanna böyle çalışıyor.
          Hiç vakit kaybetmeden ev bakmaya başladık. Okul çıkışlarımda ve haftasonu olmak kaydıyla devamlı olarak dolanıyorduk. Ben hepsine ev işte yaa gözüyle bakıyordum ama Barış bey kılı kırk yarıyordu. Birinin kirası, birinin yolu, birinin malzemesi, birinin boyutları, birinin manzarası, birinin ev sahibi... Her şeye sorun gözüyle bakıyordu. Ben yorum yapmayı bıraktım. Zaten içimden de gelmiyor. Çünkü içimde hep bir sıkıntı hali var. Önümde kocaman bir çukur varmış da ben göz göre göre ona doğru ilerliyormuşum gibi. Hata yapıyorum hissi hep içimde. Ama bastırmaya çalışıyorum. Görmezden geliyorum. Yok sayıyorum. En sonunda bir türlü beceremediğimiz ev bakma işine Esma Ablam el attı. Ve Barış'ın sorun gördüğü şeyleri bertaraf ederek bir daireye karar verildi. Hemen kaporalar verildi, anahtarlar alındı. Esma Ablam 'oyalanmadan eşya bakalım zaman az' diyerek evden bizi çıkarttı. Geri dönüp boş daireye şöyle bir baktım 'bu evde Barış'la yaşamak?' Kalbimden çıkarılmamış o bıçak bu düşünceyle biraz daha oydu kalbimi. Hafiflettiğimi düşündüğüm o acının sebebi kalbimden aklıma doğru ilerledi. Arabanın içinde mobilyacılara doğru ilerlerken ablamla Barış neyin nasıl yapılacağına dair konuşuyordu. Ben her zamanki gibi hiçbir düzene karışmıyordum. Aklıma gelen Aslan'ın yokluğu ile arka tarafta için için ağlıyordum. Neyseki ablam mobilya deneyimlerinden yola çıkarak, ikna edici tavrını da kullanarak hızlı bir alışveriş yaptırdı. Bunu da atlatmıştık.
Artık işler zamana bırakıldı. Mobilyaların yapılıp eve girmesi yerleştirmesi falan. İki üç hafta süren koşuşturma bitti. Tek bitmeyen şey içimdeki sıkıntılı hal. Hani kötü bir şey olacağı zaman içinde bir his olur ya. Daralırsın duramazsın hiçbir yerde. Hep bir içim sıkılıyor bir şey olacak dersin. Barış askerden geldiğinden beri öyleyim. O kadar sıkılıyorum ki. Ve bu sıkıntı düğün yaklaştıkça artıyor. Boğulacak gibi oluyorum. Artık ne kadar gülümsemeye çalışsam da yüzümden de anlaşılır olmuştu. Okul sonrası bir şeyler içmek için kafeye geldik Barış'la. Barış en neşeli halini takınarak bir şeyler anlatıyordu. Bende dinler gibi yapıyor ama onu asla duymuyordum. Devamlı olarak derin derin nefes alıyordum. Sonra biranda konuşmasını kesti. Gözümün içine baktı.
—Çok mu yoruldun bugün?
—Hayır.
—O zaman canın sıkılmış senin?
—Bilmem belki.
—Ne oldu neyin var?
          Birilerinin bana neyin var diye sorması içimde nedensiz ağlama isteğini arttırdı. Haftalardır taşıdığım sıkıntı tam burada bitecekmiş gibi hissettim. Büyük bir yanlışa koşuyordum, ben bu hatayı yapmamalıyım.
—Barış benim söylemem gereken bir şey var.
—Dinliyorum.
—Ben, yapamayacağım galiba.
—Anlamadım neyi yapamayacaksın?
—Ben evlenemeyeceğim, yapamayacağım. Olmuyor çünkü. İçim çok huzursuz.
          Barış'ın az evvelki neşesi uçup gitmişti. Yüzü asıldı. Duyduğu şeyi idrak etmeye çalışıyordu. Ben de ağlamamak için dudaklarımı sıkıyor, masada duran peteçeteyle oynuyordum. Ama o kadar zor ki.
—Birisi mi var?
          Başımı kaldırıp Barış'ın gözlerinin içine baktım. Başımı sağa sola salladım.
—Hayır yok, kimse yok.
          Barış'a sustum. Ama içim konuşmaya devam ediyordu. Sen varsın diye yok. Sen hayatımdasın diye yok. Gitti benden. O çok sevdiğim huzurum gitti. Daha fazla kendimi bastıramayıp ağlamaya başladım. Barış uzanıp elimi tuttu.
—Eylem, bana bak Eylem.
           Başımı kaldırıp baktım. Masaya eğilip fısıldar gibi konuştu.
—Ben bunu kabul edemem, bu evlilik olacak. O kadar!
            Ağlayan gözlerim duyduklarım karşısında iyice gerilip açıldı. Elimi hızla çektim.
—Ne diyorsun sen?
—Söyleyeceğimi söyledim. Hadi eve bırakayım seni.
           Ben artık ne yapacağımı şaşırmıştım. Ama başladım bir kere ikna olabilirdi.
—Bak Barış, ben hiçbir zaman bunu istemedim. Annem beni seninle evlenmeye zorladı. Üzerimde baskı kurdu. Tehdit etti. Ben nişanı atmak istedim ağladı söylendi. Doktora gönderdi. Anlıyor musun? Yani bu bendeki basit bir düğün öncesi gerginliği falan değil. Ben başından beri seni istemedim.
—Hadi bitanem eve gidelim. Yarın görüşürüz tekrar.
—Barış?
—Tamam Eylem hadi.
          Aynı suratsızlığımla ayağa kalktım. Barış hiçbir şey olmamış gibi beni eve bırakıp gitti. Atamadığım iç sıkıntım daha da büyüyerek odama çekildim. Küçük çocuklar annelerinden dayak yediğinde yine anne diye ağlarlar. Ben Aslan tarafından terk edildim ama Aslan diye ağlıyorum. Tam da şuan yanımda olmalıydı. Tam da şuan elimden tutmalıydı. Ona sarılmaya öyle ihtiyacım var ki. Biz böyle hayal etmemiştik. Ağlayarak uyuduğum bir gecem daha oldu. Ertesi gün Barış'la tekrar görüştük. Aynı suratsızlığım devam ediyordu. Onda yine neşeli bir tavır.
—İyi misin Eylem, moralin bozuk gibi?
            İnanamayan gözlerle ona baktım. Şaka yapıyor olmalıydı. Nasıl tekrar bunu sorabiliyor?
—Dün konuştuk ya.
—Neyi?
—Dalga mı geçiyorsun benimle?
—Dün bir şey konuşmadık seninle Eylem. Ne oldu?
—Yok beni delirtmeye çalışıyorsun. Tabi başka bir şey değil bu yaptığın.
—Anlayamıyorum seni.
—Anlatayım o zaman bu suratın, bu moralin sebebi sensin?
—Ben ne yaptım şimdi?
—Sen sebep oldun. Her sabah mutsuz uyanmama. Güneşi görmek varken karanlıktan yana bakmama. Güne başlamak için bir sebebimin olmamasına, hayallerimin, yaşama sevincimin yok olmasına sen sebep oldun.
          Sustum, bekledim. Barış bir şey söylemeyince devam ettim.
—Şimdi böyle konuşuyorum ama ne olacak biliyor musun? Hiçbir şey! Yarına kendim için yine hiçbir şey yapmayacağım bir güne uyanacağım. Bu benim lanetim...
—Ben sadece sevdim Eylem. Seni hep çok sevdim, seviyorum da. İnan bana bu hiç değişmeyecek. Seni sevmekten vazgeçmeyeceğim. Mutlu olacağız. İnan bana.
Yine ağlamaya başladım.
—Gitmek istiyorum.
—Tamam eve bırakayım seni.
Eve geldik. Ben yine Aslan diyerek ağladım. Ben anlayamıyordum. Bir erkek istenmediği halde nasıl böyle davranabilir. Nasıl bu kadar gurursuz olabilir. Hasta mıdır acaba? Kesin bir şey var. Ayağa kalkıp bilgisayarı açtım. Şizofrenden başlayarak bir çok hastalığı okudum. Tanılardan hangisi uyuyor Barış'a araştırdım. Normal olması mümkün değil. Bir saatlik araştırma üzerine boynumu avuştururak başımı ekrandan kaldırdım. Hayretle mırıldandım: Obsesif kompülsif... Barış bana takıntılı bir şekilde aşık. Tüm belirtiler uyuyor. Sebepleri de uyuyor, sonuçları da. Ne olacak şimdi, kimse bana inanmaz ki. Evlenmemek için bahane arıyorum sanacaklar. Ne olacak? Lanet olsun. Doktora gitmeli. İkna edebilir miyim? Çok az zaman kaldı. Ederim belki de. Evet evet ederim. Allahım yalvarırım yardım et. Kurtar beni. Beni kurtar...
            Ertesi gün beni anlayıp yardım edebilecek tek bir kişiyle görüştüm. Cansu.. Evine gittim. Artık son ayındaydı. Ve iyice ağırlaşmıştı. Pek fazla evden çıkmıyordu.
—Cansu ne çok alışmışım her haftasonu seni görmeye. Özlüyorum ha.
—İnanır mısın ben de. Evde durmak çok sıkıcı.
—Ararsın bu günlerini.
—Yok bee kızımla beraber sıkılırız evde.
—Zannetmiyorum, senin gibi annesi olan çocuk sıkılır mı?
—İnşallah öyle bir anne olurum. Bilemiyorum ki.
—Beterini yaşıyorum, bence olursun.
—Nasıl gidiyor hazırlıklar?
—Berbat. Yani çok iyi. Her şey sorunsuz ilerledi. Haftasonu evi yerleştirmeye gideceğiz. Bir kaç gün sonra da kına gecesi var. Sonra da işte..
—Berbat olan nedir?
—Ben. Ben Barış'a evlenmek istemediğimi söyledim.
—Şaka!
—Söyledim.
—Eeee bozdunuz yani işi. İnanamıyorum Eylem. Süper oldu.
—Bozmadık.
—Nasıl yani?
—Barış söylediklerimi duymadı. Yani duydu da anlamadı. Anladı da anlamamazlıktan geldi.
—Ne diyorsun Eylem bir şey anlamadım?
—Ben Barış'a onu istemediğimi söyledim, annemlerim baskısıyla sustuğumu söyledim. Evlenmek istemiyorum dedim. Oda bana bu düğün olacak dedi. Sonra da bu konu hiç konuşulmamış gibi davranmaya başladı. Cansu bu normal mi?
—Değil, hiç değil...Eylem evlenip seni öldürmeyi falan planlıyor olmasın?
—Beni öldüreceğini bilsem itiraz etmem evlenirim. Ama bir ömür onunla yaşama düşüncesi çok korkunç. Cansu, ben araştırdım. Takıntılıymış, yani obsesif! Bunu ispatlamam lazım.
—Nasıl olacak o?
—Bir doktora gidip anlatsam?
—Hastayı görmek ister. Senin anlatmanla tanı koyamaz.
—Hasta gelmek istemeyecek boyuttaysa.
—Bilemiyorum. İkna etmen gerek.
—Cansu iki hafta bile kalmadı. Nasıl olacak? Gitse bile tek seansta bunu anlamaz ki. Ben ne yapacağım.
             Başımı ellerim arasına aldım. Çaresizce kaldım. Cansu koca göbeğiyle gelip bir anne gibi beni sarmaladığında ağladığımı farkettim.
—Eylem keşke bırakıp gitseydin. O köye yerleşseydin.
—Yapamadım. Ben o hayali Aslan'la kurdum. Onsuz bütün her şey çok aptalca geldi bana. Aslan giderken içimdeki tüm gücü, tüm inancı götürdü. Öyle kızgınım ki ona! Ne olurdu bana birazcık umut bıraksaydı.
—Şimdi git Eylem.
—Nasıl gideyim beni bulurlar. Adam obsesif diyorum sana.
—Düğün tarihini geçirecek kadar ayak sürt. Sonrasını bir şekilde hallederiz.
—Oluşacak sorunları düşünüyorum. Başedemem ben. Yok hiç gücüm. Sadece düşünerek bile bunalıyorum.
—Eylem büyü falan mı yaptılar sana. Nasıl bir basiretsizlik bu sendeki. Beni çileden çıkarıyor. Ya kilitleyeceğim seni şu odaya. Ya da git evlen!
—Cansu telefonun çalıyor.
           Cansu telefonuyla balkona çıktı. Sinirli sinirli konuşuyordu. Biraz sonra içeriye girdi.
—Eylem Yaman geliyor, Aslan'la beraber.
—Cansu yapma, bunu daha önce de denedin olmuyor.
—Ben bir şey ayarlamadım, siz ayrıldığınızdan beri ben de Aslan'ı görmedim. İtiraz ettim gerçekten. Kapıdan bir kağıt alıp gidecekmiş. Sen içeride kalırsın. Görmezsiniz birbirinizi.
—Emin misin?
—En az senin kadar kızgınım ona!
—Tamam.
—Bu arada Yaman'a burada olduğunu söylemedim. Yani Aslan'ın da haberi olmayacak.
          Anladığımı ifade eden hafif bir gülümseme oluşturdum yüzümde. Yakınıma gelecek olduğu düşüncesi kalbimdeki kuşun çırpınmasına neden oldu. Bunca zaman onu unutabilmek adına gösterdiğim çabanın tamamen boş olduğunu anlamış oldum.
Biraz sonra kapı çaldı.
—Eylem sen mutfağa geç. Ben kovalarım onları.
          Mutfağa geçip tezgaha yaslanıp bekledim. Bir köşeden Aslan'ı görebilir miyim diye bakındım ama imkansızdı. İki adım ötemde oluşunun heyecanı bana yeterken bir de onu görmek bana hiç iyi gelmeyecekti. Tabi ki onu deli gibi özlemiş olmam su götürmez bir gerçek. Ancak dayanmak zorundayım. En azından sesini duyabiliyorum. O sesin silüyeti zaten hep gözümün önünde.
—Hoşgeldiniz.
—Hoşbulduk aşkım ben hemen içeriye girip şu kağıdı çıkarayım.
          Yaman'ın ayak sesleri çalışma odasına doğru gitti.
—Nasılsın Cansu?
—İyim, sen?
—İyim bende, uzun zaman oldu görüşmeyeli.
—Öyle oldu, yaptığın seçimin sonuçları işte.
          Bu söz üzerine Aslan sustu. Acaba nasıl bir ifadesi vardı? Sesi oldukça moralsizdi.
—Ama seni iyi gördüm, yaramış sana ayrılık?
—Görünüşe aldanma, öyle çok özlüyorum ki ama gelsin istemiyorum. Her gün mesaj atsın istiyorum ama konuşmak istemiyorum. Deliler gibi sesini duymak istiyorum ama aramak istemiyorum. Böyle bakınca umrumda değilmiş gibi görünüyor ama kalbimdeki acısı hiç azalmıyor. Sen söyle şimdi iyi miyim, unutmak böyle bir şey mi?
—Bu hisleri yaşamayı sen istedin.
—Cansu ben neden bu acıyı yaşamak isteyeyim ki? Boşversene. Yaman nerede kaldı?
—Ben bakayım.
           Cansu'nun ayak sesleri ve geri dönüşü.
—Geliyor.
—Aslan kağıdı bulamadım yeniden yazıp çıkartmak zorunda kaldım. Hayatım sen bilgisayarı kapatırsın, ben su içip çıkacağım.
            Yaman hızlı hızlı hareket ederek mutfağa geldi. Biranda beni karşısında görünce irkildi.
—Eylem? Hoşgeldin. Burada olduğundan haberim yoktu.
Kendimi suç üstü yakalanmış gibi hissettim.
—Hoş bulduk Yaman.
Sesimiz tabiki kapıya gitti.
—Eylem içeride mi?
—Sana ne!
—Cansu?
—Evet içeride.
—Nasıl o?
—Sana ne!
—Cansu yapma böyle.
          Yaman tam içeriye gidecekken kolundan tutup durdurdum. Biraz daha bekle bakışı attım. Oda benimle sessizce mutfakta kaldı.
—Çok merak ediyorsan gir içeriye sor.
—Cansu ben sana ne yaptım nedir bu tavrın?
—Kendinize işkence etmenize dayanamıyorumdur!
—Üzgün mü oda?
—Değil Aslan, heyecanından yerinde duramıyor. Malum on güne evlenmiş olacak. Laf aramızda en çok balayına heyecanlanıyor. Otel konseptleri sen çok iyi bilirsin.
—Cansu belki bir gün yanlışlıkla da olsa beni aramak istersin, belki bir yerlerde oturup bütün bu olanları bir daha gözden geçiririz. Çünkü bu aralar nefes almaktan daha çok, birinin bana tüm bunların geçeceğine dair bir şeyler fısıldamasına ihtiyacım var. Şimdi ben aşağı iniyorum, Yaman'a söylersin.
—Hiçbir şey geçmeyecek! Kaç bakalım, kendinden nasıl kaçacaksın acaba.
           Ben Yaman'ın kolunu bıraktım.
—Git hadi.
           Yaman Aslan'a yetişmek için hızla kapıdan çıktı. Ben de balkona koştum. Onu uzaktan da olsa görmek için. Birazdan Cansu yanıma geldi.
—Çok üstüne gittin Cansu.
—Bir de onu mu savunacaksın?
—Savunmak değil de, boşver.
—Afedersiniz ama ikiniz de katıksız salaksınız.
—Geldiğimden beri hareket ediyorsun.
—Bu sinirle doğurmadığıma şaşırıyorum.
—Şuna bak hızlı hızlı gidiyor, öfkelenmiş. Çok garip insan her tutumunu özler mi? Bana kızmasını bile özlüyorum. Seninle konuşurken ifadesi nasıldı?
—Garipti, sana bir şey söyleyeyim mi Eylem? Bu Aslan bir şey saklıyor.
—Ne ilgisi var?
—Kızım kendi rızasıyla senden ayrıldıysa neden bu kadar acı çekiyor. Neredeyse iki ay oldu.
—64 gün!
—Hee bak geçmiş bile.
—Cansu ne gizleyecek, ben ona sordum tehdit mi ettiler seni dedim. Her durumun üstesinden geliriz dedim. Yok dedi. Sıkılmış işte.
—Sıkılan adam yokluğunda oh be der. Kalbimdeki acısı hiç azalmıyor demez. Sanki terkeden senmişsin gibi bir tavrı vardı.
—Boşver Cansu bu saatten sonra hiçbir şeyi değiştiremezsin.
—O işe bakacağız.
—Ben de gideyim artık. Belki Barış'ı doktora gitmeye ikna edebilirim.
—Git bakalım, tüm kozlarını oyna.
—Her şey için sağol Cansum. Kınaya beklerim.
—Doğurmazsam gelirim.
—Tamamdır.
          Cansu'nun söyledikleriyle kafam allak bullak oldu. Eğer söylediği gibi benden ayrılmasının sebebi başkaysa? Bunca acıyı boşa çekiyorsak? Ama yok yaa ne olabilir ki? Onca şey atlattık, üçüncü bir kişinin ağzıyla bu hale gelmiş olamayız. Öyleyse bile Aslan bu sevgiyi haketmiyor demektir! Bu kadar basit olmamalı çünkü. O yüzden aklımı hiç bulandırmayayım. Telefon açıp Barış'ı çağırdım. Bir çay bahçesinde oturduk.
—Nasılsın Barış?
—İyim Eylem çok vaktim yok, eve usta gelecek bazı tadilatlık işler var onları halledecek. Sen de gelsene?
—Yok yaa, sıkılırım öylece orda beklemekten.
—Eee hayırdır?
—Barış ben bir şey rica edecektim senden?
—Dinliyorum?
—Biliyorsun biraz gerginim bu sıralar, saçma sapan şeyler söyleyip seni de sıkıyorum.
—Evet.
—Acaba diyorum kendimizi daha iyi hissetmek ve daha mutlu ilerleyebilmek için bir çift terapistine falan mı gitsek?
—Nereye, doktora mı?
—Evet?
—Hayatım sendeki bu haller çok normal. Ve hepsi de geçecek zaten. Oldu da geçmedi, evlenince gideriz. Şimdi şu sıkışık zamana bir de bunu sokmayalım.
—Ama hayal kırıklığına uğratırsam seni?
—Sen ne yaparsan yap ben gücenmem sana.
—Ya o işi yapamazsam? Çünkü gerçekten çok stresliyim. Düşüncesi bile geriyor beni.
—Düşünme o zaman. Zamanı gelince ben yavaş yavaş açarım seni.
—Offf Barış, yok mu diyorsun yani?
—Şuan gerek yok diyorum. Bunlar senin kuruntuların geçecektir.
           Sinirlenmiştim, kızgın bir sesle konuştum.
—Eğer geçmezse evlendikten sonra asla doktora gitmem haberin olsun. Öyle çekersin beni.
—Geçecektirrr.. Aha usta arıyor ben kaçıyorum. Görüşürüz aşkım.
—Güle güle!
Ayağa kalkıp ağır adımlarla eve doğru yürüdüm. Tamam artık daha fazla uğraşmanın anlamı yok. Evleniyorsun işte. Belki de herkesin dediği gibi olur. Mutlu olurum. Sevdiğinle değil seni sevenle evleneceksin demişler! Sevdiğimiz nasıl olduğumu öğrenmek için bile yanıma gelemedi. Demek ki sevmiyor. En azından Barış beni seviyor. Mutlu etmek için uğraşacaktır. Zamanla ona ayak uydururum. Kendimi kandırmak en iyi becerdiğim şey. Mutluluk oynunu gerçek zanneder ilerlerim. Ne olacak yani. İş hayatım devam edecek. Belki bir de çocuğumuz olur. Kendimi adarım ona. Yaşar gideriz işte. Ha olmadı mı, boşanırız. En azından artık hayatım benim ellerimde olur. Kimse karışamaz.
Offf yaşadığım hayat o kadar benim değil ki. Herhangi bir saatimde birisi gelip de bana haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol diye bağırsa, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım. Bu his bende o kadar kuvvetli ki. Ne var ki; bu saatten sonra bana biçilen bu hayatı hiçbir şey değiştiremez!



Eveeettt ne düşünüyorsunuz? Bu saatten sonra değişir mi değişmez mi hayat? Bir sonraki bölümde düğünümüz var. Herkesi beklerim 😏
Beğeni ve yorumlarınızı unutmayın.
Keyifli okumalar 😘

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin