25. BÖLÜM

328 54 17
                                    

Bütün bir gecem odamda, yatağımda ağlayarak geçti. Boş gözlerle telefona bakıp durdum. Belki çalar, belki arar ya da bir mesaj... Aslan'dan gelecek en küçük çağrıya dünyaları değişirdim. Ama gelmedi... Ne attığım mesaja, ne de dayanamayıp yaptığım aramaya bir cevap gelmişti. Israr etmeye de yüzüm yoktu. Haklıydı, ve beni asla affetmeyecekti. Bundan sonrasını onsuz geçirecektim. Aslan'sız, aşksız, soluksuz bir hayat. Sığ, sıradan, gereksiz, ruhsuz, sevgisiz, neşesiz, hissiz... Berbat bir hayat. İnsan nasıl yaşar böyle. Nasıl kabullenir böyle bir hayatı. İçim acıyordu, kalbim bir mengeneyle ezilir gibi sıkılıyordu. İnliyordum acımdan, boğuluyordum kapalı alanda. Can havliyle kendimi attığım balkon bile nefes olamıyordu. Birlikte baktığımız o gökyüzü, aynı tavanı izleme sözü verirken şahitlik eden yıldızlar. Sessizleştiler, söndüler, onlar da köşelerine çekildiler. Neredesiniz yıldızlar göremiyorum hiçbir şey, hayatım da gökyüzü gibi karardı, siyaha boyandı, bari siz bana bir yol olun, siz beni terketmeyin. Ben Onsuz önümü göremiyorum, gelin bana ışık olun. Balkonun demir parmaklıklarına başımı dayadım buğulu bakışlarımla gözyaşlarımın intiharını izliyorum. Üşüyorum. Onsuz içim soğuyor, titriyorum. Ne olacak şimdi, nasıl ilerleyeceğim. Bir umudum olsa, minicik bir umut ömür boyu beklerim. Beklemeye değecek biliyorum. Ama gelmeyecek!
Allahım bu gecem sabah olmasın, madem o yok al beni. Bu anlamsız yaşamdan kurtar. İçimdeki acıyı alıp götür. Ölen kelebeklerim gibi uçur beni. Ayağa kalktım, ağlamıyordum daha. Denize doğru bakıyordum, bıraksam kendimi boşluğa uçar mıydım rüzgarla. Konar mıydım Aşkım'ın çatısına. Sarıp sarmalasam, seni hiç bırakmayacağım desem. Dayanamazdı kesin, o da sarardı beni. Uçsam... Rüzgar daha sert esmeye başladı. Ağaçlar hışırdadı, odamın kapısını sertçe vurdu. Yüzüme çarpıyor, ıslak yanaklarımı soğutuyordu. Gülümsüyordum. Uçsam diyordum, rüzgarla beraber bir yaprak gibi. Bir adım daha yaklaştım kenara. Nefes alıyordum şimdi. İçimdeki acı sıyrılmış uçmaya başlamıştı sanki. Derin nefes aldım, ve beni tutan kolla beraber bir çığlık attım. Geri döndüğümde Ezgi'yi gördüm.
—Ne yapıyorsun Eylem, aşağı düşeceksin o kadar yaklaşılır mı?
—Üzülür müydün?
—Saçmalama tabi ki üzülürdüm. İçeriye gir.
Hiç inandırıcı gelmeyen bir cevapla,
İçeriye doğru ilerlerken omzumun üzerinden tekrar denize baktım. Uçup giden acımı yakalayamadım, sessizce acıma seslendim "Alıp götürdüğün kalp benim değil, onu bana geri getir" dedim. Balkonun kapısını kapatmamla acım yeniden içime yerleşti. Ağlamaktan acıyan gözlerim kapanıyordu. Yatağıma süzüldüm.
—Uyuyacak mısın Eylem?
—Evet, git!
—Saçma sapan bir şey yapma! İyi uykular
Yastığa başımı koydum. Sanki hiç derdim yokmuş gibi hemen uyudum.
Uyandığımda hayat üzerime oturana kadar öyle boş boş bakındım. Sonra aklıma gelen yokluk ile kalbim sızladı ve hızla gözlerimi kapattım. Uyku ne tatlıydı, ne huzurlu.. Dünya ile bütün bağların kesiliyor kısa süreli ölüyorsun. Yaşamak ise bombok!
Telefonu bir umut elime aldım. Ancak Barış'dan başka arayan yoktu. O da nasıl başarıyorsa hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordu ve benim de ona aynı kafada eşlik etmemi istiyordu. Çektiğim acıdan bihaber mutlu mesut sözde birlikteliğimizin keyfini çıkarıyor. Bu durum benim çektiğim acıya eklenerek daha da canımı sıkmama sebep oluyordu. Barış'tan gelen mesajları okurken annem pat diye içeriye girdi. Bana olan öfkesinde gram azalma olmamıştı. Sert bir şekilde konuştu
—Kiminle konuşuyorsun?
—Barış'la.
—O telefonuna şifre falan koymayacaksın, ayrıca sesi de hep açık duracak. Aynı aptallığa devam etmene izin vermeyeceğim.
—Evin hattına bağlayalım bence, herkes kullansın.
—Benimle dalga geçerek konuşma! Kalk kahvaltıya.
—Yemeyeceğim ben.
Annem cevap vermek yerine öldürücü bir bakış attı, içimde yüksek şiddette deprem oldu. Sabah sabah yaşadığım sarsıntıyla ayağa kalktım. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Sonra ağır adımlarla aşağıya indim. Kahvaltı sofrası hazır, sözde kardeşlerim de masadaki yerlerini almıştı. Ablam hiç evlenmemiş gibi burada ikamet ediyordu. Acaba bu sabahın nutuğu hangi konu üzerine atılacaktı. Hiç konuşmadan masaya oturdum. Tabağımı tırtıklıyor çay dışında hiçbir şey boğazımdan geçmiyordu. İlginç bir şekilde masadakiler de sessizdi. Bir zaman sonra Ezgi konuştu.
—Anne düğün kaçta?
—Düğün değil nikah, akşama da yemek var. Nikah 4 de yemek de akşam 7 de işte.
Başımı kaldırdım
—Kimin düğünü?
Esma Ablam laf sokmak için fırsatını bulmuştu
—Aaaa Eylem sen burada mıydın? Hiç farketmemişim.
—Şaşırmadım Abla, gözlerin hiçbir zaman beni görmedi ki.
—Dilini yuttuğun içindir.
—Dilimi yutturduğunuz içindir.
—Biz senin susmanı değil konuşmanı istiyoruz.
—Ben de anlaşılmak istiyorum. Ama malesef bu hayatta kimsenin isteği olmuyor.
—Bu dünyada seni bizden başka anlayan olmaz. Ne güvendiğin saçma sapan adamlar da, ne de arkadaşların. Sadece biz anlarız seni, kardeşlerin annen..
—Peki bu eşsiz aile bağıyla ne zaman bir şey sordunuz bana? Dur ben cevap vereyim. Hiçbir zaman. Üniversiteden beri hep peşime taktığınız insanlardan hayatımı öğrenmeye çalıştınız. Dışardan ne görünüyorsa ona inandınız. Sonra da inandığınız şeylerin hesabını sormaya kalktınız. Bana ne yaptığınızı hiç umursamadınız.
—Neden bahsediyorsun? Nerde peşine adam taktık senin?
—Üniversite birinci sınıftaydım, eve geldiğimde bana 'Mehmet kim teneffüslerde onunla konuşuyorsun, yanında oturuyormuşsun' dediniz. Nerden bildiğinizi sorduğumda 'biz biliriz boşver sen cevap ver' dediniz. Peki zerre güven duymadığınız ben! Bir yıl boyunca herkese olağan şüpheli gibi baktım. Sınıfımdan kimseye konuşmadım. Kimseyle arkadaş olamadım. Paranoyak gibi gezdim durdum. Yalnızlığımdan kaç kez ağladım. Ne kadar umrunuzdaydı? Aaa dur ben cevap vereyim. HİÇ! Şimdi dönmüş bana biz senin susmanı istemiyoruz diyorsun. Konuşmamı isteyen biri gibi de davranmıyorsunuz.
—Ooo ne ile neyi karşılaştırıyorsun. Seneler evvelki olay.
—Yapabileceğin tek açıklama bu çünkü! Ben seneler evvel bana güvenmeyene bir şey anlatmamam gerektiğini öğrendim. Sustum.
—İyi böyle devam et. Bakalım ne olur halin.
Annem söze girdi.
—Dayının kızının nikahı. Ona göre hazırlan.
—Ben gelmiyorum.
—Sana onu sormadım. Ona göre hazırlan dedim!
Anneme cevap vermedim sadece baktım, o da bana baktı. Susturduğum dilim gözlerimden çırpınıyordu ama karşımdaki annemdi, anlayamazdı.
—Seni evde yalnız bırakmam Eylem. O yüzden geleceksin.
Sessizce masadan kalktım, odama çıktım. Toplanmamış yatağıma yeniden girdim ve günün ilk ağlamasını yaptım. Saatler yatağımda kah susup kah ağlayarak geçiyordu. Dayanamayıp tekrar Aslan'a yazdım.
— Öylesine perişanım ki, senden gelecek bir mesaja öylesine ihtiyacım var ki. Ne olur kendinden haber ver bana. Seni çok merak ediyorum.
Aradan yirmi dakika geçmişti cevap geldi. Ekranda Aslan'ın adını görmemle içimde öldüğünü zannettiğim o heyecan dalgası yükseldi. İstemsiz bir sırıtış dudaklarıma yerleşti. Bir heves mesajı açtım
—Bitti artık Eylem, daha fazla zorlama istersen!
Aynı yükselen dalga şimdi beni tepetaklak etti boğuyor. Sesim çok çıkmasın diye ağzıma bastırdığım elime hıçkırıyordum. Gülümsemem boğazıma dizildi. Umutlarım tamamen öldü. Şimdi ölen umuduma ağlıyordum. Kendimi susturmaya çalıştıkça hıçkırıyordum. Çocukluğumda kaldığını zannettiğim iç çekiş bedenimi sarmıştı. Biraz sonra Barış aradı.
—Eylem nasılsın?
—Bok gibi. Ne oldu?
—Annen aradı, aileni de al istemeye gelin diyor. Ben sana da sormak istedim.
Beynim kulaklarımla duyduklarıma inanmak istemiyordu. Annem hiç vakit kaybetmiyordu. Bu hızla yaza evlendirir beni. Gözlerimden sessizce süzülen yaşlar boğazımdan aşağı doğru kayıyordu. Aslan'ın bitti deyişiyle Barış'ın istemeye geliyoruz deyişi içimde savaş veriyordu. İki cümle de beni yakıp geçiyordu. Elimden kayıp düşen telefondan sesler geliyordu. Algılarımı kapattım. Midem kasılmaya başladı. Öğürerek yataktan çıktım tuvalete koştum. Kahvaltıda içtiğim çay safrayla birleşmiş bedenimi terkediyordu. Organlarım çalışmayı bıraktı, basit çayı bile kabul etmiyordu bünyem. Bu bünyeye nasıl al ailene gel derdim. Aaa telefon? Onu kapatmamıştım. Yatağıma döndüm, hala açıktı konuşma. Telefonu kulağıma koydum.
—Barış?
—Hah Eylem, ses kesildi anlayamadım.
—Şaşırmadım.
—Eee ne diyorsun?
—Neye?
—İstemeye gelelim mi?
—Saçmalama Barış, ne istemesi. Dur Allah aşkına.
—Annene ne dicem?
—Babam işin olmadan olmaz dedi dersin. Yeter  kapattım ben.
Daha fazla konuşmasına fırsat tanımadan telefonu kapattım. Yastığıma gömüldüm.
Nikah saati yaklaştıkça daha çok yatağıma yerleşiyor bu halde halka karışmak istemiyordum. Bir umut beni götürmekten vazgeçer diye umuyordum. Tabi hangi halime bakıp umut ediyorsam! Ezgi odama geldi. Sanki evlenen oymuş gibi hazırlanmıştı. Benim yataktaki halimi görünce aşağıya seslendi.
—Anneeee Eylem hala yatakta!
Annem sanki ölüm haberimi almış gibi koşarak yukarıya çıktı.
—Eylem ayağımın altına almayayım seni, 10 dakika içinde evden çıkacağız hemen hazırlan! Mor elbiseni giy. Çabuk!
Suratı sinirden alev alıyordu. Ev sesiyle yankılanıyordu. Tam kapıdan çıkacakken geri dönüp
—Şu suratına da iki boya çal. İnsan gibi görün.
Söylediklerini yapmaktan başka çarem yoktu. Ayağa kalkıp söylediği gibi mor elbisemi giydim. Gözüme sürdüğüm her kalem çizgisi aklıma gelen cümlelerle siliniyordu. Susturamadığım beynim yüzünden makyaj yapamıyordum. Artık olduğu kadarla yetinecektim. Dakikalarım azdı. Annem aşağıdan yukarıya adımı haykırıyordu. İnmediğim her dakika daha sert bağırıyordu. Sonunda yanına indiğimde şöyle bir süzdü beni. Sonra da hadi diye sert bir dille ilerlememi sağladı. Sevgilimden ayrıldım düğüne gidiyorum. Ne kadar da ironik. Nikahta  onlar evet diyor, benim gözlerimde aynı gökyüzü beliriyor. Ruhumu üşütme, seneye Eylem Çakır olarak aynı tavana bakalım demişti. Bense ruhunu söküp attım. Dolayısıyla ne hayaller kaldı ne de tavan. Başım eğik, gördüğüm tek şey yerle bir olmuş bir aşk. Nikah sonrası yemek saatine kadar eve geri dönmüştük. Babam yemeğe gelmeyeceğini söyledi. Onu duyar duymaz başımı kaldırıp ben de babamla kalsam bakışı attım. Annem hemen
—Hiç heveslenme, bizimle geleceksin dedi.
Bakışlarımdan bir şeyi anlamış olması umut vericiydi. Ama dayattığı şey beni sinirlendiriyordu. Ne olurdu sanki gelmesem. Nikaha geldim işte, kim arardı beni ki. Yokluğumu kim fark ederdi. Ceset gibi dolanıyordum ortalıkta. Ama ben kim, asilik etmek kim. İtaat etmek için dünyaya gelmişim. Acımı bile yaşamama izin vermiyordu. Çünkü acımı anlayamıyordu. Hislerimi bilmiyordu. Tutturmuş bir Barış sevdası. Bana da onu dayatıyordu.
Koltuğa oturdum nikah yemeğinin saatini bekliyordum. Ezgi ve ablam süslenmenin peşindeler. Boş gözlerle onları izliyorum. Şu son iki günü yaşamamış olsak ben de onların gülüşlerine katılıp abartılı süslenme peşine giderdim. Ancak şuan yaptıkları şey bana çok boş görünüyor, yüzlerindeki her bir gülümseme bana inat yapılıyor gibiydi. Beni umursamadan kırdıktan sonra böyle keyifli olmaları kardeşlik kavramına yakışmıyordu. Televizyonu açıp orayı izlemeye çalıştım. Kafamı veremesem de gülüşmelere sinirlenmekten iyidir. Biraz sonra babam geldi.
—Kızım sen neden süslenmiyorsun?
—Ben zaten güzelim.
—Niye onlar çirkin mi?
—Nereden baktığına göre değişir.
—Allah allah..
Babam iş olsun diye iki soru sordu sonra televizyona kitledi kendini. Acaba durumu babama anlatsam o beni anlar mıydı? Ama nasıl anlatılırdı ki bu? 'Baba ben Barış'ı sevmiyorum hayatımda başkası var' bu cümle babaya söylenir mi? Baba bu, gözümüzde büyütülmüş bir varlık. Babaya susulur, anlatılmaz, babalar kızar, öyle şeyler söylenmez! Yıllardır babaya karşı böyle bastırılmış duygularla büyüdük. Şimdi ona annemler beni asıl sevdiğimden ayırıyor nasıl derim. Kimi kime şikayet etmiş olurum. Babamın hisleri annemin doldurmasıyla doğru orantılı. Annem herhangi bir konuda bizi destekliyorsa babam da anneme güvenerek destekler, ama annemin karşı çıktığı bir durum varsa babamı da doldurur oda karşı çıkar. Hiç değilse evlenmek istemiyorum desem. En azından ordan frenlenirdim. Offf..
—Ne oldu kızım, neden bakıyorsun öyle dikkatli?
Düşünürken babamın yüzüne baktığımın farkında bile değildim. Babamın sorusuyla içerdekilerin kafaları kapıya geldi. Hepsi gözlerini parlatarak sus işareti yaptı. Bir şey anlatacağımı nerden çıkardılar ki. Ve neden böylesine korktular???
—Dalmışım..
Yerimden kalktım odama çıktım. Annemlerin yanında bakamadığım telefonuma baktım. Boş ekranla bakıştık. Sonra gizli klasörlerime girip Aslan ile olan fotolarıma baktım. Daha bir kaç gün önce çekildiğimiz fotoğraflar. Nasıl canlı, nasıl mutlu.. Hala bittiğine inanamıyorum. Boğazım düğümlendi. Ama ağlamamam gerekiyor. Telefonu kapatıp balkona çıktım. Kendi kendimi telkin etmeye çalıştım. Acımı hafifletecek hiçbir cümle bulamadığım için canlı şarkılar mırıldanmaya başladım. Biraz sonra kapım açıldı. Esma Ablam yanıma geldi.
—Ne yapıyorsun burada.
Yüzüne bakmadan cevaplandırdım.
—Hiçbir şey.
—Ne yapmayı planlıyorsun peki?
—Saat gelince yemeğe gideceğiz işte.
—Onu sormuyorum, uzun vade de.
—Uzun vade de planlarımı ben yapmıyorum.
—Kim yapıyor?
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinin tam içine. Cevap vermedim sadece uzun uzun baktım.
—Bizim tek yaptığımız senin hatalarını düzeltmek. Şuan hata olduğunu göremeyebilirsin ama ileride bize çok teşekkür edeceksin.
—Peki ya sen ilerde hata yaptığını farkedersen ne olacak?
—O zaman özrümü dilerim.
—Dileyeceğin özür bu yaşananları yok edecek mi, benim hayatımı düzeltecek mi?
—Şuan hayatın düzeliyor zaten, tek başına fazlasıyla karıştırmışsın onu. Şimdiki hislerinle bunu anlayamaman o kadar normal ki. O yüzden çok da önemli değil hislerin. Sen bize güven, senin iyiliğin için çabalıyoruz.
—Güven karşılıklı duyulan bir histir. Ben 22 yaşındayım. Hayatımı başkalarının yönlendirmesiyle yaşayamayacak kadar yetiştiğimi düşünüyorum. İnsanlar çocuklarını bana emanet ediyor ama siz bana ait olanı bile vermiyorsunuz. Sonra da buna iyilik diyorsun. Ben öyle hissetmiyorum.
—Bir kaç yıl sonra bunu tekrar konuşalım.
Arkasını dönüp odadan çıktı. Ne kadar da kendinden emin. Burnu dik. 21 yaşında evlendin sen. Bana nasıl çocuk muamelesi yapıyorsun anlamıyorum.Aşağıdan adımı seslendiler. Ben de toparlanıp indim. Arabaya bindik ve restoranta doğru yol aldık. Kimse konuşmuyordu. Ben de başımı cama yasladım gözlerimi kapattım. Aslan ile yaşadığım en güzel anıları düşünüyordum. Kapalı gözlerimden yaş sızıyordu. Nasıl geçecek bu acı. Bu özlem nasıl dinecek. Onsuzluğa nasıl alışacağım...
Restoranta geldik. Önce Yemekler geldi. Bugünden beri hiçbir şey yememiştim. Ama organlarım acıdan başka bir his yaşatmadığı için açlığı da hissetmiyordum. Yine tabağımdaki yemeklerle oynamaya başladım. Sonra biranda çalan dans müziği ile başımı tabaktan kaldırdım, gelinle damat geldiler. Üstelik Aslan ile teknede dans ettiğimiz müzikti bu. İster istemez ortada dans eden çiftin biz olduğunu hayal ederek, hayranlık dolu gözlerle ve kalbim yerinden çıkacakmış gibi heyecanlanarak izledim onları. Müzik bitip çiftetelli başlayınca kendimi o kadar acınası ve ezik hissettim ki anlatamam. Ağlamamak için tavanları izlemeye başladım. Ardından Murat Abi bir mesaj geldi.
—Eylem nasılsın?
—Kötüyüm, zorla düğüne getirildim. Çalan müziklerde Aslan'ı düşünüyor daha çok hüzünleniyorum. O nasıl?
—Oda kötü, dünden beri içiyoruz. Doğru düzgün uyumadı. Seni dinlemekten bir hal oldum. Bu kadar severken neden ayrılıyorsunuz anlayamıyorum.
— Gerçekten beni mi anlatıyor? Yani severek?
—Senin hakkında hiç kötü bir şey söylemedi. Çok seviyorum abi diyip duruyor. Aynı şarkıyı başa sarıp sarıp dinliyor. Aslan'ın seven hali çok sıkıcıymış. Bunaldım yaa..
—Öyle söyleme her haliyle güzeldir o. Hangi şarkıyı dinliyorsunuz?
—Aşk nerden nereye...
—Aaahhh bilirim o şarkıyı. Canım aşkım yaa, Abi daha içmesin, engel ol ona.
—Bitti şişeler zaten. İki saattir almaması için engel oluyorum.
—Tamam abi. Sana güveniyorum. Ona dikkat et.
Başımı telefondan kaldırdım. Annem bana öldürücü bakışlar atıyordu. Aldırmayıp kendimi müziğe vermeye çalıştım. Gelin damat masaları gezerken slow müzikler çalmaya başladı. Her birinde ağlama isteğim artarak ilerliyordu. Ama içimdeki 'bana kırılmamış, beni hala seviyor' hissi de kelebeklerimi yeniden doğuruyordu. Keşke böyle olmasaydı, keşke her şeye rağmen beraber olabilseydik.. Biraz sonra Murat Abi den bir mesaj daha geldi.
—Eylem sen hangi salondasın?
—İlçedeki, deniz kenarındaki yemekli salonda.
—Tamam, geliyoruz.
Okuduğuma inanamıyordum. Geliyoruz mu? Gelmek? Akrabalarımın, annem ve kardeşlerimin olduğu yere? Nasıl yani?
—Abi nereye, kimle, nasıl geliyorsunuz?
—Aslan'la yanına geliyoruz, bu böyle olmaz çünkü. Tutamıyorum daha onu.
—Tamam gelin.
Ne bok yiyeceğimi bilmiyordum. Gelince ne olacak, onu nasıl göreceğim onu da bilmiyorum. Neye güvenerek gel diyorum onu da bilmiyorum ama gülümsemeye başladım. Yerimde duramıyordum, utanmasam kalkıp oynayacaktım. Geliyordu işte. Bana geliyordu. Bize geliyordu. Aşka geliyordu. Kafamda arabalarının gittiği güzargahı çiziyor, gelmiş olabilirler mi diye zamanla yarıştırıyordum. İçim içime sığmıyordu. Ayağımı sallamaya başladım. Birazdan masa da ayağımla sallanmaya başladı. Ezgi masaya bakıp bana döndü.
—Kes şunu Eylem!
Ben ayağımı durdurdum. Sonra mesaj geldi.
—Aşağıdayız.
Ben direk ayağa kalktım.
—Ben çok sıkıştım, tuvalete gidiyorum.
Alelacele aşağıya indim. Merdivenler gözüme kule merdiveni gibi geldi. Git git bitmiyordu sanki. Aşağı indim. Restoran kapısına geldim. Hani nerdeler diye bakınırken tam karşıdaki Aslan ile Murat Abi'yi gördüm. Kalbim yerinden çıkacaktı. İki gün üstüne gerçekten gülümsemiştim. Aslan bana doğru yaklaştı ve sıkıca sarıldı. Bende aynı şekilde ona sarıldım. Organlarım yeniden hayat buldu, ölen ruhum dirildi, üşüyen içim şimdi alev alıyordu. Boynuna gömüldüğüm yerden burnuma gelen kokusuyla nefes aldığımı hissettim. Aslan yaşamak demekti benim için. Hayat demekti. Sonsuzluk gibi gelen bir ömür demekti. Varlığı sevinçti. Bir bebeğin annesine duyduğu muhtaçlık gibiydi Aslan'a hislerim. Elimi tutup bana baktı. Baştan aşağı süzdü.
—Çok güzel olmuşsun Aşkım.
—İyi ki geldin Aşkım.
Tekrar sarıldık. Ömrümde yaşadığım en içten sarılmaydı. Kulağıma fısıldadı,
—Seni çok seviyorum
Kalbim kanat takmış uçuşurken bedenim kollarında eriyordu.
—Bende seni çok seviyorum.
Arkamdan bir öksürük sesi gelince kafamı çevirip baktım. Ablam peşimden gelmişti. Bizi gördü. Gözlerinden alevler çıkıyordu. Dişlerinin arasından konuştu
—Ne yapıyordun Eylem?
Sonra Aslan'a bakarak
—Git burdan çabuk!
Aslan bana baktı, hala bakışları sıcacıktı. Ben de korkulu gözlerle ona bakıyordum. Konuşmadım, başımı salladım. Aslan ne yapacağını anlayarak abisinin yanına gitti arabaya binip uzaklaştı.
Geri dönüp ablamla yüzyüze geldim. Hala çok sinirliydi.
—Biz sana ne söylüyoruz, sen ne yapıyorsun?
Hiç konuşmadım, omzumu silktim ve yukarıya çıktım. Masama geçip oturdum. Dirseğimi masaya başımı avucuma yasladım ve anın sarhoşluğuyla az evvel yaşadıklarımı düşündüm. Rüya mıydı, gerçek miydi, hayal miydi, halüsinasyon muydu bilmiyorum ama çok güzeldi. Ablama rağmen kalp atışlarım hala normale dönmemişti. Evde beni neler bekliyordu kim bilir. Ama gelecek her sıkıntı bu ana değerdi. Keyfim yerine geldi. Düğün sonunda şarkılara eşlik ediyordum. Düğün bitmiş herkes dağılıyordu. Saat baya geç olmuştu. Bu geceyi hasarsız atlatmanın derdindeydim. Eve geldik. Ben odama doğru merdivenlere yönelince annem arkamdan seslendi. "Bu gecenin hesabını seninle yarın görüşeceğiz Eylem."
Kapımı ardımda kapattığımda kendimle başbaşa kalmıştım. Telefonumu elime aldım. Mesajlara girdim ve mutluluğumu yaşamaya devam ettim.
—Sen benim bunca yıllık ömrümde gördüğüm en güzel insansın, yaşanmaya değer en anlamlı nefessin. Sen şükrettiğim tek iyikimsin. Beni asla bırakma.. Bu geceki gibi daima sarıl bana. Seni çok çok çok çooook seviyorum.
—Sensiz geçen zamanın iki gün olduğunu kimse bana ispat edemez bana. Bir ömür geldi geçti o arada. Ölümü hissettim ben, o hisle sana bitti yazan parmaklarım bana ait değillerdi. Nasıl tarifi olmayan bir acıydı sensizlik. Hangi ara böylesine bağlandım sana bilmiyorum. Bana ne yaptığın, ne yaşattığın umrumda değil. Bundan sonra dürüst olalım birbirimize. Kollarını koparma benden, seni hep sarmak istiyorum.
—Özür dilerim bitanem. Artık sen varsın ya ben şimdi ayağa kalktım. Aynı şeyler tekrar yaşanmayacak söz veriyorum. Bundan böyle bir sen bir ben olacağız.
—Seni çok özledim.
—Koynunda olamadığım için ölüyorum. Yarın okul var. Sabah alsana beni. Okula kadar görürüm seni.
—Çok güzel olurdu. Ancak annemler dönüyor, onları hava alanından almaya gideceğim. Çıkışında görüşsek?
—Eve 1 dakika bile geç kalırsam tüfekle karşılarlar beni. O riski almayalım. Elbet görüşürüz. Varsın ya.. İnanamıyorum hala. Düşündükçe kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor.
—Bu arada elbisen çok yakışmıştı. Gerçekten çok güzeldin.
—Aşkım sen bana o gözlerle baktığın müddetçe ben çamura da bulansam güzel dersin.
—Yok canım abartma o kadar da değil :) Eylem inanılmaz uykum var ama şuan evi havalandırıyorum, şişeleri toparlıyorum. Yarın sabah çöpe atacağım. Ne çok içmişim. Kendi rekorumu kırdıttın bana.
—Aşkım, bir daha kendine bunu yapma ne olursa olsun. Tamam mı? Sana bir şey olsun istemem. İşlerin bitince de bekleme yat hemen. Seni seviyorum.
—Tamam güzelim, işler bitti zaten. Yaşadığımız son acı şey olsun bu. Bundan sonrası mutluluk olsun. Mutluluğum sen ol. İyi geceler bitanem.
—Yarın ne yaşayacağımı bilmiyorum. Olur da acı çektirirsem sana bil ki ben değilim bunları yapan. Çünkü mutluluğun sen olduğunu biliyorum. Ruhumun tek gıdası sensin. İçime çektiğim kokunla besleniyorum. O kokuyu alamazsam aç kalırım, gidersen ölürüm... O yüzden her ne yaşanırsa yaşansın bil ki seni çok seviyorum.... İyi uykular Aslan'ıM...

Yorumlarınızı bekliyorum. Ve tabi beğenilerinizi de. İyi okumalar herkese 😍

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin