38.BÖLÜM (+18)

484 48 19
                                    

           Sabah erkenden kalktım duşumu aldım televizyondan gelen müziğe eşlik ederek makyajımı yapıyordum. O sırada Aslan banyo keyfi yapıyordu. Telefonu çalmaya basladı. Israrlı çalmasının sonunda aileden biridir, önemlidir belki diyerek telefona yaklaştım. Ekranda "Gaye" adını görünce öylece kaldım. Sabahın erken saatlerinde ne diye arıyordu ki? Tam elim açmaya doğru gitti tıpkı filmlerdeki gibi "Aslan müsait değil duş alıyor" demek istedim hatta bunun için yandım kavruldum. Ama açmadım! Nedense hakkım olmadığını düşündüm. Bu düşünce o anki tüm mutluluğumu emdi, taş gibi içime oturdu. Buna Aslan'ın tepki gösterebileceğini düşündüm. Huzurumuzu bozmak istemedim. Ben bu kararsızlıkla düşünürken arama bitti ekrana cevapsız arama olarak düştü, telefonu yerine koydum. Masamın yanına geçtim makyajıma devam etmek için. Ama içimdeki o kıskanç kadın görüşmelerini konuşmalarını istemediği için hızla telefonu elime alıp aramayı sildim. Böylesi daha iyiydi. İşime kaldığım yerden devam ettim. Ama artık şarkı söylemiyordum. O sırada belinde havlusuyla duştan çıkan Aslan minik havluyla saçlarını kurulamaya çalışıyordu. Yanıma gelip açıktaki omzuma bir öpücük kondurdu.
—Hava çok güzel değil mi dedi?
—Evet öyle gerçekten.
Telefonun yanına gitti. Nedense yaptığımı anlayacak diye bir heyecan duydum. Sonra saate baktı
—Ooo güzelim baya geç olmuş, geç kalacaksın acele edelim.
—Ben hazırım zaten. İstersen seni giydireyim?
Bir kaşım havada bakıyordum. Gülümseyerek cevap verdi
—O işe girersek bugün odadan çıkamayız.
—Hahaha gayet masumdum.
—Hadi ordan be.. Masummuş. Gece gördük o masumiyeti.
—Canım geceleri şeytan oluyorum, gündüzleri melek.
—Bütün gece ben bir şeytanı mı...
—Aaaaa yok yok yok tamam devam etme. Ben iniyorum aşağı kahvaltıyı hazırlatayım oyalanmamış oluruz. Çıkarken şu kağıdı kapıya asmayı unutma, çarşafları temizlesinler.
Göz kırptım ve lobiye indim. Gaye meselesi aklımdan silinene kadar Aslan'ın yüzüne bakamazdım. Çünkü kesin anlaşılırdı bi halt yediğim. Cansu ve Yaman çoktan kahvaltılarına başlamışlardı.
—Günaydın annecik ve babacık.
—Sana da günaydın Eylemcik. Aslan nerde?
—Gelir şimdi.
          Kahvaltımızı yaptıktan sonra yine ben kursa onlar işe gitti. Düne göre daha sıkıcıydı dersler. Bende uykusuzdum ve biraz şekerleme yaptım. Şekerleme giderek derinleşti. Bir uyuyup bir bakındım etrafa. Kafamın içi çorba gibiydi. Bir girdabın içine girmiş gibiydim. Gözümü bir kapıyordum "Barış, gittin beni unuttun hiç aramıyorsun" diyor, bir kapatıyorum "Annem, hemen eve gel Eylem diyor", bir kapanıyor "Gaye,sen kimsin de aramıza giriyorsun" diyor. Ben ayılmaya çalıştıkça daha çok gözüm kapanıyor. Olduğum yerde terden su oldum. Tam anlamıyla kendime geldiğimde korku dolu gözlerle etrafa bakındım, sanki nerede olduğumu bilmiyormuşum gibi, saate baktığımda  12 yi geçiyordu. Hayrete düştüm o kadar uyudum mu diye. Dilim damağım kurumuştu, başım çatlayacak gibi ağırıyordu. Yanımda oturan çocuk;
—Yalnız heves etmedim değil, iyi uyudun dedi.
Aynı bakışlarla ona döndüm. Bir süre boş boş bakındım.
—Ben özür dilerim sizi rahatsız ettim galiba.
—Yok yok rahatsız olmadım. Sanırım gece beşik salladınız.
—Sayılır.
Yüzde sekseni kadın olan bir salonda sırf ismimin saçmalığı yüzünden yanıma bir erkeğin düşmesi gerçekten taktirlik bir şanstı.
—Acaba çıkıp su alsam sorun olur mu?
—Ben de var.
Elindeki şişeyi bana uzattı. Emin olamayarak soru dolu gözlerle bakındım.
—Merak etme hiç içmedim, susarım belki diye almıştım.
—Teşekkür ederim, ben ücretini hemen vereyim size.
—Saçmalamayın lütfen. Altı üstü bir su.
Çantamda cüzdanımı arayarak konuştum
—Yok olmaz öyle alamam.
—Çıkışta bir çay ısmarlarsan olur.
Biranda durdum tekrar yüzüne baktım. Tatilde güneşin altında fazla kalmış iyice kararmış bir yüz, kalın kaşları ve siyah çerçeveli bir gözlük. Eliyle yana yatırdığı kumral saçlarıyla cevap vermeme fırsat vermeden
—Bu arada ben Eymen.
—Ben de Eylem, buyrun bu suyun ücreti. Çünkü bugün ve bundan sonraki tüm çıkışlarda erkek arkadaşım gelecek vaktimi onunla geçireceğim. Borçlu kalmak istemem.
Gülümsedi. Ben daha fazla uzatmamak için suyu içip önüme döndüm. Gördüğüm rüyaları düşünüyor, anlam veremiyordum, hala başım çok ağrıyordu. Ya içkiden, ya uykusuzluktan, ya yorgunluktan ya da Gaye'nin aramasından. Silmemeliydim onu. Aslan'ı kandırdığım için içim içimi yiyordu. Vicdanım konuşup duruyordu. Elimi başıma götürüp ovalamaya başladım. Eymen bana eğildi:
—Başınız mı ağrıyor?
—Yanımda ilaç da var demeyin, inanmam!
Biraz tersler gibi konuştum. Çünkü kendimle kalmak istiyordum.
—Yok, yolun karşısında eczane var diyecektim.
—Sağol.
Ders bittiğinde "iyi günler dileyerek" dışarıya attım kendimi. Karşıya eczaneye doğru ilerlerken Aslan'ı aradım.
—Yolda mısınız Aşkım?
—Eylem işimiz uzadı. Ancak yarım saat sonra çıkabiliriz buradan. Bir o kadar da yol sürer.
Canı sıkkın bir şekilde konuşuyordu. Oflayıp puflayıp durdu.
—Tamam hayatım önemli değil. Ben turlarım buralarda.
—Aklım sende kalacak.
—Merak etme, caddedeki mağazaları dolanırım ben. Vakit hızla geçer. Sen işine bak tamam mı?
—Tamam ama dikkatli ol.
—Tamam hayatım görüşürüz.
Eczaneden ağrı kesici alıp içtim. Cadde boyu ağır adımlarla yürümeye başladım. Baş ağrım hafifledikçe yollar iyi geldi gözüme.
Bambaşka bir dünyadaymışım gibi,caddeler, binalar, insanlar, vitrinler.. hepsi yabancı. Aslında buraya yabancı olan benim ama bana büyülü gibi gelen bu ortamda amaçsızca yürümek gerçekten harika hissettirdi. Biran kaybolmak istedim, hiç durmadan yürümek. Görülecek o kadar çok ayrıntı, gezilecek o kadar çok yol var ki, yapacağım hiçbir keşif beni yormazdı. Ama kaybolamazdım. En azından Aslan yanımda olmadan. O yüzden
bir iki mağazaya girdim. Bir kaç bir şey aldım. Bilmediğim sokaklarda tek başıma yürümenin içimde oluşturduğu o özgür kız hissini doyasıya yaşamaya çalıştım. Geçirdiğim dakikaların hesabını vermeyecek olmak, aman biri görür korkusu olmadan, keşfederek ilerlemek benim için gerçekten mutluluk vericiydi. Nefes almak kadar rahatlatıcı bir histi.
         Çalan telefon ile turistik dünyamdan sıyrıldım.
—Bir tanem nerdesin?
—Eeee kurs yerinden sola kıvrılan cadde boyunca ilerledim. Başka bir yere sapmadım. Arkamda büyük bir avm var.
—Tamam olduğun yerde kal.
Saatime baktım. Sanırım işi daha erken bitti. Birazdan araba önümde durdu. Herkese selam vererek arkaya Aslan'ın yanına oturdum. Dudağına kısacık bir öpücük bıraktım.
—İş olayınız bitti mi?
—Gibi gibi.. kalan işin benimle ilgisi yok.
Yaman önden konuya dahil olarak
—Yarın ayrı takılırız. Biz işi hallederiz siz gezersiniz.
Aslan bana baktı.
—Kursu ekebilir misin?
—Yani bilemiyorum, kart okutuyoruz. Okunmayan kartları hemen kaydediyorlar. Sonra ne olacak onlara bir fikrim yok açıkçası.
—Hımm...
—Yarın sabah saatinde geliriz. Duruma bir bakarız.
—Tamam. Olmazsa sen kurstayken ben diğer ilanları veririm. Gerçi buraya baya uzaklar. Neyse düşünürüz bunu.
—Aynen akşam konuşuruz. Eee şimdi nereye gidiyoruz?
Cansu heyecanlı sesiyle bağırarak cevap verdi.
—Pierre Loti.
—Çok uzak mı?
Yaman gülmeye başladı.
—Eylemcim tanıştırayım navigasyon, dediğine göre trafik sebebiyle en iyi ihtimal 1,5 saat. Ama görülecek güzellik bir ömre bedelmişş..
—Bunu da navigasyon mu diyor?
—Bunu benim navigasyonum söylüyor.
Cansu gülmeye başladı.
—O ben oluyorum. Filmlerde falan görüyordum çok merak ediyorum. Ama sizin daha iyi bir fikriniz varsa onu yapalım.
Aslan'a yaslandım. Elini tuttum.
—Ben bu şekilde bir ömür seyehat ederim. Sorun yok, gidelim.
Cansu hayran bakışlarına eşlik eden masum gülüşüyle bize baktı.
—Ben de öyle düşünmüştüm. Dedi ve önüne döndü.
Aslan bana döndü:
—Kurs nasıl gidiyor?
—Bugün sadece uyudum.
—Anlaşıldı bir daha seni uykusuz bırakmayacağım.
—Ben halimden memnunum. Yalnız sana bir şey söylemem lazım.
—Söyle?
Dudaklarımı ısırmaya başladım. Söze nasıl başlayacağımı bilemiyordum.
—Eeee?
—Bunu itiraf etmesi biraz zor... Şeeyyy sabah sen duştayken Gaye aradı. Ve ben aramayı sildim.
          Tek seferde söyledim, ne hissettiğini anlamak için yüzüne baktım ama yüzünde tek bir mimik bile oynamadı.
—Neden?
—Kıskandım. Bu kadar.
Mahcup olan yüzümü avuçları arasına aldı. Burnuma bir öpücük kondurdu.
—Tamam dedi.
Kızmasını, sitem etmesini ya da ne bileyim tavır koymasını bekledim. Bir çok şeyi bekledim ama kesinlikle bu sevecenlikle beni öpmesini beklemiyordum.
—Kızmadın mı?
—Kızayım mı?
—Kız ya da yok kızma. Ama anlayamıyorum ben kendi kendimi yedim resmen.
—Kızmayacağım çünkü biliyordum.
—Gönül gözü deme bana!
—Hahahahah... Yok o gündüzleri çalışmıyor söylemiştim. Gaye tekrar aradı.
—Bak sen şu aşüfteye neymiş zoru?
Aslan garip garip bana baktı.
—Tamam afedersin, ben susayım en iyisi.
Döndüm önüme. Öyle aptalca bir durum ki nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyorum. Çok kıskanıyorum, çok merak ediyorum ama hayatımda Barış faktörü varken hiçbir şey söyleyemiyorum. 'Sen kendine bak' dediği anda  ne cevap verebilirim ki? Canım sıkılmıştı çok. Bu hissin bir tarifi yoktu. Belki surat asmaya bile hakkım yok ama ona engel olamıyorum. Camdan dışarıyı izliyor kendi kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Her zaman en iyi destekçim yine içindeki Eylem oluyordu. Camdaki yansımada Aslan'ı görünüyorum. Yan yan bakışlar atıyor bana. Beklemediğim bir anda arkamdan belime sarıldı. Boynumu koklayarak bir öpücük kondurdu. Başını hiç oradan çekmeden kulağıma doğru konuştu.
—Birisiyle görüşmeye başlamış bugün de buluşacaklarmış, aramızdaki anlamsız şeyin son bulduğunu bir daha onu aramamamı söyledi. Bende mutluluklar diledim kapattım.
O anlattıkça içim ferahladı , gülümsemem giderek büyüdü yüzüme yayıldı.
—Sabah aradığını söyleyince silmiş olabileceğini tahmin ettim. Ama kızmadım. Hangi duyguyla yaptığını biliyorum. Sen zaten kendi kendine cezanı veriyorsun. Madem dayanamayıp itiraf edeceksin bir daha kendine bu işkenceyi yapma.
Tekrar boynumdan öptü. Konuşmaya devam etti.
—Nasıl başardın hem suçlu hem güçlü olmayı bilmiyorum. Ama daha fazla surat asma.
Hemen ona döndüm aynı şekilde boynuna uzanıp öptüm. Kulağına fısıldadım.
—Odamızda olsaydık gerçek suçlu ve güçlü kadını gösterirdim.
Yüzüne yaydığım o muzip gülümsemeyle önünü düzeltmek zorunda kaldı. Yolun geri kalanını koltuğunun altından göğsüne yaslanarak geçirdim. Aslan da çenesini başımın üzerine koydu, beni sarıp sarmaladı. Öyle güzel kokuyordu ki. Bu ten kokusunun bağımlısı olmuş olabilirim. Çünkü uyuşturucu gibi beni etkisi altına alıp sakinleştiryordu. Ne kadar içime çekersem çekeyim doyamıyordum.
          Pierre Loti'ye geldik. Tepeye varmadan önce etrafı dolandık. Arnavut kaldırımlı sokakları ve konak gibi eski evleriyle insanı yüzyıllar öncesine götürüyordu. O zamanlarda burada yaşayan bir öğretmen olmak istedim nedense. Gözümde hayali sahneler canlandırdım. Canlardırdığım her şeyi elimi tutan sevdiğime anlatıyordum. Kendisi de hayallerime eklemeler yapıyor. Çoğu eklemeleri  "sonra beni fesimle görüp bana vuruluyorsun" ya da "sen okuluna giderken köşeyi dönüyorsun ve burma bıyıklarımı burarak çapkın bakışlar atıyorum ve seni tavlıyorum" şeklinde. Onu o haliyle hayal ediyor ve gülmekten kırılıyordum. Hediyelik eşyaların satıldığı renkli sokaklara girdiğimde kendimi kaybettim bir şey almasam da her tergaha bir göz atıyordum. Aslan'ın elini bıraktım incik boncukları inceliyordum. Bu nasıl diye arkamı döndüğümde onu göremedim. Sonra çevremde üçyüz altmış derece döndüm ve çarpıştık.
—Hah neredesin sen?
Ellerini havaya kaldırdı
—Bu elleri şu boncuklar uğruna bıraktın bir de soruyor musun?
—Ya amaaa...
—Yine de bu eller ne yaptı? Gitti senin için bunu seçti. Ucunda gümüşten dört yapraklı yoncanın asıldığı kolyeydi. Ve arkasında E ∞ A kazınmıştı.
—Senin bana bahşedilmiş bir şans olduğunu böylece ispatladın. Bu çok güzel Aslan. Teşekkür ederim. Hemen takar mısın?
—Tabi ki küçük hanım, dönünüz.
Arkamı dönüp saçlarımı kaldırdım. Ve kolyeyi taktı. Sonra da açıktaki boynuma bir öpücük kondurdu. Devamlı sırıtıyordum, o kadar mutluydum ki. İnsanların aşıkken ve mutluyken dağa taşa sevgisini haykırması tam olarak böyle bir his olmalı. Çünkü yanımdan geçen kediye bile "Biliyor musun Aslan'ı çok seviyorum" demek istiyordum. Yürümüyor hoplayarak ilerliyordum. Yerimde duramıyor, sevgimin taşırdığı o enerjiyle dans etmek istiyordum. Tam tepeye ulaştığımızda kalabalığı yarıp manzaraya baktık bir gözün alabileceği en güzel şeyi gördüğümü düşündüm. Hayranlıkla konuşuyordum
—Yaa aşkım çok güzel değil mi?
—Sen daha güzelsin.
—Ya saçmalama bana değil şuraya baksana.
—Ama yüzünde oluşan bu çocuksu heyecanı kaçıramam, bu halin daha güzel.
—O sen baktığın için öyle güzel. O kara kara gözlerinden gelen en parlak ışığın beni kamaştırması.
Liseli aşıklar gibi anlam yüklü bakışmalarla gülümsüyorduk.
—Haydi gel Cansu yer kavgası yapıyor sanırım.
Kırmızı beyaz pöti kareli kahvehaneye geldik. Cansu güç bela kenarda bulduğu masanın tadını çıkartıyordu. Masanın üzerinde bırakılmış broşürde mekanın hikayesi yazıyordu. Ortamın böyle büyülemesi bir aşka dayanıyordu demek...
Hava kararmaya başladıkça manzarada şekil değiştiriyor İstanbul tüm ışıklarıyla ayaklarımızın altına seriliyordu. Gördüğüm, hissettiğim her güzellikte içimden "Allahım çok Teşekkür ederim nasip ettin" diyorum. Yaman'la konuşup saçma espirilere kahkahalarla gülen Aslan'a bakıyorum "Allahım bir duam daha var, lütfen" diyorum.
Hava iyice karardıktan sonra kaybolmamak için erkenden yola koyulduk. Yine canlı şarkılara eşlik ederek otele vardık. İyi geceler dileyerek odamıza çekildik. Odaya girer girmez kendimi yatağın üzerine attım.
—Gerçekten yorulmuşum.
Yanıma uzanan Aslan:
—Güzel bir duşla dinlenmeye ne dersin?
—Hhmmmm beraber mi?
Soruma sadece başını sallayarak cevap verdi. Sonra yataktan kalktı.
—Sakın uyuyup kalma, ben hazırlayacağım her şeyi.
—Sence uyur muyum?
Aslan banyoya girdi. Küveti doldurdu. Ben de o sırada gerekli kişilere durum bildiren mesajlar atıyordum. Sonra yanıma geldi. Ellerimden tutup beni ayağa kaldırdı. Önce sandaletlerimi çıkardı. Sonra bluzumu. Öyle ağır hareket ediyorki anın tadını çıkarır gibiydi. Ardından alttan giydiğimi çıkardı. Karşısında iç çamaşırlarımla kaldım. Hiç kıpırdamadan onun üzerimde ilerlemesini izliyordum. Yüzüme giderek yaklaştı. Uzun uzun gözlerimin içine baktı. Ha öptü öpecek heyecanıyla göğsüm inip kalkıyordu. Saatler sürmüş gibi gelen bakışmayla usulca dudaklarıma değdi dudakları. Beni yormaktan korktuğu için yumuşacıktı öpüşü. Kollarını sardığı bedenimde sütyenimi çıkardı. Dudaklarını benden ayıp boynuma, oradan göğüslerime indi. Aynı yumuşak tutumla öperek ilerliyordu. Göbeğime gelmişti ve önümde çömeliyordu. Usul usul çamaşırımı çıkardı. Dudaklarını değdirdiğinde boğazımdan çıkan inleme onun yumuşak tutumuna rağmen fazlaca sertti. Gözlerimi kapatıp daha ileriye gitmesini bekledim. Ancak onun yerine ayağa kalktı ve elimden tutup beni banyoya götürdü. Köpüklerle dolu sıcacık küvetin içine usulca oturttu. Sıcak suyun bedenime değmesiyle hissettiğim o ılıklık insanın uykuya dalma saniyeleri gibi keyifliydi. Başımı küvetin kenarına yaslayıp boğazıma kadar suyun içine girdim. Aslan hızla üzerindekilerden kurtulup yanıma uzandı. Bana dönük yatıyordu. Gözlerim kapalı anın tadını çıkarıyordum. Parmakları bir tüy gibi bedenimde geziniyordu.
—Çok güzelsin...
          Gözlerimi açmadan gülümsemiştim.
—Nasıl bunu yapabiliyorsun?
—Neyi, güzel olmayı mı?
—Hem ruhumu, hem bedenimi, hem kalbimi böyle doldurmayı.
          Gözlerimi açıp ona baktım.
—Senden gelen aşkla. Bir ayna gibi, bana ne verirsen sana onu yansıtıyorum.
—Ya sana kötülük edersem.
—İstesen de yapamazsın.
—Nasıl bu kadar güveniyorsun? Elinden tutup artık benimsin daima yanımda kalacaksın bile diyemiyorum.
—Seni anlıyorum, nedenlerine hak veriyorum. Bunu yapamasan bile beni çok sevdiğini hissediyorum.
—Yetiyor mu sana?
—Ben seninle bir günü bir ömürle kıyaslıyorum. Her saniyemiz öyle kıymetli ki. Yetmekten öte taşıyor o sevgi bende.
          Aslan derin bir nefes alıp oflar gibi bıraktı. Sıkıntılı halini hafifletmek istedim.
—Kendini hiçbir şey için mecbur hissetme.
Elimi kalbime koydum. "Burası", sonra elimi başına götürdüm "burasıyla, ne zaman anlaşıp bir karar verirse" sonra Aslan'ın elini alıp kendi kalbime götürdüm "bu kalp o karara uyacaktır"
          Sözüm bittiği gibi dudaklarını dudaklarıma bastırdı. En arzulu haliyle düşünür gibi, sever gibi öpüyordu. Uzun uzun öptü, daha çok öptü, dalgalar arasında yüzer gibi arada suyun yüzeyine çıkıp nefes alıp tekrar dalar gibi, nefes alıp tekrar tekrar öptü. Suyu dalgalandırarak üzerime uzandı. Bacaklarımı ayırdığı küvette araya yerleşti. Köpüğün verdiği kayganlıkla ağır ağır, dans eder gibi içimde ileri geri kayıyordu. Öpücüklerin arasında aldığı o nefese öyle anlamlı bakışlar sıkıştırıyordu ki kayboluyordum gözlerinde. Biraz hüzün, çokça aşk vardı o bakışlarında, belki birazcık da korku. Bu tatil ona iyi mi geliyordu, kötü mü anlayamıyordum. Ama benim aşkım her dakika katlanıyordu.
Duygusal yoğunluğum bedensel zevkime karışmıştı. Kollarımla sıkıca sardığım Aslan'ın dudaklarına inleyerek verdiğim nefesimle "geliyorum" dedim. Her inleyişimde kollarımı biraz daha sıktım. Kesik kesik nefes alıyordum.
—Eylem, kollarını gevşet!
          Kollarımı açmamla hızla benden ayrıldı. Gözlerini kapatarak suya boşaldı. Ben pür dikkat onu izliyordum. Bu anda bile öyle yakışıklı görünüyordu ki aslında gördüğüm tüm manzaralardan daha güzeldi.
—Bırak beni izlemeyi, ayağa kalk tehlikeli sularda yüzme.
Kahkaha attım.
—Tehlikeli sular mı? Bu çok iyiydi...
          Elimden tutup ayağa kaldırdı. Küvetin giderini açtı. Sonra da fıskiye ile beni yıkamaya başladı. O kadar hoşuma gitmişti ki
—Biliyor musun, dönme dolap gibisin. Kah en yükseğe çıkarıp ömrümün en ileri hazzını yaşatıyorsun, kah en alçağa inip çocukluğumu yaşatıyorsun. Ben her durumdan keyif alıyorum. Seninle yükselmekte güzel, alçalmakta.
—Bilmiyordum açıkçası. Çok ilginç bir benzetme oldu. Yani daha önce kimse beni dönmedolaba benzetmemişti. Demek ki sen de beni duyulmamış tabirlerle nitelendiriyosun.
—Çünkü ben başkayım.
—Hem de bambaşka.
          Aslan banyodan çıkıp beline havlusunu sardı. Sonra benim havlumu alıp beni sardı. Bir bebek gibi benimle ilgilenmesine hiç itiraz etmiyordum. Dolaptan temiz çamaşırlar alıp beni giydirdi. Sonra pijamalarımı giydirdi. Ardından kendi şortunu giydi.
—Hadi tekrar banyoya.
—Neden?
—Saçlarını kurutacağım, kurutma makinesi oraya sabit.
—Gerek yok yaa.
—Başladığım işi bitirmeliyim, yarım bırakamam hadi gel.
          Çaresiz ayağa kalktım. Eline aldığı tarakla saçımı çekmekten korka korka hem taradı hem kuruttu saçlarımı. Aynadan onu izliyordum. Öyle büyük bir ciddiyetle yapıyordu ki. Reklam gibi gözümün önüne gelen hayalimde kızımızn saçlarını kurutması vardı.
Fön makinasını yerine koydu. Odaya geçip yatağa oturdum. Eline tokamı alıp geldi.
—Hadi canım?
Arkama oturdu ve saçlarımı örmeye başladı.
—Sen saç örmeyi mi biliyorsun?
—Mimarım ben.
—Ne ilgisi var?
—Duvar da örerim, saç da.
—Hahahahah bu benim benzetmemden daha ilginç oldu gerçekten.
          Saçımı örgümsü bir karmaşaya soktu ve tokaladı. Aynada saçıma endişeli baktım.
—Olmadı mı? 
—Valla nice kuaförlere taş çıkartır.
—Yalandan kim ölmüş.
—Boşversene elinin değdiği her şey benim için güzeldir. Sormana gerek yok.
—Hadi yatalım artık. Yarın da kursta uyuma.
—Girişte ekebilir miyim bi bakarız. Zamanı seninle geçirirsem uyumam zaten.
          Yatağa girdik. Yüzyüze döndük. Uzun uzun günün kritiğini yaptık ve bu şehirde neleri merak edip görmek istediğimizi paylaştık. Onun iş başvurularının nerede olduğu hangi güzergahtan gidersek aynı zamanda nereleri gezebileceğimizden. Her seferinde kaybolup geri döndük. Kıkır kıkır bir haldeydik. Sanki sevdiğim adamla değil de en samimi kız arkadaşımla muhabbet ediyordum. Onun her şekle girebilen bu haline bayılıyordum. Herşeyim oluyordu benim. Tam anlamıyla Herşey!

Sevgili okuyucular, üç günde bir bölüm yayınlıyorum. Emeğe saygı lütfen 😊.
Beğenmeden geçmeyiniz 😉

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin