40. BÖLÜM (+18)

448 46 24
                                    

—Eylem, Eylem baksana?
—Neee?
—32. soruyu ne yaptın?
—C yaptım. Ama bilerek değil.
—Olsun sana güveniyorum.
—Ben de sana güvenmiştim. 50 soruluk yoruma dayalı test! Mükemmel!!!
—35. Soruya geldin mi?
—Öyle yapmayalım sen kağıdını bana ver ben hepsini işaretleyip vereyim.
—Olur al.
—Yaa öff bi git.
          Hoca öksürmeye başladı. Her ne kadar fısıltı şeklinde konuşsak da sessiz bir ortamda anlaşılıyordu. Hiç beklemediğim bir sınav geçiriyordum. Bildiğin ecel terleri döküyordum. Eymen'in kesin öyledir sözlerine kanıp not tutanların çoğalttığı kağıtlara bile bakmadım. Üniversite de bu dersi gördük ama böyle bir mantalite yoktu. Resmen zorluyorlardı. Tamam sertifika çok önemli değil diyeceğim ama müdürüme ne cevap verecektim. Böyle bir başarısızlık gerçekten küçük düşürücü. Ahh ben nasıl inandım bilmiyorum ki.
—Eylem?
—Çek şu ayaklarını!
—E bakmıyorsun?
—Sınavdayız.
—41?
—Bir susmadın ki 41. soruyu görelim. Şikayet edeceğim seni. Bırak beni.
—Tamam hepsini çöz sonunda karşılaştırırız.
—Git diğer kıza sor.
—Tanımıyorum onu.
—Beni de tanımıyorsun!
—Kimlik bilgilerini biliyorum.
—Eşeklik ettim haklısın! Sus!
          Yemin ederim odaklanamıyorum. Cevap vermiyorum daha çok bağırıyor. Sırtımı döndüm ayaklarıyla vuruyor. Aradaki çanta zaten yerde. Sorular zor. Dört günlük eğitimin ikisinde yoktum. Birinde ruhen diğerinde bedenen. Benim ona sormam gerekirken neredeyse tüm soruları bana sordu. Başım ağrımaya başladı. Çöz çöz bitmiyor. Hele de yaptığından emin değilsen çözdüğün de sana çözülmemiş gibi gelir. Eymen sonunda susmuştu. Bir gözüyle beni kontrol ediyordu, bitirdiğim an abanacaktı soru sormaya. Sırf bu yüzden aynı soruları defalarca okudum.
—Eylem çok yavaşsın, yetiştiremeyeceksin?
—Sana ne!
—Ayıp oluyor ama, o kadar yardımcı oldum sana.
—Bedeli çok ağır oldu sağol!
          Soruları bitirmiştim. Aslında kontrol etmek çok istiyordum ama yanımdakine daha fazla tahammül edemedim. Hızla toparlandım.
—Kolay geldin sana.
—Eylem dur nereye?
          Cevap bile vermeden kaçar gibi çıktım. Bir daha karşılaşmak istemiyordum o densizle. Aslan'a hak vermemek elde değil. Bahçeye çıktığımda derin nefes aldım resmen temiz hava bol güneş insanı kendine getiriyordu. Allaha kaldı sınav sonucum, mahcup olmayacak not almam dileğiyle artık. Aslan'ı aramam gerek diye düşünürken kendime hayretle baktım. Etrafımda bir tur döndüm. Sonra da söylenmeye başladım "İnanamıyorum sana Eylem, çantanı içeride mi bıraktın. Nasıl bir ahmaklık bu? Off, çünkü yere düşmüştü." Kendi kendime yaşadığım hayal kırıklığı ile geri dönüp almak istedim ama sınav bitmeden içeri girmeme izin vermediler. Ne dediysem ikna edemedim. Kapının önünde delirdim resmen. Önce kendime kızdım unuttum diye, sonra Eymen'e kızdım saçma tavrından dolayı kaçar gibi çıkmak zorunda bıraktı diye, işin garibi Aslan'a da kızdım çantayı araya koyma fikrinden dolayı. Kucağımda olsa böyle olmazdı! Bahçede banka oturup beklemeye başladım. Ayağımı sabırsızca yere vuruyordum. Keşke telefonum cebimde olsaydı ama cebim yok ki. Param olsaydı en azından marketten bir yerden arardım. Kendi kendimi yedim. Aslan'a çıkış saatini söylemiştim. Neden gelmedi ki. Beklemek hiç bu kadar bunaltıcı olmamıştı. Geçen zaman boşa akıyordu benim için.
—Hah Eylem buradasın demek?
—Eymen, ne olur çantamı getirmiş ol.
—Getirdim, beni yarı yolda bırakıp gitmiş olsan da ben getirdim.
—Bu yolda seninle yürüyeceğime dair bir söz verdiğimi hatırlamıyorum.
Çantamı almak için uzandığımda eliyle geri çekti.
—İnsanlık!
—İnsanlık iyiliği karşılık beklemeden yapmaktır, seninkisi çıkar ilişkisi oluyor. Ha illa da sen gibi olmamı istiyorsan benden aldığın cevaplara karşılık çantamı getirmişsin sayalım. Şimdi verir misin çantamı?
—İnsanlığın yanında bir de yardımlaşmayı hatırlatayım sana.
—Ahlaki değerlerimizi senden öğrenmeyeceğim. İnsanlık dışı davranıyorum ve yardımsever değilim tamam mı? Şimdi ver artık şu çantamı!
          Elinden almaya çalıştığım çantamı devamlı havaya kaldırıyordu. Sırık gibi boyuyla ne kadar zıplasam da ulaşmam imkansızdı. Tahammülüm kalmamıştı ve bağırmaya başladım.
—Ne istiyorsun Eymen?
—Bir özür bekliyorum en azından.
Hayret dolu bakışlarla baktım. Sinirden gülmeye başladım.
—Özür mü? Bok gibi bir sınav geçirdim bunda yüzde elli bilmememin etkisi varsa yüzde ellisi de sana cevap yetiştirmekten dolayı. Neyin özrünü dileyeceğim senden.
—Sana bir şey söyledim bitirince kontrol edelim dedim. Bekleseydin böyle olmazdı.
—Mecbur muyum? Madem değerlerden bahsediyorsun bir de hakkı adaleti düşün. Herkes hak ettiğini alsın. Banane senin kağıdından!
—Bu sınav benim için çok önemli ama!
—Ba-na-ne!
          Son bir sinirle çantamı tutan kolunu aşağı çekerek zıpladım. Çantamı yakalamıştım ama bileğimi burkmamla tökezlemem bir oldu. Eymen düşmemem için eliyle belime sarıldı. Ve çantamın içindekiler etrafa saçıldı.
—Ne oluyor burda?
Eymenle kafalarımızı aynı anda sola çevirdik.
Aslan!
Eymen direk kollarını gevşetti ve son derece sakin bir ses tonuyla
—Bir şey yok, kız arkadaşın düşmek üzereydi ben de onu tuttum bu kadar?
Çantamdan dökülenleri toparlamaya çalışırken duyduğum cevapla gözlerimi sonuna kadar açarak Eymen'e baktım.
Aslan sanki ilaç yemiş de gelmiş gibi sakindi.
—Teşekkür mü etmeliyim?
Eymen en gıcık gülümsemesiyle cevap verdi.
—Yani evet ama önemli değil. Benimkisi İnsanlık!
           Üstüne basa basa söylemişti.
Aslan yanıma eğilip eşyalarımı toparlamama yardım etti. Bir şey desin diye bekliyordum ama susuyordu. Bu sabah bu herife gıcık olan adam neden şimdi susuyordu, delirecektim. İçimde kasırgalar eserken sakince Aslan'ın elini tuttum.
—Aşkım senden bir şey rica edebilir miyim?
—Söyle hayatım?
Gözlerimin içine bakıyordu.
—Döv onu!
          İşte şimdi Aslan kendine geldi. Sağa seğiren gülümsemesiyle "Zevkle" diyerek alnıma bir öpücük kondurdu. Sonra yumruk yaptığı sağ elini Eymenin sağ yanağına indirdi. Eymen beklemediği bu darbeyle yere kapaklanırken gözlükleri fırlamıştı. Toparlanmaya çalışırken yakasına yapışan Aslan
—Sana vurmadan bu şehirden gitseydim gözüm arkamda kalırdı!
          Kekelemeye başlayan Eymen korku dolu gözlerle bakıyordu. Az evvelki dik başlı ukala tavrı yerle bir olmuştu.
—Be be ben ne yaptım ki?
—Benim olana dokundun!
          Sağ gözüne de bir yumruk geçirince içimin tüm yağları erimişti. Az evvelki sinirimin öcünü alıyor oluşuna mı yoksa kurduğu o son cümleye mi bilemiyorum. Hiç istemesem de Aslan'ı tuttum.
—Gidelim canım, o da yattığı yerden empatiyi, saygıyı hatta becerebilirse hoşgörüyü falan düşünsün. Lazım olacak ona!
          Aslan yakasından yere doğru ittirdi Eymen'i. Arkasını döndü ve koltuğunun altına beni alarak arabaya doğru yürümeye başladık. Burktuğum ayağımla hafif topallıyordum.
Arabaya bindik. Çocuklar yoktu neyse ki. Ben Aslan'ın ellerine uzandım.
—Acımıyor değil mi?
Aslan gülümsedi.
—Niye acısın Eylem. Zevkten kan dolaşım hızım arttı.
—Adrenalinden olmasın o?
—Önemli olan sonuç güzelim.
—Hiç vurmayacaksın ona diye çok korktum.
—Ben de yine onu savunacaksın diye korktum. Çantanı alma savaşını gördüm. Yüzünden ateş fışkırıyordu. Neler yapabileceğini görmek istedim. Ama sana dokundu ya, kan beynime sıçradı resmen!
—Aferin yaa ben orda cebelleşirken sen izledin mi? Beni mi sınadın yani?
—Sadece seni değil kendimi de sınadım ne kadar sakin kalabilirim diye. Ama o son sıçrayışın çok iyiydi. Bence uzun atlamaya falan yazıl.
Aslan'ın keyfi baya yerine gelmişti.
—Geç dalganı bakalım. Ama eline sağlık.
—Ayağın nasıl, gösterelim mi?
—Yok yaa ovalıyorum şimdi onu geçer birazdan.
—Tamam, torpido da soğuk su var tut oraya şişmesin. Ağrırsa, geçmezse söyle.
—Tamam.
Yola bakarken sırıtıyordu.
—Bu arada anlat bakalım nasıl o hale geldin?
          Bütün olup biteni anlattığımda Aslan'ı geri dönmemeye zor ikna ettim. Sanki orada durmuş bizi bekliyor! Ama yok, illa da bir yumruk daha atmalıymış, neden durdurmuşum ki onu, ağzını burnunu kırmalıymış. Saydı durdu. En sonunda ben sustum, o sustu. Uzunca süren sessliğin ardından konuştum.
—Aslan?
—Efendim?
—Sınav bok gibiydi.
—Gece telafi ederiz.
           Hiç de komik olmayan bu söz üzerine ikimiz de kahkahalarla gülmeye başladık. Delilikten mi, stresten mi, mutluluktan mı bu haller? Araba kullanan haline şöyle bir baktım da aşktan galiba.
—Nereye gidiyoruz?
—En sevdiğin yere?
—Ben en sevdiğim yerdeyim zaten.
           Sağ elini direksiyondan ayırıp yanağımı okşadı.
—O zaman sevdiğin ikinci yere.
—Allah allah, söyle işte.
—Alışveriş merkezine. Cansu ve Yaman orada. Akşamki yemek için illa da şık olmak istiyormuş.
—Yemek nerede ki?
—Kız kulesindeymiş.
           Küçük bir çığlık attım.
—Ciddi misin?
—Neden bu kadar heyecan yaptın ki?
—Ben çok merak ediyordum orayı.
—İyi ya işte bir merakınızı daha gidereceğiz hanımefendi. Tabi alışverişten başınızı kaldırıp gidebilirsek.
—Seninle ilkleri yaşamak öyle keyifli ki.
—Ben öyle düşünmüyorum.
—Nasıl yani?
—Seninle aynı şeyi yüz kez de yaşasam çok keyif alırım. Ne olduğunun önemi yok, seninle yaşamak keyifli.
—Çünkü sen sevdiğinle geçireceğin monotan hayatı seviyorsun.
—Unutmamışsın.
—Mümkün değil... Geri döndüğümüzde o yere tekrar gidip piknik yapalım olur mu?
—Olur. Havalar bozmadan yaparız.
—Tamam.
          Arkama yaslandım. Gülümseyerek yola bakıyordum. Çok geçmeden geldik. Önce Cansu ve Yaman'ı bulduk.
—Aaaa Eylem çok şükür geldin. Vaktimiz çok az. Gel hemen sana beğendiklerimi göstereyim. Zaten o mağazada çok güzel şeyler şey. Resmen hepsi beni al diye bana bakıyor.
          Cansu koluma girdi çekeleyerek aklındaki mağazaya götürüyordu beni. Bileğim biraz beni zorlasa da yine de ayak uydurmaya çalışıyordum. Aslan da Yaman ile beraber arkamızdan geliyorlardı. Biz mağazaya girince çocuklar gözden kayboldular. Cansu eline aldığı iki elbiseyi bana uzattı. Sence hangisi? Elbiselere baktım ikisi de oldukça iddialı geldi bana. Biri Kırmızı, biri siyah, biri mini, biri yırtmaçlı, biri askılı, birinin sırtı yok.
—Eee Cansu bunlar fazla abartılı değil mi? Yaniii nasıl desem fazla davetkâr. Şöyle biraz daha masum bir şeyler bakmalısın bence. Sonuçta sen bir anne olacaksın.
—İyi de bunlar benim için değil ki, senin için?
—Benim için mi?
—Evet, hadi seç birini.
—Ben bunları giyemem.
—Neden? İddialı olmalısın ki Aslan'ın aklını başından almalısın. Seni kaybetmemeli.
—Bunun için böyle elbiselere gerek yok. Biz hiçbir zaman görsellikle ilgilenmedik. Bırak Aslan'ın aklı başında kalsın doğru düşünüp doğru kararlar alsın.
—Tamam, buyur mağazadan istediğini seç, zaten hepsi çok güzel.
Alınmış olmasından korktuğum için gülümsedim.
—Evli olsaydık evde hazırladığım akşam yemeğinde yanında giymek için kırmızıyı alırdım.
Cansu da aynı şekilde gülümsemişti.
—Çok güzel değil mi?
—Evet. Neyse sen aldın mı kendine bir şey?
—Aldım tabi Yaman taşıyor. Hadi sen de hızlıca seç de aşağıda hazırlanıp gidelim.
—Aşağıda derken?
—Kuaför var aşağıda.
—Ya ne gerek var. Ben toparlardım saçımı falan.
—Eylem bari buna itiraz etme. Tamam anladık doğallık seviyorsun da en azından bu akşam doğalın dışına çıksan?
—Bu gün yeterince çıktım zaten. Ama seni kırmayayım.
—Ne oldu bugün?
Günün kısaca özetini geçerken elbise deniyordum. Cansu anlatıklarımı heyecanla dinlerken giydiğim elbiselere burun kıvırıyordu. İnsanın hemcinsine elbise beğendirmesi ne kadar zor. En son giydiğim elbiseyi görünce oturduğu yerden ayağa kalktı
—Evet bu!
          Aynaya dönüp kendime baktım.
—Ne yalan söyleyeyim ben de beğendim de.. Olmaz bu.
—Neden, çok güzel oldun.
—Yakası?
—Tamam biraz açık ama bir kerecikten ne çıkar.
—Ben alışık değilim Cansu, hem eminim Aslan'ın da hoşuna gitmeyecek. Akşamı zehir etmeye ne gerek var.
—Eylem yemin ederim evlenilecek kızsın. Aslan'ın ne düşüneceğini düşünerek hareket ediyorsun. Kalmadı sen gibisi.
—Geri döndüğümüzde beni neyin beklediğini görebiliyorum. Kalan 2 günümü bir elbise yüzünden küs geçiremem.
—Tamam soralım neler yapılabilir diye.
—Zamanımız yok tadilata.
—Kuafördeyken hallederler onu. Şöyle aşağıdan biraz dikseler olur bence. Hadi soralım.
          İsteklerimizi karşılamaya hazır satıcılar elbiseyi hızla terziye götürdüler. Biz de en yakın ayakkabı mağazasına girip çanta ve ayakkabımızı aldık. Ben böyle özel günler, düğünler, yemekler için gardolabımda ne varda onu uydurur, takar takıştırırım. Böyle alışveriş yapayım, aldığımı hemen giyip hazırlanayım falan biraz yabancı bana. Kendi paramla hareket ediyor olsam da üzerime oturtamadığım, eğreti duran bu yaşam şekli çekingen davranmama sebep oluyordu. Cansu'yla takılmak çok keyifli ancak standartlarımı yükseltiyordu. Oysaki şuan pijamalarımla yatağın üzerinde Aslan'la kıkırdamayı tercih ederdim.
          Kuaförde Cansu ile verdiğim savaşı kazandım. Ve sonunda hafif dalgalandırdığım saçlarımla, makyajımı yaptırdım. Cansu hazırlanırken terziden gelen elbisemi giyinmeye başladım. Yakası hala çok açıktı ama antipatik olmamak için daha fazla bir şey demedim. Tamamen hazırdım.
—Cansu haydi gidelim artık, açlıktan midem  sırtıma yapıştı.
—Tamam on dakika içinde geliyorum Eylem.
Ben de bu zaman diliminde Barış'ı ve Ezgi'yi arayarak iyi olduğumun haberini verdim. Barış ilgisizliğime şikayet etse de, geri döndüğümde daha farklı bir Eylem'le karşılaşacağını düşünerek avutuyordu kendisini. Tam tersi bir Eylem olacağımı nerden bilebilir ki.
          Cansu kabinden çıktığında abartısız bir şıklık yaratmıştı.
—Kendin için böyle bir elbise seçerken neden bana o elbiseleri seçtin.
—Amacım başkaydı Eylem boşver. Böyle de çok güzel gözüküyorsun.
—Teşekkür ederim. Bileğimi bu topuklular daha fazla acıtıyor. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum.
—Bizimkiler kapıdaymış. Çıkalım.
          Kapıya çıktığımızda erkeklerin de kostüm değişikliği yaptığı belli oluyordu. Sade ama hoş bir görüntüleri vardı.
—Aslan bey siyah beyaz size yakışmış, göz dolduruyorsunuz.
—Çıkmadan kendine bakmadın sanırım.
—Yok bakmadım, nasıl görünüyorum?
          Şımarık bir kız gibi karşısında tam tur döndüm. Aslan kollarımdan tutup beni kendisine yanaştırdı. Ve ağzıma içine konuştu.
—Sadece göğüslerini görüyorum ve direk odaya gitme isteği uyandırıyor. Orayı görecek olan herkeste bu istek olacaktır. Umuyorum bir şalın vardır?
—Bu mu yorumun yani?
          Beklediğim bir yorumdu, yine de hayal kırıklığı oluşturdu bende. Ve yüzümden bunu anlamış olacak ki elimden tutup biraz uzaklaştırdı baştan aşağı yeniden ama ağır ağır süzdü. Tamamı fransız dantelden oluşan siyah bir elbise. Kolları uzun tülden, eteği asimetrik kesim kloş. Ancak iç astarı baya kısaydı. Naif ama sexy bir görüntü vardı. İnce bant ayakkabılarla ve tabiki gümüş yonca kolyemle tamamlamıştım. Aslan kafasını ağır ağır sağa sola salladı.
—Bu gece yanımdan ayrılma sakın dedi.
—Türkçe meali off aşkım harika görünüyorsun, daha önce böyle güzel bir kadın görmemiştim, her şeyinle mükemmelsin, başımı döndürdün falan di mi?
          Aslan kahkaha attı. Kulağıma eğildi
—O meal üzerinde bir şey yokken geçerli.
          Gözlerimi kısarak baktım.
—Pislik.
          Arabaya kadar kolkola yürüdük. Kız kulesine gidebilmek için gelen tekneye bindik. İhtişamlı bir görüntüsü vardı. Ve gelen gürültüler içerisinde basit bir yemekten daha fazlası olduğunu gösteriyordu. Benden önce Aslan atıldı
—Ne var orada?
—Yemek.
—Yani üstümüzü değiştik tamam dedim tişört mekana basit herhalde. Ama buradan baya parti havası gözüküyor.
          Yaman dişlerini sıka sıka cevap verdi:
—Aslanım biliyorum böyle şeylerden çok hoşlanmıyorsun, ben de istekli değildim çok ısrar etti. Evliliklerinin 10. Yılıymış kutlama yapıyorlar.
—Adamı 2 kere gördüm. Beni ne ilgilendirir evliliği.
—Beni de ilgilendirmiyor. Boşver bizbize eğleniriz, yemeğimizi yer döneriz.
          Aslan daha fazla bir şey dememişti ama baya gerilmişti. Yüzünü çevirdiği o karanlık denize sertçe bakıyordu. Elini tuttum, başka başka şeylerden söz ederek biraz dağıtmaya çalıştım. Ancak pek de başarılı olduğum söylenemezdi. Kuleye gelip indiğimizde içeriden tatlı bir müzik sesi geliyordu. Etrafın büyülü atmasferine bakarken tökezledim, Aslan'a tutundum. Aslan öldürücü bakışlarını bir ayaklarıma bir bana attı. Tüm şirinliğimi kullanmaya çalıştım.
—Biliyorum, biliyorum ama napim bu elbiseyle de sandalet giyemezdim.
—O bileğin kötü olsun bak ayakkabıların sonu ne oluyor.
—Geceyi atlatayım da ayakkabıyı dert eden kim.
          İçeride düzenli dizilmiş masalar ve servis köşesi vardı. Girişin sol tarafında yukarıya çıkan merdivenler vardı. Davet sahibi bey ve hanımı bizi girişte yakalayıp güler yüzle karşıladılar. 40 lı yaşlarında olmalarına rağmen oldukça genç duruyorlardı. Bizde iyi dileklerimizi söyleyip masamıza geçtik. Yemek servisi birazdan başlayacaktı. Etraf çok kalabalık olsada masamızda garip bir sessizlik vardı. Teknedeki gerginlik sürüyor gibiydi. Aslan'a döndüm.
—Aşkım yemek servisi olana kadar gezsek burayı olmaz mı?
—Olur hadi.
          Sanki bunu bekliyormuş gibi direk ayağa kalktı. Cansu'ya gülümseyip göz kırptım
—Biz hemen geliriz.
         Merdivenlerden ikinci kata çıktık. Bir kaç çift vardı sadece. Duvarda boydan boya resmedilmiş bir destanın öyküsü. Dalgalarda boğuşarak can vermiş bir sevdalı ve başında mutsuz bir aşık. Etkileyici ama üzücü bir resimdi. Arkamı resme döndüm yüzünü Aslan'a.
—Bütün gece surat asmayacaksın değil mi?
—Seninle bir ilgi yok.
—Biliyorum. Ama sen keyifsiz olunca ben de mutlu olamıyorum.
—Zoraki yaptırımlardan hoşlanmıyorum.
—Evet haklısın, ama bir kerelik olan hata için Yaman'a tavır koymamalısın.
—Tavrım Yaman'a da değil aslında. Bilmiyorum Eylem garip bir gündü. İçimi toparlayamıyorum.
—Nasıl yardımcı olabilirim.
—Sarılsan?
          Bugün bana attığı o yan gülüşün iadesini yaptım ve
—Zevkle.. dedim.
          Boynuna sıkıca sarıldığımda Aslan'da kollarını belime doladı. İçime doldurduğum kokusuyla benim de buna ne kadar ihtiyacım olduğunu farkettim. İkimize de iyi geldi.
—Eylem keşke odamızda olsaydık.
—Keşke, ama şimdi buradayız ve Arkadaşlarımızı üzmeyelim.
          Aslan sonunda gülümsedi. Ben de derin bir nefes aldım.
—Seninle başım dertte!
          Kıkırdamıştım.
—Hadi yukarıya da bakalım.
           Kulenin daracık merdivenleri bambaşka bir destana açılıyordu. Hepsi de hüzünlü destanlar. Bu üzüntülü hayatlar yüzünden denizin ortasında yalnız kalmaya mahkum edilmiş bir kız çocuğu bu kule. Dışardan bakıldığında ne kadar başı dik ve gösterişliyse. İçeriye girildiğinde o kadar omuzları çökmüş ruhu virane olmuş bir yapıydı. En üst kattaki küçük kafenin balkonundan o koskoca şehire bakıyorduk. Karanlık sulara gömülmüş bir kuleye verilmiş bir ceza gibi ışıl ışıl bir şehir.
—Eeee güzelim, burayı da istemeyecek misin? Bak bu balkona saksı koyarsın, avluya çocuk parkı, kafenin yerini yatak odası yap hatta.
          Hafifçe başlayan gülümsemem kahkahayla devam etti. Aslan devam ettiriyordu
—Girişi salon ve mutfak yaparsın. Ara katı günlük oturma odan. Duvarları pembeye falan boyarsın.
          Gülmekten gözümden yaş geliyordu.
—Tamam ne olur yeter, makyajım bozuldu hep.
—Oowww derdin büyüğü de sen de.
—Yok aşkım yaa, burayı sevmedim. Hüzün kokan bir yer, sanki burayı seçersem mutsuz olacakmışım gibi. Ben saray istiyorum, kule yazlığımız olsun.
          Son cümleyle Aslan gülmeye başladı.
—Nasıl bir tutarsızlık bu?
—Bilmiyorum. Haydi inelim açlıktan bayılacağım.
          Cansu ve Yaman'ın yanına indik. Masa donatılmıştı. Gözlerim yuvasından çıkarak oturdum.
—Aslan'ım kusuruma bakma emrivaki yapmamalıydım.
—Önemli değil, ben de gergindim fazla sert çıkıştım. Hep Eylem'in yüzünden.
          Adımı duymamla ağzımdakini püskürtüp öksürmem bir oldu.
—Ben ne yaptım?
—Elbisen?
          Acıklı gözlerle Cansu'ya baktım.
—Hakkını yeme kızın, kırk takla attı sana uygun elbise seçeceğim diye. Yakasını dert etti durdu. Bir akşamlık kıskanıver sende.
          Aslan dönüp bana baktı. Bakışlarıyla seviyordu beni. Tabağımdan aldığı balığı eliyle bana yedirdi.
—Aç kalma, daha çok eğleneceğiz.
           Eğlenceden kastını anlamıştım. Gece uzun olacaktı belli. O yüzden yemeğe devam ettim. En romantik danslarımızı yaptık, en komik halaylarımızı çekmiştik. Tüm gerginlikler uçup gitti. Masada neşeli bir hava çalınmaya başlamıştı. En çok da Eymen'in yediği dayak güldürmüştü bizi. Aslan'ın benim taklidimi yaparak 'döv onu' demesi karnımızı tuta tuta gülmemize sebep olmuştu. Acayip şekilde attığımız kahkahalarla bizi postalayacaklar diye korkuyorduk.Kendimizi frenlemek için derin derin nefes alıyorduk. Havayi fişek gösterisi olacağı söylenince herkes avluya çıktı. İçeride üç beş kişiyle kalmıştık. İnsanların birbirlerini ite ite çıkışları bizi biraz daha güldürmüştü. Artık ağzımızın yayları gevşemişti ve uçan kuşa bile güler olmuştuk. Saat neredeyse gece yarısına geliyordu. Artık kalkalım dedik. Ve otele dönüş yolculuğumuz başladı. Vardığımızda arabadan inerken yüzümü buruşturdum. Aslan ayakkabılarıma sövdü. Ve yaslanmama izin vererek odamıza girdik. Masaya ellerimi koyup başımı eğdim. Tüm saçlarım yüzüme döküldü. Aslan yanımda yere çömelerek ayakkabılarımı çıkardı. Burkulan ayağımı havaya kaldırıp inceledi.
—Morarmış bu Eylem.
—Hadi ya, acısından bir şey olduğu belliydi.
—Yarın bir baktıralım bunu.
—Tamam.
          Ayağa kalktı. Ve arkadan belime sarıldı. Açıkta kalan boynumu öptü. Dudaklarındaki sıcaklık tüm bedenime yayıldı. Doğrulup bana sarılan ellerine tutundum. Sola yatırdığım başımla boynumda ona yer açtım. Çenesini koyup belimi biraz daha sıktı.
—O kadar güzel olmuştun ki, gördüğüm ilk andan beri bu anın hayalini kurdum.
—Hımm ben de bu övgü ne zaman gelecek diye bekledim.
          Boynuma bir öpücük daha geldi. Sonra bir tane daha. Geri çekilip elbisemin fermuarını açtı. Omuzlarımdan yavaş yavaş açarak yere, ayaklarımın dibine düşürdü. Üstten tamamen çıplak kalmıştım. Kendine doğru döndürdü. Usulca dudaklarıma yaklaştı. Öpüşürken ben de gömleğin düğmelerini çözüyordum. Hiç dudaklarımızı ayırmadan üzerindeki gömlek de yere düştü. Elim bu kez kemerine gitti. Pantolonu da ustaca ayaklarının dibine düşürünce hınzırca gülümsedim. Aslan öpücüklerine göğüslerimde devam edince arkamdaki masaya tutundum. Göğüs ucumu dişlerinin arasına alınca başımı geri atarak inledim. Dudakları bedenimde tül gibi gezerek göbeğime, oradan kasıklarıma geldi. Dişleriyle yavaşça çamaşırımı çıkardı. Açıkta kalan kadınlığıma dudakları değdiği anda daha fazla inlemeye başladım. Masanın kenarını sıkıyordum. Aslan sesimin tonundan aldığı şevkle daha fazla dokunuyordu. En sonunda dayanamayarak kollarından tutup ayağa kaldırdım. Şehvet fışkıran bakışlarını gözlerime kenetledi. Topallayarak onu yatağa doğru ittirdim. Yatağın kenarına oturunca sıra bende artık dedim. Çamaşırını çıkardım ve beni bekleyen erkekliğini dudaklarımla sararak aynı heyecanı ona yaşattım. Hırıltıların arasında adımı söylemesi beni en çok şevklendiren sözcüktü. İlk kez bir sevişmemizde gel diye o bana yalvarıyordu. Bense daha çok uzatarak onu kışkırtıyordum. Çağrısına daha fazla dayanamayarak üzerindeki yerimi aldım. Ellerimi göğsüne dayayarak en ateşli bakışlarımla kalkıp oturduğum bedeniyle alev alev yanıyorduk. Hızlanmak istediğimde ayağımdaki acıyla yine yüzüm buruşunca belimden tutup yatağa devirdi beni.
—Saltanatınız sona erdi Sultanım. dedi.
—Burası hangi saray?
—Benim gönül sarayım.
—Öyleyse ölene dek beni burada yaşat.
—Bu sarayda ölüm yok. Ebedi bir hayat var.
          İyice içime yerleşirken iniltilerimin arasında cevap vermeye çalışıyordum.
—O hayatta kimler var?
—Sadece biz.
—Ahhh... öyleyse bizi bırakma olur mu?
—Asla!
          Daha cevap veremeyecek kadar çok kendimi kaybetmiştim. Ellerimle tutunduğum çarşafı sıkıyordum. Üzerimdeki gidip gelmelerine öpüşleri, göğüslerimi sıkması ekleniyor ve kendimden geçiyordum. Ayak parmaklarımdan başlayarak yukarıya doğru yuvarlanan bir top gibi içimdeki arzu yükseliyordu. O top kasıklarıma geldiğinde nedensiz durmasından korkup daha hızlı olmasını istedim. Ve arzular içimden fışkırırken Aslan diye hırlıyordum. Kaç kez adını tekrar ettim bilmiyorum. Benim hemen ardımdan gelen Aslan'da Eylem ismini soluyordu. Tamamen rahatladığında üzerime yığıldı. Yüzünü boynuma gömdü derin derin soluyordu. O kadar uzun zaman geçmişti ki uyuduğunu düşünmeye başladım.
—Aşkım, aşkım?
—Hıııı
—Göğüslerim eziliyor.
          Yana doğru devrilip yanıma yüzüstü uzandı. Kollarını yastık yapıp başı bana dönük yattı. Bende bedenimi ona doğru döndürdüm. Ve içimde büyüyen derdimi döktüm.
—Yarın son gecemiz.
—Farkındayım. Her güzel şeyin sonu.
—Evet.
          Bekliyordum, gitmeyelim burada kalalım demesini. Evet yapılamayacak bir şey olduğunu biliyordum. İkimizde o kadar çılgın değiliz. O ailesine sırtını dönemez ben mesleğime. Yine de bu istekte olduğunu, kalan hayatını sadece benimle yaşamak istediğini duymak istiyordum. Evet zaten bu böyle iliklerime kadar hissediyorum. Ancak bazen öyle anlar olur ki en iyi bildiğin şeyi tekrar tekrar duymak istersin. Ne var ki söylemedi.
—İyi ki geldin ama çok güzel geçti zaman.
—Evet.
         Neden hemen boğazım düğümleniyordu ki. Bir cümle kurarsam direk gözlerim ele verecekti acımı.
—İstanbul macerasında en keyif aldığın yer neresi oldu?
—Banyo.
—Gerçekten mi? Desene 'İstanbul sen mi büyüksün ben mi' cümlesindeki tek kazanan kişiyim.
         Buruk bir gülümseme oldu yüzümde.
—Evet.
—Ne oldu Eylem?
—Hiçbir şey. Bir kez daha yapalım mı?
—Uykun yok mu?
—Yarın erken kalkmak zorunda değiliz.
—Emin misin?
—Hiç olmadığım kadar.
          Uzanıp dudaklarını öperken içimde biriken tüm acıları bastırıyordum. Buraya biz olmaya gelmiştik. Her şeyi arkamızda bırakarak. Döndüğümüzde reklam bitmiş olacaktı ve film devam edecek. Hayatımda izlemekten en keyif aldığım reklam. Aslan'a olan sevdam bir iken binlere ulaştı burada. En güzel günlerim gecelerim geçti. Şimdi aynı artan sevdam gibi acıyı da daha yoğun hissediyordum.
Sarıldım tek dermanıma, kalan son günümüze.
Anı anda yaşayacağım.
Acımı dönünce!


Beğeni ve yorumlarınızı esirgemeyiniz ☺️
Herkese Hayırlı Ramazanlar ☺️

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin