28.BÖLÜM

316 47 15
                                    

—Aşkım sana aldığım çiçeği beğendin mi?
—Ne çiçeği Barış?
—İstemeye geldiklerinde getirilen çiçek, ben seçtim onu. Nasıl?
—Ne bileyim çiçek işte. İncelemedim, annem ilgilendi kendisiyle.
—Ama kendim tek tek seçtim. Hangisini daha çok seversin bilemediğim için hepsinden biraz biraz ekledim. Dünyanın da parasını aldı haa. İsteme çiçeği dedim diye mi yoksa gerçekten çiçekler pahalı mı bilemiyorum. Babam bir dünya laf etti. Daha bir çiçeğin parasına bu kadar söyleniyorsa düğün masraflarında ne yapacak merak ediyorum. Evi, eşyası, mekanı, elbisesi bir sürü şey var değil mi?
Eylem sen beni dinliyor musun?
—Evet evet dinliyorum. Haklısın bir sürü şey var gerçekten. Allah yardımcısı olsun.
—Ne oldu ne düşünüyorsun?
—Hiçbir şey, seni dinliyorum işte.
—Sanki dalgın gibisin, aklını kurcalayan bir şey yok di mi?
—Yok.
—Bir sonraki istemeye köyden de gelmek isteyenler var...
          Barış anlattı ben dinledim, o konuştu ben sustum, heyecanı içine sığmıyordu benim de hüznüm. Mutluluğuna gölge düşecek diye en basit şeyleri bile kendisine dert ediyor, bense ne mutluluğuyla ne de derdiyle ilgilenebiliyorum. Söyledikleri kulağımdan girip beynime yerleşiyor ama o kadar. Anlamlandırmıyorum, yarın oluyor aynı şeyleri yine konuşuyor, sonraki gün yine.. Hep aynı konu etrafında dönüp duruyor. Aldığı çiçek, getirdiği çikolata, gelenlerin yorumları, bir dahakine kimler gelecek vs vs... Bir kaç aya tercih var yine kalma gitme meselesi, nikah olur mu olmaz mı derdi? Benim ağzımdan çıkanlarsa
'Hıhıı, bilmem, belki de, zannetmiyorum, herhalde, sen bilirsin, anneme sor! ...' Fikirlerimin, isteklerimin gerçekleşmediği bir zamanda konuşsam ne fayda..
          Evde de durum çok farklı değil, Barış'ın ailesiyle yatıp, onlarla kalkıyoruz. Tek konu bu. Ne yaparız, nasıl yaparız, nerede yaparız, kim gelir, kim gelmez, ne getirir... gibi gibi kendilerince sıkıntıları var işte. Benim ağzımdan çıkanlar değişmiyor, onların da hakkımdaki yorumları: 'Eylem sessiz, Eylem suskun, sanki bi durgun, bir şey mi var Eylem, sanki hiç heyecanın yok, sen de bir tuhafsın, bugün yine sesini duymadık... 'gibi gibi.. Bana karşı derine inmiyor kimse, gerçekte ne hissettiğimle ne istediğimle kimse ilgilenmiyor. Eylem hep böyleydi yaaa diyip geçiştiriyor, kendi isteklerini meşrulaştırıyorlardı. Ben de boyun eğiyordum.
          Aslan o akşamdan beri yok. Ne arıyor ne de yazdıklarıma cevap veriyor. Murat abi ile konuşuyor iyi olduğunu öğreniyorum o kadar. Ne benden gizlediklerini öğrenmeye çalışıyorum, ne de neden aramadığını.. Sonrasında değiştiremeyeceğim hiçbir şeyi kurcalamıyorum. Özlemiyor muyum, deliler gibi, yanımda olmasını, kokusunu içime doldurmasını, gülümsemesini, bana dokunmasını, güzelim diyerek bakmasını... Her bir zerresini, yüzünde oluşan her mimiği köpek gibi özlüyor, görmek istiyorum. Ama tutuyorum kendimi, bu duruma alıştırmaya çalışıyorum. Gün içinde kafamı oyalayacak bir şeyler bulup zamanı bir şekilde geçiştirebiliyorum da. Geceler ve yastığım benden yana baya dertli. Duvarlarla konuşup dertleşiyorum, bazen kızıyor bazen aşk yaşıyorum. Sanırım ciddi ciddi deliriyorum. Ama bir şekilde yaşıyorum işte. İşe gidiyorum ama makyaj yapmıyorum, yemek yiyorum ama doymuyorum, eve asla geç kalmıyorum, telefonumu ortada bırakıyorum, Barış'la vakit geçirmeye çalışıyorum. Herkesçe her şey tıkırında. Ama benim için değil.
         Bir kaç gündür Murat Abi de cevap vermez oldu mesajlarıma. İyice karanlığa gömüldüm. Gecelerim biraz daha uzadı. Göz altlarım morardı, yüzüm iyice çöktü. Aslan giderken tüm uykularımı yanında götürmüş anlaşılan. Murat Abi neden yazmıyor daha? Aramalarımı da açmıyor. İçimdeki sıkıntı her geçen gün daha çok büyüyor. Ben de karar verdim bugün okul çıkışı Murat Abinin iş yerine uğrayacağım. Çünkü tamamen kopmamın imkanı yok. Nefes alamıyorum öyle. En azından İyi olduğunu bilmeliyim, kendimi avutmalıyım. Bu düşünceyle hayatıma devam etmeliyim. Servisten iş yerine yakın bir yerde indim ve yürümeye başladım. Mekana geldiğimde herkes dik dik bana bakıyordu.Sanayi bölgesinde çalıştığı için çalışanlar hep erkekti. Kadınların çok fazla işinin düşmediği yerler.
—Merhabalar, Murat Bey burada mı acaba?
—Evet ofisinde, buyrun götüreyim sizi
         Üzerinde kirli tamirci tulumu bulunan 16-17 yaşlarındaki çocuk beni tamamı camla kaplı odaya götürdü. Murat Abi masaya eğilmiş bir şeyler karalıyordu. Başımı kapıdan uzatıp seslendim. Biranda başını kaldırıp bana baktı. Şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.
—Eylem, ne işin var burada?
—Sana ulaşamayınca yerinde ziyaret etmek istedim.
—Tamam ama burası görüşmek için hiç uygun bir yer değil, keşke haber verseydin.
—Son günlerde telefonun benden gelen aramalara kapandı. Bu nedenle haberdar edemedim.
Karşısına geçip oturdum. Merak dolu gözlerle bakıyordum. Bir ses, bir nefes olsun, bir haber versin diye.
—Eylem, bunun bir sonu yok.
—Ben de bir son istemiyorum zaten.
—Hayatına bakmalısın, Aslan bitti artık. Barış'a odaklan onunla yaşa.
—Abi tek mutluluğumu elimden alma. Yapamıyorum onsuz. Sen de benden elini çekme.
—Eylem, Aslan sana yazdığım mesajları gördü ve söylendi haklı olarak. Onunla kötü olmak istemiyorum.
Yüzüm asıldı,
—Anlıyorum.
—Bak Eylem, Aslan zannettiğin gibi biri değil. Bu kadar sevgiyi haketmiyor.
—Neden olduğunu anlatmıyorsun ki?
—Pekala; en basitinden seni götürdüğü o ev, o evi tek gören kız değilsin.
          Aklıma oraya gittiğimiz o ilk buluşma geldi. "Arabada ona evi kötü emellerine alet mi ediyorsun diye sormuştum? Bana sadece tuvalet için kullanıyorum demişti. Yani diye sormuştum. Oda gözümün içine bakarak bu eve gelen ilk kız sensin demişti" tekrardan sormadım bu soruyu. Umursamadım açıkçası. Ama şimdi Murat Abinin bunu söylemesi acıtmıştı. Başka kızların da oraya gitmesi bir yana benim oraya gittiğimi biliyor, o zaman orada ne yaptığımızı da.... Aslan bu soruma daha yeni saçmalama demişti!
—Benimleyken başkaları oldu mu?
—Hayır, zannetmiyorum.
—O zaman bu durum umrumda değil.
—O zaman şunu dinle: eski kız arkadaşıyla tekrar görüşmedim dedi sana ama aslında görüştü.
—Ne yapmaya çalışıyorsun abi?
—Gerçekleri görmeni istiyorum.
—Abi bunlar benden önce olan şeyler.
—Ama sana yanlış anlattı bunları. Yalan konuştu yani.
—Abi ben adama Barış'la görüşmüyorum derken, evdekiler de, Barış da onunla sevgili olduğumu sanıyordu. Benim yanlışım daha büyük.
—Eylem böyle olmaz ama, ben sana devamlı Aslan'dan söz edemem. Bu durum seni daha çok üzer.
—Yapma abi, çok seviyorum.
—Barış da seni seviyor, mutlu olmayı dene. Unutmayı dene.
—Unutamam...
—Eylem çok saçma değil mi ama? Hem hayatında Aslan olmayacak ama ondan devamlı haber alacaksın. Ne diye?
          Verecek bir cevabım yoktu, çünkü haklıydı saçma bir durumdu. Buraya gelmem kadar saçma. Tam o sırada telefonum çaldı. Çantamdan çıkarıp elime aldım ekranda Annem yazıyordu. Telefonu açtım
—Efendim anne
—Yolda mısın?
—Evet, bugün geç çıktık biraz. Daha varmama var.
—Tamam, cumartesi geliyorlar yine. Nişan takılacak. Haberin olsun.
—Öyle mi, nişanınız var demek. Beni de davet için arıyorsun herhalde.
—Boş boş konuşma oyalanma eve gel. Bir sürü işimiz var. Çabuk çabuk halledelim.
—Bu tarihi alan ve onaylayan kişiler işleri halledebilirler sanıyorum. Kolumu kaldırmam.
—Görüşürüz!
Telefon çat diye kapandı. Başımı kaldırıp Murat Abiye baktım. Gözlerim doldu.
—Ne oldu Eylem?
—Cumartesi günü nişanlanıyormuşum.
          Murat abi elindeki kalemi sertçe masaya attı ve arkasına yaslandı. Derin bir off çekti.
—Ne diyim Eylem senin işin zor. Kendi nişanından en son haberi olan kişisin. Ama işlerin hızlanması iyi. Ne olduğunu anlamadan olur biter her şey.
         Bir cevap veremiyordum. Nişan kelimesi kafamda dönüp duruyordu. Murat Abi hiç istemediğim şekilde polyanna takılıyordu. Ne yapsam göremeyeceğim sözde iyi şeyleri söyleyip duruyor. Bir gözümden yaş süzülmeye başladı.
—Eylem, daha fazla sana yardımcı olamam, şu durumda seni yalnız bırakmak istemem. Ama burası uzun süre oturman için uygun bir yer değil.
—Anladım Abi... Ben gideyim en iyisi.
         Ayağa kalktım. Murat abi de benimle beraber ayağa kalktı. Kapıya kadar geçirdi. Görüşmek üzere diyerek elini uzattı. Çok inandırıcı gelmese de aynı şekilde karşılık verdim. Bir kaç adım attım sonra geri dönüp baktım.
—Abi, ona iyi bak.
Başını salladı.
—Merak etme, sen de kendine iyi bak. İstediğin zaman beni arayabilirsin.
          Döndüm ve yürümeye devam ettim. Bu ne biçim bir çıkmaz. Kendi çaresizliğime doğru gidiyorum. Engel olamadığım bir sürü olaylar. Tek başıma dünyanın dönmesini durdurmaya çalışıyorum. Ama olmuyor işte. Gücüm yetmiyor. Ben de çaresiz dönüyorum. Sahilden eve doğru yürüyorum. Şuan yanımda olmasını istediğim, acımı dindirmesini beklediğim tek bir kişi var. Varlığı yeter mi bilmiyorum ama
elim telefon ekranında isminin üzerinde dönüp duruyor. Ne kaybedecektim ki onu ararsam. Neyim kaldı ki? İlk gün oturup ağladığım o banka geldim. Oturdum. Ve ilk günki gibi ağlıyordum. Sebepler değişse de ben hala aynıydım işte. Aramaya cesaret edemedim. Kalan gücümü toplayıp mesaj attım
—Her olayın bir sebebi bir de sonucu vardır. Bu bankta ellerimde çiçeklerinle ağlarken sebep sensizlik idi, şimdi sonuca geldim yine sensizliğime ağlıyorum.
5 dakika geçmeden yanıt geldi.
—Ellerin boş mu?
—Haziran ayında üşüyen biri olarak ellerim ceplerimde. İçime attığın tohumları, birlikte büyüttüğümüz o çiçekleri de ben kopardım. Bomboşum...
—Bu kez nerede olduğunu söylemene gerek yok. Geliyorum...
          Mesaj bana gülümsüyordu. Ben de ağlayan gözlerimle ona gülümsüyordum. Kimsenin kimseye verdiği bir vaad yoktu. Şuan tek istediğim beni anlayacan sıcak bir karşılama. Ve biliyorum ki bunu ondan başkası yapamaz. İkimizin yanyana gelmesine karşı çıkan tüm dünyaya rağmen gelecek işte! Ama evi idare edecek bir sebebe ihtiyacım vardı. Okuldan hocaları bahane ederek anneme kısa bir mesaj attım. Kesin inanmayacaktı ama umrumda değildi. Eve gidip nişan alışveriş listesi yapamazdım, bu kafa kaldırmazdı. Sonra birden önümde diz çöktü. Elleriyle başımı kaldırdı ve yüzüme baktı.
—Aşkla bakan bu gözleri ağlatanlar Allahından bulsun.
          Nasıl olduğunu anlamadım bir hıçkırık boğazımdan çıktı ve sıkıca birbirimize sarıldık. Yüzümü gömdüğüm omzunda sarsılırcasına ağlıyordum. Aslan hiç sesini çıkarmadan sırtımı sıvazlıyordu. Bir süre ağlamama izin verdi. Sonra toparlamaya çalıştı.
—Şşşşş güzelim sakinleş hadi. Yazık o güzel gözlerine.
—Seni görmeyecek olan gözü neyleyim ben.
—Şimdi de mi görmesin yani?
          Geri çekilip yüzüne baktım. Simsiyah gözlerine. Uzayıp karışmış sakalına. İnsan bir yüzü bu kadar nasıl özler. Aynı bakışla o da bana bakıyordu. Gözyaşımı silmek için uzattığı elini yanağıma koydu. Gözyaşımı sildikten sonra baş parmağı dudaklarımda gezindi. Sonra yüzü giderek bana yaklaştı. Öpeceğini zannettim ama anlını anlıma dayadı gözlerini kapattı öylece kaldı. Sonra ağzından çıkan tek şey
—Aaahhh Eylemm aaahhh...
          Gözyaşlarım sessizce süzülüyordu yanağımdan. Bir ahh sesi ne çok şey barındırıyordu içinde. Ne çok sevgi, ne çok mutluluk, ne çok üzüntü, ne çok pişmanlık, ne çok keşke...
         Önce gözlerini açtı o yakınlıktan bana baktı. Sonra en kuru yer olan alnımdan öptü. Kalkıp yanıma oturdu, ellerimi tuttu gözlerimin içine baktı. Derin bir nefes aldı.
—Anlat bakalım, nedir seni bu hale sokan şey?
Başımı eğdim, yüzüne bakarak bunları söylemek çok zor geliyordu. Ellerimizi izleyerek konuştum.
—Haftasonu nişanlanıyormuşum.
—Ne demek nişanlanıyorMUŞUM?
—Az evvel annem arayıp tarih belirlediklerini söyledi.
—Bu tarihi senin belirlemen gerekmez mi?
—Bana neyi soruyorlar ki? Yangından mal kaçırır gibi oldu bittiye getirmeye çalışıyorlar.
—Neden istemiyorum demiyorsun?
—Kimse konuşmama izin vermiyor, susturuluyorum. Azacık bir şey söylesem beni yanlış yaptığıma ikna etmeye çalışıyorlar.
—Barış iti ne diyor?
—Onun evde olup bitenlerden haberi yok, mutlu mesut amacına ulaşıyor.
—Ona söyle o zaman?
—Daha önceden ayrılmak istedim de ne kadar anladı beni? Ailemi taktı peşine. Şimdi iş bu hale geldiğinde nasıl anlayacak beni? Hangi kafayla?
—Ne yani göz göre göre gidip nişanlanacak mısın?
         Cevap veremedim. Ne evet diyebiliyordum ne hayır. İşte ben de bu noktada tıkanıyordum. Göz göre göre parçalanıyordum.
—Eylem kaldır başını.
         Ben hayır anlamında başımı salladım. Ne çok istesem de bakamıyordum o güzel yüzüne.
—Eylem, kafanın tepesini izlemeye gelmedim buraya. Hadi ama .
         Gülümsemiştim. Başımı kaldırdım.
—Hah şöyle, gülerken görmek istiyorum seni. Böyle çok daha güzelsin.
—Sana öyle geliyor.
—Evet bence de bana öyle geliyor. Aslında çok çirkinsin. Yüzüne bakılacak bişey değilsin. Ama insanlık da ben de yani.
Gülümsememi arttırmıştı
—Pisliksin..
—Ne güzel pislik diyorsun, insanın gerçekten olası geliyor.
         İçimi eritmişti söyleme sekli.
—Aslan?
—Efendim
—Her şey bir yana, sensizlik çok zor geliyor bana. Tüm enerjim çekilmiş gibi, sanki sen hayatımda olsan bütün bunları daha kolay atlatırmışım gibime geliyor. Sen gidince hepten pes ediyorum, madem Aslan yok, ne olacaksa olsun diyorum.
—Ben olsam da bir şeyleri değiştirmeye çalışmıyorsun ki. Ne yapayım yani seninle birlikte olmaya devam edip sevgilimin nişanlanmasını mı izleyeyim? Hayır ne zannediyorsun sana olan hislerimin bir heves olduğunu falan mı?
—Hayır tabi ki ama..
—Ama ne? Ama...
          Bir süre sessizlik oldu. Sadece birbirimize bakıyorduk fakat bu kez bakışlarımız da susmuştu.
—Eylem, ben sensiz mutlu muyum sanıyorsun? Ne gecem belli ne gündüzüm. Karıştım iyice. Ama yine de her şeye rağmen seni seçtim, bak yine buradayım. İçimde Eylem ismiyle öyle hisler ayaklanıyor ki ne zaman çağırsan gelirim biliyorum. Ama aşığın olarak, ama sevgilin olarak ama dostun olarak... Görüyorum ki arkadaşlıktan öteye gidemeyecek aramızdaki hisler. Ben de kendimi buna alıştırmaya çalışıyorum. Bu dengesiz tavrım da ondan zaten. İnan ki ben de zorlanıyorum...
          Yüzü düştü, ailem yüzünden benim üzülmem yetmezmiş gibi onun da üzülüyor olması beni iki kat daha kahrediyor. Üzülmesin istiyorum...
         Ama buna biraz da ben sebep oluyorum. Hem hayatımda olamazsın hissini yaşatıyorum hem de beni terketme diyorum. Kendi arafıma onu da sokmaya çalışıyorum. İkili ilişkinin vicdan azabını çekerken, bu azaptan onsuz kalarak kurtulmak daha büyük bir azap geliyor bana.
—Haklısın özür dilerim.. Ben bu konuda sağlıklı düşünemiyorum. Sen ne istersen onu yapmaya hazırım. Eğer Eylem dur böyle hayatımda dersen en gizli sevdan olarak kalırım, ama katlanamam git dersen, giderim.
—Sağol yaa, işin en boktan yerini bana bıraktın. Dilim ne kal ne de git diyemiyor sana.
         Sustu.. Düşündü.. Düşündüü...
—Arkadaşlığa dökebilir miyiz?
—Valla arada seni göreceksem eğer Baba bile derim sana.
—Sanırım bir süre bunu deneyebiliriz. Olursa da olmasa da kaybedecek bir şeyimiz kalmadı artık.
—Peki sana bir kez daha sarılabilir miyim?
          Cevap vermeyip direk kollarını açtı, sıkıca sardı sarmaladı beni. Kokusu huzur doluydu. Ben de o huzuru doyasıya kokladım. Aslan da O halde cevap verdi
—Arkadaşlar birbirlerine destek olmak için sarılmazlar mı? Dilediğin zaman ben buradayım.
—Teşekkür ederim. Şimdi eve geçmem gerek.
—Arabayla geldim, bırakayım seni.
—Olur.
          Ayağa kalktık, yanyana arabaya doğru yürüyorduk. O sahiplenici belimden tutuşu yine yapıyordu. Farkında değil ama beni mest ediyordu. Arabaya geldik kapımı açtı, sonra kendi geçip oturdu. Arabayı çalıştırdı. Sessizce ilerliyorduk, ben onu izliyordum o da yoldan ayırdığı gözüyle ara ara bana bakıp gülümsüyordu. Nasıl mükemmel geliyordu bana her şeyiyle. Onun yanındayken hissettiğim hislerin binde biri yok Barış'ın yanındayken. Zaten bu son olanlardan sonra saygım bile kalmadı Barış'a ama işte... Araba eve yakın bir yerde durdu. Tamamen bana doğru döndü.
—Veda vakti.
—Geldiğin için teşekkür ederim. İyi geldin bana. Görüşürüz tekrardan.
Son cümle vaadden çok soru gibi çıktı ağzımdan.
—Görüşürüz tabiki.
          İkimizde aynı anda yanağından öpmek için eğilince dudak dudağa geldik, burunlarımız tokuştu biz öylece kaldık. Ne öpüyor ne de o pozisyonu bozuyorduk. Sanırım ikimiz de bir hamle bekliyorduk karşıdan. Ancak daha yeni 'Arkadaş kalalım' kararı aldıktan sonra cesaret edemedik. Onu öpmeyi, dudaklarında kaybolmayı ne çok istesem de geri çekildim.
—Arkadaşlar sarılabilir ama dudaklarından öpmezler birbirlerini.
—Evet öyle.
—İyi akşamlar Aslan.
—Sana da Eylem.
          Arabadan indim. Ve hızlı adımlarla cehennemime doğru yürüdüm. Aldığımız bu karar ne kadar doğru bilemiyorum, ikimizde birbirimizi deli gibi arzularken bu arkadaşlığın boyutu nasıl sınırlı kalacak merak ediyorum. Ama yine de hayatımda yaa kendimi bir şekilde avutuyordum, içimde saklanmış minik bir mutluluk var arada ona tutunup nefes alıyorum.
          Eve gelip kapıyı çaldığımda annem karşıladı beni. Hoşgeldin demek yerine 'elini yıka içeriye gel' demek oldu. Konsey yine toplanmış beni bekliyordu. Kim bilir hangi kararlar alınmıştı yine. Ellerimi yıkayıp mutfağa girdim. Annem bir şeyler hazırlayıp yemem için önüme koydu. Pek yiyecek durumum yoktu ama mutluluk oyunu için kendimi zorladım. İlk annem konuştu
—Nerdeydin?
—Söyledim ya hocanın eşinin kafesi var oraya gidip çay içtik.
—Niye okulda görüşemediniz mi?
—Benim teneffüsüm yok, ayrıca her gün eşinin yanına gitmiyo bu kez gidince gel sende dedi.
—Hiç sarmıyor bana senin bu hallerin yaa neyse.. Okuldan izin alamaz mısın?
—Alamam, zaten karne haftasındayız.
—Ne zaman gidip elbise bakacaksınız?
          Konuşma şekli o kadar dik, sözleri öylesine keskin ki her cevabı gerilerek, korkarak veriyordum.
—Bilmiyorum, bu kadar yakın bir tarih seçmeseydiniz. İşin bu kısmını da düşünseydiniz.
—Neyse bir gün daha git bakalım okula olmazsa rapor alırız sana. Bakınacağın üç beş mağaza var elbet bulursun birşeyler.
         Bu kez söze ablam girdi
—Yüzük de seçmeleri gerek, hatta Barış'a takım, ve pasta. Nişan bohçası yapılmayacak mı? Elbet onun için de bir şeyler alınacak. Bir gün buna ayırmak gerek. Belki de iki gün. Müdürüne söylesen yardımcı olurdu bence.
         Bende buz gibi ses..
—Bakarız.
          Sonra bir Ezgi, bir annem, bir ablam.. Konuşma döndü durdu. Alışverişe kiminle gitmem gerektiğinden, ne renk elbise almam gerektiğine, elbisenin modeline, saçımın şekline, pastanın kremasına, yüzüğün fiyatına, bohçanın ağırlığına, ne zaman verilmesi gerektiğine, hazırlanacak ikramlıklara, çağrılacak akrabalara kadar ne varsa konuştu da konuştular. Ben hiç sesimi çıkarmadan dinledim durdum. Onlar gerekli kararları aldılar ben de hıhı tamam dedim. Kafam tam bir kazan oldu. Bir ara başımı eğip şakaklarımı ovuşturdum. Annem halimi görüp
—Ne oldu? Hasta mı oluyorsun? Olma sakın!
—Olur anne vücuduma söylerim, hasta olmaz.
Tüm söylenilen sözler bana mı batıyor, yoksa bana batırmak için mi sözler söyleniyor bilmiyorum. İnsan ailesinden ne kadar soğursa öyle soğudum. Tüm genç kızların yıllarca hayal ettiği, heyecanla yaşadığı zamanlar ben de tam bir hayal kırıklığı. Kıyaslama yapılsa ölümün ağır basacağı bir iş. Düşününce o kadar sıradan bir şey ki, nişan! Konuşulup abartılacak bir şey yok. Olsun bitsin biran önce.
Ablam evine gitmek için kalkınca ben de odama çıktım. Doğruca balkona geçtim oturdum. İçime temiz havayı gönderdikten sonra Onur'u aradım.
—Oooo Eylem hanım artık geceleri mi aklına düşüyorum, mest ettiniz beni.
—Gündüzleri düşünmeme izin yok. İdare et.
—Arama sebebinizi neye borçluyuz?
—Nişana davet.
—Senin deme bana şuracıkta bayılırım.
—Yok benim değil zaten. Barış, Barış'ın sevgilisi, annemin kızı, ablamın kardeşi, Ezgi'nin ablası. Ama yemin ederim ben değilim.
—Nasıl yani, bir de Barış'la mı nişanlanıyorsun?
—Bağırma kulağımda Onur. Beynim zonkluyor zaten.
—İyi ama Eylem, Aslan?
—Onur diyecek başka bir şeyim yok. Aslan'ı hayatımdan çıkarttılar.
Onur sustu. Ben sustum. Nefes alışverişini duyuyordum. Söyleyecek bir şey bulamadığını biliyordum.
—Gelecek misin?
—Mutluluğa şahitlik edilir Eylem, ben senin içini bilirken nasıl izlerim.
—İçimi bilen birilerinin varlığına ihtiyacım var desem? Beni yalnız bırakma.
—Anlayamıyorum, Aslan nasıl kabullendi?.
—Seni de arayıp kız arkadaşının beş para etmez biri olduğunu söyleseler eskisi gibi güvenir misin?
—Güvenirken onların sözüyle yola çıkmadım ki güvensizlik de onların sözüyle gelsin. Kız arkadaşımı dinlerdim.
—Kız arkadaşın inkar edemezse? Kız arkadaşın sesini çıkaramaz da ailesine istemiyorum diyemezse? Dese bile kimse duymazsa?
—O zaman mecbur kabullenirdim.
—Şimdi anla işte...Karmakarışık zamanlar geçirdik ve geçiriyoruz. Ne adam akıllı ayrılabiliyoruz ne de kavuşabiliyoruz. Artık sadece arkadaşız.
—Yapma Eylem, onca yaşanmışlıktan sonra arkadaş kalmak...
Sözünü kestim. Çünkü 'imkansız' kelimesini duymak istemiyordum.
—Alınmış en iyi karar. En azından şimdilik.
—Peki, sen öyle diyorsan.
—Gelecek misin?
—Gelemeye çalışacağım.
—Sevinirim... O zaman kapatayım ben, gelirsen uzun uzun konuşuruz.
—Tamam.
—İyi geceler.
—Sana da.
Telefonu kapattım. Yine boğazım düğümlendi. Ama bugün yeterince ağladığım için tuttum kendimi. Başımı yıldızlara sevirdim. İçimde herkesten gizlenen o mutluluğu buldum. Yıldızlardan yaptığım salıncakta birlikte sallandık. Uçuyor gibiydik.
"Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın,
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun, kanatlarımız
Dokunarak uçalım."

Bölüme Cahit Külebi'nin şiiri ile son verdim. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin güzel okurlar... Bu yazarcığın ilerlemek için size ihtiyacı var unutmayın...
iyi okumalar 😉

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin