43. BÖLÜM (+18)

405 45 47
                                    

Medyadaki şarkıyı yeri geldiğinde açınız *** size bunu hatırlatmak için simgem olacak ☺️ iyi okumalar

"Saat gece 04.00
İnsan yanındayken bile sevdiğini özlüyormuş. Şuan karşımdasın, elin yanağında benim yastığımda uyuyorsun. Sırf gülüşünü görmek için seni uyandırmak istiyorum, kendimi zor tutuyorum. Sana aşık olmak olanüstü bir şey, yıllar sonra o sokakta karşılaşmak, gözgöze gelmek ve yaşanılacakları hissetmiş gibi aynı anda dönüp birbirimize bakmak. Mucize değilde nedir bu?
           Sana olan sevgimi anlatmak için hangi kelimeleri yanyana getirmeliyim bilmiyorum. Her şeyine aşığım senin, içimi ısıtan sözlerine, bana bakarken gülen gözlerine,  sana baktığımda hissettiğim o sonsuzluk hissine, biraz çocuksu çokça kadınsı ruhuna... İçimde öyle bir yerdesin ki hayal kurmaktan korktuğum halde hep düşlerimdesin, sen güldüğün zaman iyi hissedebiliyorum, geçmiş yaralarımı bir sana açabiliyorum, içim sıkılsa derdimi konuşmadan da anlaman için sana gelmek istiyorum, arkadaşlarıma durmadan seni anlatmak istiyorum, her sabah seninle uyanmak, bütün gün sen kokmak ve her günü seninle kapatmak istiyorum. Sen ve ben iken BİZ olmak. Aşk öyle güzel bir ihtimal ki senin dudaklarında nefes alabiliyorum. Ve biliyorum ki yaşlandığımızda saçımıza aklar düştüğünde de hala deli gibi öpmek istediğim kişi sen olacaksın. Bu aşk o sokaktaki mucizeyi yaşatabilecek büyüklükte. Kıymetini bilmek ve onu sonsuza taşımak için ben hep yanında olacağım. Yüzünden gülüşün eksilmesin diye çabalayacağım. Seni Seviyorum Kadınım, o iki kelimenin yüklediği anlamdan çok daha fazla. Ve şimdi uyandıracağım seni. "
             O gece daha uyuyalı bir saat olmamıştı. Yanıma gelip beni öpmüştü. Mırıldanarak 'ne oldu' demiştim. Oda bana 'seni özledim' dedi. 'Bu saatte mi?' dedim. 'Özlemenin saati olmaz, ağırlığı olur' demişti. Öncesinde bu sözleri yazdığını nerden bilebilirdim ki. Bunca çok sevmese bu kadar kırılır mı bana, böyle kusursuz seven adam kıskanmaz mı?
             Cansu'yla konuştuğumda beni arasın mesajını vermiştim ama aramadı. Saat üç. Öyleyse sıra ben de. Aradım. Çaldı, çaldı, çaldı.. Sonunda açıldı. Fısıltıyla konuştum
—Seni Özledim.
—Bu saatte mi?
—Özlemenin saati olmazmış...
—Doğru ağırdır, ezer..
—Perişan etti beni.
—Aaahh Eylem.
—Seni anlıyorum. Cuma günü piknik yapalım.
—Cuma çok uzak değil mi?
—Öyle ama dikkat çekmemem lazım. Aklımda bir şeyler var. O güne kadar kısa kısa yine görüşürüz.
—Eylem?
—Efendim.
—Beni kendinden mahrum bırakma.
—Seni mahrum bırakırsam bilki ölmüşüm.
—Beni bu dünyada bırakıp ölme.
—Merak etme ben ölünce de severim seni.
—Sen yine de yaşa, benimle..
—Daima seninle, seni seviyorum adamım.
—Seni seviyorum kadınım.
—İyi uykular
—Sana da.
           Derin nefes aldım, artık huzurla uyuyabilirim, tişörtünün geçirili olduğu yastığa sarıldım. Gözlerimi kapattım.
Okuldan sonra eve geldiğimde direk mutfağa soktu annem. Ev işlerini ben gelene kadar halletti mutfağa dair ne varsa bana bıraktı. Başladı emirler yağdırmaya, böreğinden tatlısına, salatasından tuzlu pastasına ne varsa elimden geçti. Yavaş hareket ettikçe sesini yükseltiyor yetişmeyecek telaşesine beni de ortak etmeye çalışıyor. Akşam olunca ne bacaklarımda derman ne kollarımda his kalmıştı. Oysaki daha bunun servis ve toplama kısmı var. Annem hazırlanıp mutfağa girdiğinde ben tatlının süslemelerini hazırlıyordum.
—Eylem gelmek üzereler, git üzerini değiştir. Onları ben hallederim.
—Babam gelmedi daha.
—Gelir oda birazdan çık sen hadi.
—Tamam
          Odama çıktım ve kendimi yatağa attım. Gerçekten kalkacak halim kalmamıştı. Misafir çağırmak akıllara zarar bir süreç. Okumakla en iyisi yapmışım. Çıkar yemeğe ver parasını tertemiz iş. Keyif alırım en azından. Bu yorgunlukla kimse benden aşağıda gülmemi beklemesin. Kapı zili çaldı. Sanırım babam geldi. Kalktım dolabımı açtım. Üzerimdeki tişörtü çıkardım. Dolaptan gömleğimi aldım. Üzerindeki kırışıklıklar bana ben onlara baktım. Sonra başka alternatifler bakındım ama nedense hepsine annemin gözüyle baktığım için kabul görmedi. "Bu fazla açık, bu fazla çocuksu, bu çok basit, bu çok koyu, bu iç gösterir, bu çok terletir, bu şişman gösterir!" Derinden of çekip, gömleği yeniden elime aldım. Yatağın üzerine serdim, kızdırdığım ütüyle yatağa eğildim ütülemeye gayretledim. Arkamdan birinin tenime değen elleriyle irkilip küçük bir çığlık attım. Barış belime sarıldı. Hızla çıplak omzuma öpücüklerini konduruyordu. Hayalet görmüş gibi dehşete kapıldım. Kıpırdanmaya çalıştım.
—Bırak beni.
          Barış beni duymamış gibi kulağımla omzum arasında akordiyon çalar gibi gidip geliyordu. Elleri çıplak göbeğimden göğüslerime doğru yavaşça ilerliyordu.
—Barış elimde ütü var beni bırakmazsan ellerine basarım onu!
          Barış teslim olmuş gibi geri çekildi. Öfkeyle ona döndüm. Ancak benim aksime gördüğü manzara karşısında dudağı memnuniyetle kıvrılıyordu. Bir telaş gömleğimi üzerime giyinip, sinirden titreyen ellerimle düğmeleri iliklemeye çalıştım.
—Tatlım heyecanlanma, bana bırak ben halledeyim.
          Uzanan ellerinden kurtulmak için bir adım geri gittim. Dişlerimin arasından tıslar gibi konuştum.
—Ne yapıyorsun burada?
—Annen odanda hazırlandığını söyleyince bir bakmak istedim.
—Kapı çalmak diye bir adetin yok mu? Hem babam anlarsa çok ayıp olur, lütfen iner misin?
—Kapın açıktı. Baban da gelmedi hala.!
—Savunmasız anlarımdan faydalanmak hoşuna mı gidiyor?
—O kadar güzelsin ki kayıtsız kalmam imkansız.
—Her güzele böyle mi yaklaşıyorsun, sapıkça davranışlar bunlar.
—Saçmalama Eylem, senden başka kadın görmez bu gözlerim.
—Neyse ne hadi çık odadan. Ben de hazırlanıp inerim.
—Hazırlanırken seni izlesem?
—Saçmalama istersen!
—Ne olacak canım günah değil ya.
          Her fırsatta nikahlı olduğumuzu hatırlatacak bir şey söylüyor. Bu da beni ekstra çileden çıkarıyor.
—Günah değil ama ayıp! Aşağıda hem senin hem benim ailem var. Sen burada durduğun süre boyunca yanlış anlayacaklar. Ailene basit bir kız gibi görünmek istemiyorum.
—Merak etme öyle düşünecek insanlar değiller. Hadi benimle konuşacağına hazırlan.
—Lütfen Barış, çık!
          Barış oturduğu koltuktan memnuniyetsiz bir ifadeyle ayağa kalktı. Burnumun dibine kadar geldi.
—En azından bir öpücük alsam?
—Çık!
           Kendince şaka yaptığını zannerek hızla eğilip dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Sonra kahkaha atarak çocuk gibi koşar adım kapıya gitti. Yüz ifademi görmek için geri baktı, kabaran erkekliğini düzeltti. Sonra da gitti. Bense öfkemi kontrol altına almaya çalıştığım için kıpırdamadan olduğum yerde durdum. Şeytan beynime girdi ve in aşağı bana tecavüz etmeye çalıştı diye bağır diyo. Şeytanı bastırdım, kendimi balkona atıp derin derin soludum. En küçük dokunuşundan bile tiksiniriyorum. Hele bunu bana inat, zorla yapmaya kalktığında daha da iğrenç geliyor. Düşündükçe gözlerim doluyor, aşağı inip yüzüne bakmak gülümsemek zorunda kalacağım için kendimden de tiksiniyorum.
Tam anlamıyla toparlanamasam da annemin seslenmesiyle hızla aşağıya indim. Herkese hoşgeldin diyerek sahte gülücüklerimi dağıtmaya başladım. Annem aldığım kolyeyi takmış, sırf bugün bu havayı atabilmek için benimle barışmış, tüm yemekleri bana yaptırarak beni övecek somut delillere ulaşmış pür neşeydi. Benimle her gözgöze gelmesinde gülümsememi işaret ediyordu. Ben de dediğini yapmaya çalışıyordum. Ezgi'yle beraber servis için dört döndük. Ve bacaklarımda kalan son gücü de böylece tükettim.
          Herkes keyifli, herkes halinden memnundu. Konu düğünün tarihine geldiğinde bir Allahın kulunun bana sormaması canımı çok sıktı. O gün olsun, bugün olsun, şu ay olsun, onlar da gelsin, bu işler bitsin derken her kafadan bir ses çıkıyordu, en sonunda babam bana döndü.
—Kızım okullar ne zaman kapanıyor?
—Haziran ikinci haftası gibi.
—Tamam kapandığı haftasonu olsun.
          Herkes onaylayınca çaktırmadan yaptığım parmak hesabı ile "dokuz ay sonra yani" diye geçirdim içimden. Cansu ile beraber gün sayacağız. O üç kişilik mutlu sona, bense iki kişilik acılı hayata. Hayırlı olsun duaları arasında misafirler gittiler. Mutfaktaki karmaşaya acılı gözlerle bakınca annem ben hallederim sen yat dedi. Odama çıktığımda ruh gibiydim. Şu odadan en son çıkarken yaşadığım öfkeli duygu halimin sebebiyle dokuz ay sonra ömürlük bir birliktelik yaşayacak olma fikri aynı öfkemi perçinliyordu. Pijamamı giyinip elime telefonumu aldım.
—Cansu doğum ne zaman?
—Mayıs sonu, haziran başı gibi.
—Düğünüme bebeğinle katılacaksın desene.
—Aaaa Eylem belli mi oldu, haziranda mı?
—Malesef.
—Tamam yaa çok zaman var, hallederiz.
—Üç dört gün önceki umudum yok. Bu şehir, bu ev, çevremdeki bu insanlar umut avcısı gibiler. Emiyorlar..
—Yaa benzetmene ölürüm senin. Gösterme umutlarını. Uzak dur o avcılardan.
—Demesi kolay tabi nasıl uzak durayım.
—İşte bu noktada yine ben devreye giriyorum. Sana bir teklifim var.
—Çocuğuna bakıcı olarak mı alacaksın beni?
—Mantıklıymış, bu seçeneği doğumdan sonra konuşalım mutlaka. Yaman bu süreçte çalışmama izin vermiyor. Evde boş durmak da benim ruhuma aykırı. Diyorum ki birlikte kursa mı gitsek?
—Hafta içi çalışıyorum, akşamdan kurs da beni çok yorar.
—Haftasonu?
—Olabilir, ne kursu?
—Aklımda yabancı dil var ama sen ne dersin?
—Güzel, bakarız kurs yerlerine aklımıza yatan bir yere kayıt oluruz. Hem Aslan'ı görmek için de bahanem olur.
—Heee Eylem ben eğitim diyorum sen aşk!
—Tamam gülüm yaa, evden bir şekilde çıkayım da eğitimli aşk yaparız.
—Sıkma canını olur mu?
—Denerim... Neyse uyuyalım. Hiçbir şey olmazsa sabah olur demişler.
—Tamam haberleşiriz. İyi uykular
—Sağol Cansum, sana da.
          Dolaptan Aslan kokulu tişörtü çıkardım yastığıma geçirdim ve uykunun kollarına bıraktım kendimi.
          Bir gün iki gün üç gün derken Aslan'ı görmeyeli bir hafta oldu. Cuma günü okuldaki hocalarla piknik yapacağız demesem o güne de bir iş bulurlardı herhalde. Ne akraba ziyareti bitti, ne alışverişi, ne temizliği. Ben evden kaçmaya çalıştıkça annem beni eve bağlayacak sebepler türetiyordu. Aslan'ın gel çağrılarına amalarla başlayan cümlelerle cevap vermek beni kahrediyordu. Oysaki öyle özledim ki düşündükçe bir ateş basıyor, ellerim titriyor, kalbim hastalanıyor. Sanki sadece görmek özlemimi gidermeyecek gibi. Resmen iple çektim bu günü. Tek tek saydım, her saati hafta gibi yaşadım. Ama sonunda o gün geldi. Evde hazırladığım bir kaç bir şey ile önce okula gittim. Çıkmak üzereydik ki müdürüm beni yanına çağırdı. Odasına girdim.
—Gel hocam otur.
—Hayırdır Müdürüm bir sıkıntı yok inşallah?
—Şu gittiğin kursun sınav sonuçları geldi.
—Yaaa kötü geldi sanırım, sınav zordu baya.
—Bakış açısına göre değişir tabi, sınav sonucun sertifikayı hakedecek kadar var. 68 almışsın. Ancak sorun başka?
          İçimden 34 soruyu doğru cevaplamış olmanın verdiği bir gurur var. Ama sınavı geçmişsem sorun ne olabilir ki?
—Devamsızlığın var.
          'Vay şerefsiz' istemsiz dudaklarımdan dökülen cümle bu oldu.
—Efendim?
—Eee özür dilerim hocam şaşırdım sadece.
—Bir yanlışlık varsa itiraz edelim.
—Bilmiyorum, bir gün baya rahatsızlandım havası çarptı herhalde. Birisinden beni idare etmesini istemiştim. Oda bunu yaptı sanıyordum. Yapmamış!
—Kötü oldu bu.
—Ne olacak şimdi? Yani varsa bir telafisi yapabilirim.
—Zaten sertifika alamayacaksın. Telafi sınavları varmış ama tarih henüz belli değil. Başvurursan haberdar edecekler.
—Tamam hocam hemen başvuralım.
—Gel göstereyim.
          Bilgisayar ekranından nasıl yapılacağını gösterdi. Köşede notlar bölümü dikkatimi çekti.
—Hocam notlara bakabilir miyiz tekrar?
          Aynı noktaya tıklayınca kursu alan herkesin ismini gördüm. Kendi ismimin hemen altında Eymen vardı. 56 almış ve baraj 60! Demek ki bir daha görüşeceğiz şerefsiz Eymen!
—Tamam hocam ben akşam evde hallederim. Çok teşekkür ederim. Sorumsuzca oluşan sonuç için de özür dilerim. Telafisi daha güzel olacak.
—Sen yaparsın ben biliyorum. Pazartesi görüşürüz.
—Görüşmek üzere, iyi günler.
          Kapıdan çıktığım anda saydırmaya başladım. Aklıma gelen tüm hakaretleri küfürleri ediyordum. Ona güvenmek tam bir ahmaklıkmış. Ama iyi ki erken çıkmışım sınavdan yoksa sayemde geçecekti ve bu beni daha çok delirtecekti. Ne zaman olduğunu bilmediğim bir İstanbul seyehatim daha olacak. Bardağın dolu tarafından bakarsak eğer Eymen'e teşekkürlerimi bir borç bilirim.
İlk günki heyecanlarımı taşıyarak Aslan'ın ilçeden beni almasını bekledim. Buluşma saatimizi çoktan geçirdi. Nerede kaldı ki? Telefona sarıldım ancak açmadı. Dikildiğim yerde 20 dakikayı geçmişti, aklıma gelenlerle gözüm doluyor, kendimi ikna etmeye çalışıyordum ki geldi. Arabadan indi hiç bir açıklama yapmadan yanıma gelip sıkıca sarıldı. Kaybettiği 20 dakikanın acısını çıkartır gibi sarıldı ve yüzünü gömdüğü boynumdan derin derin soluyordu. Ahh bu ten kokusu... Ayrılıp gözlerimin içine baktı, gözleri ışık saçıyordu ama kötü görünüyordu, sonra yanaklarımdan öptü. Elimi tutup arabaya bindirmek için kapıyı içti. Koltukta beni bekleyen nergisleri görünce gülümsedim. İlk gün aklıma geldi. Ekildiğimi düşündüğümde papatyalarla gelmesi. Nergisleri kucağıma alarak oturdum. Mis gibi kokuyordu. Mevsimlerden sonbahardı, içimde dolan ilkbahar.. Ne var ki Aslan sessizliğini koruyordu. Ona dönük oturdum yüzünü izliyordum. Dudaklarımdan dökülen
—Çok özledim seni.
          Aslan bana baktı, hafif gülümsedi ve sürmeye devam etti. Neden konuşmuyordu ki? Onu üzecek bir şey mi yapmıştım. Ben de ona eşlik etmiştim. Dilim sussada aklımdan bir sürü seçenek geçiyordu. Neden neden neden diye. Piknik yerine gelmiştik. Arabayı sahile karşı park edip indik, hava kapatıyor gibiydi. İnşallah yağmaz. Elimden tuttu ve patika yolu tırmanmama yardım etti. Yeminli gibiydi, sessizliği insanı çıldırtıyordu. Yüksekliğe çıkınca bizden başka kimsenin olmayışına memnuniyetle gülümsedik. Elimizdekileri kenara koyduk. Aslan sepetten çıkarttığı örtüyü sermek için eğilince elini tuttum. Soran gözlerle bana baktı?
—Şimdi de sesine mi hasret bırakacaksın beni?
—Anlamıyorsun Eylem.
—Neyi Aslan, ne yaptım da böyle cezalandırılıyorum diye kendimi yiyorum burada.
           Aslan biranda sinirlenmiş gibi yüksek sesten konuşmaya başladı.
—Bir hafta oldu Eylem, kaç kez görüşelim dedim, sen ne yaptın?
—Ben de görüşmek çok istedim ama...
—Ama! Tükenmeyen hep bir ama. Öyle bir alıştırdın ki beni kendine sensiz ne gökyüzüne bakabiliyorum artık, ne de adım atabiliyorum yeryüzünde. Kalbim seni istiyor, gözüm seni arıyor her gün, ellerim bile seni istiyor.
—Özledin yani?
—Özlemek mi? Bence o konuya hiç girmeyelim. Bir haftadır uyumadım ben. Çünkü yastığımda yüzün yoktu. Saçlarının kokusu yoktu. Senin için hayat kolay tabi aldın tişörtümü yattın üstüne.
—Biliyorsun.
—Mektubu valize koyarken gördüm. Önce sana karıştı sandım alacaktım onu ordan sonra salak bir gülümseme oldu yüzümde. Gel buraya.
          Aslan bir kez daha sıkıca sardı sarmaladı beni. Tabi ben de onu.
—Cezam neyse çekmeye hazırım?
—Otur!
          Söylediğini yaptım ve oturdum. Aslan gelip dizlerime başını koydu.
—Şimdi sen şarkı söyleyeceksin ben de burada uyuyacağım. Sadece yarım saat Eylem. Sonra gözümü açacağım ve ilk seni göreceğim.
—Yağmur yağacak gibi ama.
—Boşversene ben zaten ıslanmışım.
          ***Gözlerini kapattı. Bende çok sevdiğim ve bize yakıştırıdığım o şarkıyı mırıldım: "Teşekkür ederim böyle baktığın için,teşekkürler aklımda kaldığın için, karanlıktan korkmuyorum eskisi gibi,senin yanın en aydınlık beyaz benim için...."saçlarını okşadım. Yüzünü izledim. Geçen yarım saatin sonunda eğilip dudaklarına minik bir öpücük kondurdum. Araladığı gözlerinde beni gördü ve gülümsedi. Yattığı yerden gerneşerek oturur pozisyona geldi.
—Nasıl iyi geldi anlatamam.
—Ne yalan söyleyeyim bana da iyi geldi. Böyle cezaya can kurban.
—Sen yine de bu kadar özletme ama olur mu?
—Olur. Bak neler hazırladım bizim için.
           Çantaları boşaltırken Aslan geçen bir haftasının ne kadar korkunç olduğunu anlatıyordu. Ben de annemin üzerimde kurmaya çalıştığı otoriter tutumu anlatmaya çalıştım. Sonra biranda aklıma gelenle durdum.
—Sana bir iyi bir kötü birde nötr bir haberim var.
—Güzel olandan başlayalım.
—Sınavı vermişim.
—Helal sana kız. O kadar ağladın kötü geçti diye. Çok sevindim.
—Çok sevinme kötü olanına geçiyorum. Devamsızlığımdan dolayı sertifika alamayacağım.
—İyi de deva... Ha siktir! Vay amına koduğumun çocuğu, ama ben sana dedim ona bir yumruk daha atmalıydım. Ahhh o bir daha benim elime geçecek ki bak o suratında yer kalıyor mu.. oç!
—Tamam sövmen bittiyse son habere geçiyorum. Telafi için bir hakkım olacak ama zaman belli değil. Yani bir istanbul seyahatim daha olacak. Gideriz değil mi?
—Ben bir daha gidebilir miyim sanmıyorum. Sen gider gelirsin.
—Gelmen için ekstra sebebe ihtiyacın var sanırım. Hemen söylüyorum. Eymen sınavı geçememiş. Eminim o da telafi hakkını kullanacaktır.
—Desene sen sertifikayı alamayacaksın.
—Yaaa bu mu çözümün. Çok gıcıksın!
          Aslan kahkalarla gülüyordu.
—Güldüğüme bakma, o herife çok pis bilendim. Gelirsem onu sınavdan geçirtmem. Tüm parmaklarını tek tek..
—Yavaş hayatım, al bunu ye. Ben zamanı belli olunca biletleri ayarlarım. Aklımda kalan çok yer oldu. Sen de bir kaç başvuru daha yaparsın.
—Bir iki tanesinden olumsuz sonuç geldi zaten.
—Yaaa... Üzüldüm, hayırlısı tabi, yılmak yok.
—Soyunsana.
—Yuh, burada mı?
—Atletini ver bana.
—Atlet giymiyorum ki.
—Neden, bu hava da giyilmez mi üşüteceksin.
—Hava çok güzeldi sabah neden giyeyim.
—Ama şimdi değil, neyse giderken sana bir şeyler alalım bluzunu verirsin.
—Ya giyiyorum bunu ben, veremem sana.
—Allah allah Eylem, sen tişörtümü alırken iyi ama.
—İyi de o sıradan bir tişört. Bluzum öyle mi?
—Sıradan mı? En sevdiğim tişörtümdü.
—Hahaha hadi ordan be.
—Tabi kızım ne sandın.
—Amma ağladın haa, giderken sana alırız bir iki tişört. Bir sonraki buluşmamızda da evdekini getirim o gün üzerindekini alırım. Kokusu kayboluyorda.
—Bebeğim biliyorum efsanevi bir kokum var, genelde kadınlar üzerinde bağımlılık yapar bu koku.
—Lar yok canım, tek bir kadın var. Onun da bağımlılığı sana. Her bir zerrene. O yüzden beni sinirlendirme!
—Ama kıskanmakla sinirlenmek arasında kalmış bu haline bayılıyorum desem.
—Çok klişe, yemeğini ye derim.
          Aslan kahkahalarla gülüyordu. Dünyanın en güzel şeyi bu olsa gerek. Sevdiğinin sesini kulaklarına doldurmak, gülen gözlerinde kaybolmak.
—Aşkım çise atıyor. Toparlanalım mı?
—Hani nerde, ben hissetmedim. Yağacak hava yok bence.
—Bence sağnak dökecek.
—Yok yaa evham yapma.
         Ama çok beklemeye fırsat kalmadan giderek hızlandı. Aslan çaktırmadan toplamaya başladı.  Onun bu hallerine bıtık altından gülüyordum.
—Gülme, bunlar hep atlet giymediğin için. Islanmak umrunda değil, sen üşüteceksin.
—Düşünceli erkeğim benim.
          Yağmurla beraber bizim toparlanmamız da hızlandı ancak yine de sağnağa yakalanmaktan kaçamadık. Patikadan kaya kaya, ve defalarca düşerek arabanın yanına geldik. Hem sırılsıklam olmuştuk hem de çamurlanmıştık. Arabaya bindiğimde elimize aldığımız peçetelerle ikimizde benim saçlarımdan damlayan suları kuruluyorduk.
Aslan arabanın klimasını sıcağa çevirerek üzerimizi hızla kurutmayı amaçladı. Bana dönerek
—Soyun şimdi.
—Yok hayatım birileri görür.
—Etrafına baksana bu sağanakta deniz kıyısında kim olacak. Hadi fanın üzerine koyarız daha çabuk kurur.
          Üzerimdeki bluzu çıkarıp fanın üzerine serdim ve sütyenle kaldım. Aslan'a döndüm yavaşça yaklaştım. Tişörtünün uçlarını tutup üzerinden çıkarttım. Ve geri çekildim.
—Ulan bee öpeceksin sandım.
—O işlere sen bakıyorsun, ben sadece durumu eşitlemek istedim.
          Cümlem biter bitmez uzanıp dudaklarıma yapıştı. Elleri ıslak bedenimde geziniyor, arsızca dilini ağzıma sokarak daha fazlasını istediğini belli ediyordu. Oyalanmadan pantolonumun düğmelerini açtı. Oturur pozisyonda olduğum için kendim çıkardım. Aramızda arabanın vites kolu olduğundan Aslan'ı itip koltuğuna oturttum ve alttan soyunmasını işaret eden bakışımı gönderdim. Aslan'ın beni isteyen bedeninin üzerine oturup, erkekliğini içime yerleştirdim. Kalçamı yavaşça hareket ettirerek yüzünde kalan yağmur damlalarını tek tek öpüyordum. Sonunda dudaklarına gelerek doyum olmayan öpüşmeyle kendimden geçtim. Arabanın camına vuran yağmur damlalarının çıkardığı sesle sevişiyorduk. Hızlı nefes alışverişimizden, bedenlerimizden çıkan ateşten ve klimanın sıcağa çevrili olmasından arabanın tüm camları buğulanmıştı. Dışarıdan görünme ihtimalimiz kalmadığı için seviniyordum. Aldığımız zevk heyecanımızla harmanlanarak daha çabuk boşalmamız neden olduk. Haddinden fazla terlemiştik. İkimizde bedensel rahatlığa kavuştuk. Ancak kucağında oturmaya devam ettim.
—Biraz saçma bir zamanlama belki ama bugün konuşacaktık.
—Evet öyle söylemiştim ama ne diyeceğimi bilmiyorum.
—Bana aklındakileri anlat.
          Yağmur dinmişti. Yerini batmak üzere kendini gösteren güneş almıştı. Ben Aslan'ın ağzından çıkacaklara odaklandım.
—Aklımda çok şey yok. Tek şey var oda iş. Bir işim olursa elinden tutup meydan okuyabilecek özgüvenim olacak.
—Yaman'ın yanına neden girmiyorsun?
—Yaman'ın yanına sığınmak kolay. Ben kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Mesleğimi yapmak istiyorum. Hem kazancı daha iyi, hem de statüsü. Boşa okumuş olmak istemiyorum. Haa baktım ki hiçbir şekilde iş olmuyor o zaman mecbur girerim şirkete.
—Benden beklentin ne?
—Sabretmen, biliyorum zor. Aynı zorluğu ben de yaşıyorum hele de o itle görüştüğün zaman. Sana çıkışıyorum ister istemez. Ama şuan seni yanıma alamam, ailenle aranı bozma, sabret güzelim.
          Aslan bunları söylerken bile zorlanıyordu. İç sıkıntısı yüzünden rahatça okunabiliyordu.
—Tamam. Sonu sana gelecek her sıkıntıya sabrederim. Sorun değil.
—Mesafeni koru. Yani, sadece benim kal. Aksine tahammül edemeyebilirim.
          Eğilip dudaklarından öptüm.
—Söylemen bile saçma. Ama şunu söyleyeyim dokuz ayın var!
—O neden?
—Düğün tarihi.
          Aslan derin bir of çekip beni kucağından indirdi.
—Giyin hadi. Çıkıp bir nefes alalım.
          Üzerimizi giyindik. Bluzum tamamen kurumamış olsa da giyilebilir şekildeydi. Arabadan indik kumsala gelince ayakkabılarımızı çıkardık, deniz kenarına doğru yürüdük.
—Ayağın tamamen iyileşti mi?
—Hafif bir yeşillik kaldı, nazı sanaydı.
—Öyledir, dert çeker derler bana.
—Hahahha o zaman ben de dert savar olayım.
          Koltuğunun altına altı beni.
—Çok seviyorum seni, tamamen kaybetmekten çok korkuyorum.
—Her ne olursa olsun seni sevmekten vazgeçmeyeceğim. Bunu unutma.
Biranda aklıma gelen soruyla Aslan'a baktım
—Şu Murat Abi'nin olayı nedir?
—Hatırlattığın iyi oldu. Birlikte İstanbul'a gittiğimizi biliyor. Delice karşı çıkıyor varlığına. Bir kez daha seninle görüşürsem annemle babama söyleyecekmiş.
—Ama neden? Ben anlayamıyorum. Bizi destekliyordu.
—Bilmiyorum Eylem, bir sürü saçmalık zırvalıyor bana. Benimle görüşmediğin zamanlarda onunla buluşup ne konuştuysan değişti işte.
—Sadece senden konuştuk, sana olan aşkımdan, ailemin tavrından falan.
          Cevap verirken düşünüp durdum. Acaba Aslan'ın benden gizlediklerini bana söylediğini desem mi? Neyse kuzeni sonuçta ara bozan kişi olmayayım.
—Beni de aradı. Döndüğümüz gece. Pişman olacaksın dedi durdu.
—Şimdi mi söylüyorsun bunu Eylem?
—Ne bileyim ertesi gün sen bana bozulunca bu durum aklımdan çıktı. Neyse, ne yapacağız?
—Hiçbir şey, ona seninle bir daha görüşmeyeceğimi söyledim. İstanbul'a da son bir veda gibi gittiğimizi falan. İkna oldu gibi. Olurda seni bir daha ararsa sende öyle söyle. Bana kalsa hiç görüşmeseniz daha iyi ama neyse!
—Çok ilginç, benim ailemden seni gizliyorum, seninkilerden gizliyorsun. Kuzenlerden kardeşlerden gizliyoruz. Etrafta aşikar gezinmekten kaçıyoruz. Zaten zaman bulup zorla görüşüyoruz. Bu dünyanın bizimle alıp veremediği nedir?
—En güzel aşk zor olandır.
         Gülümsedim.
—Şapşalsın, yarına Cansu ile kursa bakacağız.
—Ne kursu?
—Yabancı dil.
—Hah bir o eksikti zaten.
—Ne yapayım Aslan. Evden ve Barış'tan kaçmam için, seni daha sık görebilmem için başka seçeneğim yok.
—Tamam güzelim sen nasıl istersen.
          Güneş batmadan eve döndüm. Ellerimdeki nergisleri eve sokmak için aklımda tek bahane vardı.
—Anne bunlar senin için.
—Nerden çıktı şimdi bu?
—Son zamanlarda seni çok üzdüğümü biliyorum, bir nevi özür çiçeği.
          Annem elimden çiçekleri alıp gülümsedi. Derin derin kokladı.
—Çok severim bu çiçeğin kokusunu.
—Biliyorum o yüzden bunu seçtim.
—İnşallah bundan sonra aklı başında bir kız gibi davranırsın. Teşekkür ederim.
—Ne demek ben teşekkür ederim.
          Annem çiçekleri özenle vazoya yerleştirip mutfakta en sevdiği köşeye koydu. Benim için değerli olan Aslan'ın çiçekleri böylece kıymetli bir yere kondu. Annemde ben de ona en güzel bakışlarla bakacaktık.
           Odama çıktım. Aklımda sadece Murat Abi vardı. Neden böyle davranıyordu anlamaya çalışıyorum. Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Bir türlü mantıklı bir sebep bulamadım. Aslan da biraz geçiştirdi gibi. Adam akıllı konuşmak istiyorum ama doğru olur mu olmaz mı kestiremiyorum. Aslan bence hiç görüşmeseniz daha iyi dedi. Acaba Aslan'ın gizlediği bir şey mi var? O yüzden mi pişman olacaksın dedi bana? Yoksa annem veya ablamla muhbirlik falan mı yapıyor? Eğer öyleyse bir şekilde ikna etmem gerek onu. Offf... Durunuk bir beyin, tasasız bir hayat istiyorum. Bunca derdim varken bir de nereden ne zaman çıkacağı belli olmayan bir abi meselesi yaşamak istemiyorum. Burada kendi kendimi yiyeceğime, oturup onunla konuşurum daha iyi. Bir daha da görüşmem. Yarın Cansu ile buluşmadan önce yarım saat konuşsak yeter. Evet evet bu fikir aklıma yattı.
         Telefonu elime aldım.
—Murat Abi selam, yarın müsaitsen saat 1 gibi görüşebilir miyiz?
—Hayırdır?
—Konuşmak istiyorum.
—Aynada kendime bakıyorum sadece Eylem. Sana ayıracak vaktim yok.
—Merak etme narsist hayatından çok fazla çalmam. Bilmek istediğim şeyler var?
—Öyle olsun bakalım. Görüşelim.
—Tamam teşekkürler. İyi akşamlar
           Yarın ola hayrola. Bakalım bunun altından ne çıkacak...


Evet nasıl buldunuz bölümü?
Yorumlarınızı bekliyorum. 📝💬
Tabi beğenilerinizi de. ⭐️
İyi okumalar 😍

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin