susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.

5.9K 625 674
                                    


***

Kapımızı çaldığı o ilk gece, Hanbin abinin düğününden iki gece sonraydı.

Annem, babam ve ben akşam yemeği yiyorduk. Annem mahallede olan biten ne varsa babama anlatıyor, babam da onu dinliyormuş gibi yaparken aslında maç izliyordu. Annem yemek saatlerinde televizyonun açık olmasından nefret ederdi ama babam akşam yemeklerine sık katılamayacak kadar meşgul bir adam olduğundan o gün bununla ilgili hiçbir şey söylememişti. Sonunda durdu, babamın onu dinlemediğini görüp sustu ve oklarını bana doğru çevirdi.

"Duyduğuma göre düğünde yeni bir arkadaş edinmişsin?"

Kafamı tabağımdan kaldırıp anneme baktığımda yüzümü buruşturmamak için kendimi çok zor tutmuştum. "Arkadaş pek uygun bir kelime değil." diye ağzımın içinde mırıldanırken annemin kaşlarını havalandırdığını görüp sustum. Oysa "Biliyorsun, bu mahalle bizim ailemiz." diyerek bana nasihat vermeye niyetlendi. Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

Eh, mahalledeki herkesi çok severdim. Gerçekten çok severdim. Namjoon hiçbir zaman yaşım küçük diye oyunlara katılma istediğimi geri çevirmemişti mesela. Yoongi ne zaman istersem isteyeyim bana sert meşin topunu verirdi, ikiletmeksizin, daha önce üç topunu patlatmış olmama rağmen hem de. Ya da Seok Jin diğerleri çocukça bulsa bile istediğim her seferde saklambaç oynamaya ikna ederdi herkesi benim için. Ama o mu? Daha iki gün önce gelip her şeyi çoktan mahvetmişti.

Yeni, sıska, bücür yan komşumuzdan nefret etmiştim çünkü bana tam tamına yirmi bir miskete mâl olmuştu. Yirmi bir misket!

"Daha iki gün önce geldi, mahalleli sayılmaz."

Annem kaşlarını çatmış, muhtemelen beni azarlamak üzere ağzını aralamışken kapı vurulmaya başlamıştı. Hem de içimde hissedeceğim kadar büyük bir gümbürtüyle.

"Ne bu?" diye sordu babam, bakışlarını televizyon ekranından çekip sandalyesini geri itmiş, ayaklanmıştı. Annem de en az onun kadar anlamayan gözlerle kapıyı izlerken o büyük gümbürtü bir kez daha koptu. Sonra babam ikimizin de yanından geçti, hızlıca kapıyı açtı ve biraz sonra kafasını aşağı eğmek zorunda kaldı çünkü muhatabının boyu en fazla karnına kadardı.

Annem de ben de şaşkınlıkla olanı biteni izliyorduk. Birazdan babam etrafı kolaçan edip bir adım geriledi ve yanaklarının tombulluğunun aksine sıska, bücür, yeni yan komşumuzu görebileceğimiz şekilde kenara çekildi. O da ürkek bakışlarını üçümüzde sırayla gezdirirken sanki hayatı buna bağlıymış gibi bir hızla eve girdi.

Yüzünün her yanı yara doluydu.

Sağ kaşı ve üst dudağı patlamıştı, tombul yanağına ve çenesine doğru kan damlaları sızıyordu o patlaklardan. Yüzünde parmaklarına kadar ayırt edilebilecek büyüklükte bir el izi, boynunda çizikler, gözlerinde asla unutamadığım bir korku vardı. Yakası yırtılmış kazağının kolunu parmak uçlarına kadar çekerken titrediğini fark etmiştim. Oysa hava oldukça sıcaktı.

Park Jimin'in yüzü yaradan hiç kurtulmazdı. Tıpkı son zamanlarda olduğu gibi.

Bana o anıyı anımsatacak kadar dağınık duruyordu şimdi karşımda. Artık eski tombulluğundan eser kalmamış yanağının gözüne yakın kısmı, çirkin, sarı ve mora gebe bir renk almış, dolgun alt dudağı patlamıştı. Yine de dudaklarından kıvrımlı çenesine doğru kan akmıyordu o gecenin aksine. Yüzü de yaralarına rağmen seçiliyordu.

Aklımdakileri kovalamaya çalışırken "Yüzünün hali ne gene?" diye sordum, sesimin soğuk çıkmasını engelleyememiştim. Onu uzun süre görememekten nefret ediyordum.

Anılardan Anılara İnce Çizikler °JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin