19.Bölüm

4.6K 344 45
                                    

Not: Peçeteleri hazırlayın.

Ve nefret en olmadık zamanda terk eder insanı,

Kimini yalnızlığıyla, kimini aşkla bırakır gerisinde.

Bazı nefretler sanıldığında değil, yanıldığında kaybolur.

Duyduklarım ve gördüklerime inat kafamın içerisinde susmak bilmeyen ses beni kendime getirmeye yetmiyordu. Aran'a bir şey olmuş olma ihtimali, delilleriyle o küçücük ekranda gözümün önünde sergilenirken etrafımı çığlık sesleri sarmıştı.

''Oğlummm!'' diye feryat eden kadına öylece donmuş vaziyette bakarken, teker teker herkes ayağa kalkmaya başlamıştı. Kalabalığın içinde kaybolmuşçasına oturduğum yerden kalkmadım. Dolan gözlerimin farkında bile değildim, yanağımı ıslatan o sıcak damlaya dek...

Ağlıyor muydum?

Defalarca ölse canımın yanmayacağını yüzüne haykırdığım adam için şimdi burada ağlıyor muydum? 

''ARANNNN!'' 

Bir yakarış daha koptu, sesin sahibi Aran'ın babasına aitti... Onu yatıştırmak için koluna asılan babama döndü bu sefer bakışlarım. Babam çaresizce koskaca adamı ayakta tutmak için çalışırken gözlerimin kesiştiği bir diğer kişi tam karşımda oturan küçük çocuk olmuştu.

Mahmut...

Benim gözlerimi aratmayacak bir şekilde tıpkı benim yaptığım gibi diğerlerinin aksine masadan kalkmamış oturduğu yerde gözlerimin içine bakmakla yetinmişti. Ellerimin arasında düşmek üzere olan çatal tabağa sertçe çarptığında irkilmiştim. Omuzlarımdan sarsan kolun kime ait olduğunu bilmiyordum. Delirmiş gibi tek bir noktaya odaklanmış ve hareket etme yetimi kaybetmiştim.

O ölmüş müydü?

Daha bu sabah bana aşkını itiraf eden adam, gerçekten ölmüş müydü?

Hayır... Hayır o domuz gibiydi bir kere! Hem şu yaşında kaç kere hasta yatağında görmüştü ki onu? 

''Olamaz.'' diye bir ses duyduğumda bu sesin kendime ait olduğunu geç olsa da anlamıştım.

''MELTEM!'' 

''Ölmedi...''

''Kızımm!''

''Ölmedi biliyorum...''

Hatırladığım son şey kendi sesim dahil, bana çok geriden gelen seslerin adımı haykırmasıydı. Önce Aran'ın adını haykıran o sesler şimdi benim adımı haykırmaya başlamıştı. Nihayet ayağa kalmayı başardığımda yere yığılmak üzereyken beni kimin tuttuğunu bile görememiştim. Bayılmamın sebebi gördüğüm kabustan uyanmak istemekti belki de. Hem insanlar rüyanın içinde rüya görmezler miydi? Bu kabustan ancak tekrar uyursam kurtulabilirim sanmıştım. 

Oysa bunun bir kabus olmadığını hastane odasında boş tavana gözlerimi açarken bir kez daha anladım. Kolumdaki serum bitmek üzereyken, biraz ötede tekli koltukta uyuyan ablamı gördüm. Yaşananlar ayılmama bile izin vermeden tüm gerçekçiliği ile yüzüme tokat gibi çarparken odanın kapısı açılmıştı. Çıkan sesle ablam olduğu yerden adeta sıçrayarak direkt gözlerime baktı. Nasıl göründüğümü tahmin edebiliyordum... Ablamın bakışlarını ise anlayabiliyordum. İşte o an kafamın içerisinde her zaman Aran hakkında el ele verdiğim iç sesim beni öylesine bıçakladı ki sırtımdan. Hayat dersi dedikleri şeyi en olmaması gerektiği an da almaya başladım. 

İnsan kendisini haklı çıkaran sese bencillik, hatalarını yüzüne vuran sesine de vicdan adı vermiş meğer. Aran'la her konuştuğumda çıkan bencilce sesim bugün ortadan kaybolarak beni vicdanımın sesiyle yapayalnız bırakmıştı. 

ARANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin