56.bölüm

1.5K 92 61
                                    

Gün ılık rüzgarını bırakıyordu. Imzasını atar gibi özenle sallıyordu ağacın dallarını. Ağaçların dallarında filizlenmeye yüz tutmuş tomurcuklar vardı. Kahverengi yerini yeşile bırakırken sitem eder gibi salınıyordu fazla aydınlık olmayan günde. Yeşil yapraklar, yuvalarından çıkmak için zaman kolluyor gibiydi. Bir aralık bulsa yeniden hayata gözlerini açmak için hazırda bekliyordu. En ufak bir güneş ışığını kaybetmeye niyeti yok gibi görünüyordu.

Tören yeri bahçesinde oturan Jin derin bir nefes verdi. Gözlerini kahverengi ama yeşil dallardan çekti. Hayat da böyle değil miydi? Birileri yeni yaşama geliyor birleri ise yaşamdan ayrılıyordu. Jin ölümün soğukluğunu annesinde hissetmişti ilk defa. O güne kadar şaka gibi gelmişti ona. Ama o gün ilk defa üşüdüğünü hissetmişti. Yine karanlık bir kış gecesinde annesinin kaybı ile kendini de kaybetmişti. Içinde yaşadığı boşluk o kadar fazlaydı ki Jin bu boşluğu nasıl dolduracağını bilememişti. Bunun üstesinden nasıl gelinir kimse öğretmemişti ona. Hoş şimdi de öğrenmiş değildi. Şimdi de içindeki boşluk dolacak gibi değildi ama bir nebze olsun iyi hissediyordu kendini.

Ölümün soğukluğu elbet vardı havada. Jin ciğerlerine nefesini doldurdukça bunu daha bir fazla hissediyordu. Ölüm, yokluğu bir kez daha dile getirmişti. Dile gelmiş, anlatmıştı. Sesini bir kez daha duyurmuştu kulaklarına. Jin ölümün sesini duyuyordu. Sessizlik kadar hafife alınacak bir kelime değildi bu. Bu kadar ucuz bir şekilde anlatılamazdı. Ölüm bağırıyordu kulaklarında. Ölümün sesi çok keskin çıkıyordu. Ara sıra cırtlıyordu belki ama sesini çok net anlıyordu kulaklarında.

Pişmanlık fısıldıyordu ölüm. Pişmanlığı haykırıyordu. Üzüntüyü söylüyordu. Bunu öyle bir ezgi ile yapıyordu ki Jin geçmişten gelen anıları göz ardı edemiyordu. Kadının yüzünü gözlerinin önüne geliyor, her kelimesi kulaklarında çınlıyordu. Kendi kelimelerini bağırıyordu ölüm. Geçmişini yüzüne vururken, kendi kelimelerinin ağırlığında parçalanıyordu Jin. Kendi kelimelerinin ateşinde yanıyordu. Kelimeleri üşütüyordu onu. Zemheri soğuğunda kalmış gibi kanı donuyordu. Kan damarlarında ilerleme işini bırakmış gibiydi. Vicdanı işinden istifa ederken yanına kalbini almış gibiydi.

Ölüm yeniden pişmanlık haykırıyordu Jin'in kulaklarına. Bir kez bile büyükanne diyememenin pişmanlığını yaşıyordu en iç dünyasında. Bir kez bile gülümsememenin lekesini taşıyor gibiydi. Bu leke öyle kocaman bir hale gelmişti ki artık Jin bunu fark edememişti. Fark edememiş de bu kadar büyümüştü bu leke. Bu kadar büyüdüğünden önünü göremez hale gelmişti.

Ölüm sessizliği söylüyordu Jin'e. Bahçede bir bankta yalnız başına oturuyorken, sessizlik kavuruyordu her yeri. Yeşermeye yüz tutmuş dalların rüzgarla dans ederken birbirinden çıkardığı ses ahenk ile geliyordu kulağına. Jin derin bir nefes verirken ılık rüzgar yüzünü okşuyordu. Ve ölüm yeniden sessizlik haykırıyordu avazı çıktığı kadar.

Onu düşünceleri arasında uyandıran ona doğru gelen Namjoon olmuştu. Gelen adamı salonda bırakmış ve bahçeye Jin'i aramak için çıkmıştı. Arkadaşını kahverengi bankta oturuyorken görmüş ve içinde parçalara ayrılan küçük umudunu toplarken yeniden darmadağın olmasına neden olmuştu bu. Namjoon'un siyah gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıvalıydı. Boğazına bağlamış olduğu siyah ince kravat gevşemiş halde duruyordu. Saçlarını elleri ile dağıttığı o kadar belliydi ki, dolayısıyla gelenlere karşı nezaketen bile iyiymiş gibi yapmayacaktı. O da kötüydü. Belki de hiç olmadığı kadar.

Yanında ayakta durması ile gözlerini devirdi Jin. Namjoon Elini arkadaşının omzuna koydu. "Daha iyi misin?"

Jin gözlerini kapattı ve küçük bir şekilde gülümsedi. Ölümden sonra gelen dinginlik kadar rahat görünüyordu. "Içerideki havadan sonra burası iyi geldi."

FRIENDS🦋🍀🌈Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon