Melez Cadı ve Ölüm'ün Kapıları

3.8K 197 97
                                    

Öncelikle daha önceden beri burada olan ve sonradan gelen herkese teşekkürler minik bir açıklamadan sonra hikayeye geçeceğim. Bu kitabı üçüncü kez silip tekrar yazışım ilk seferde çok okur yoktu ama yine de silmiştim ve ikinci de gerçekten biraz içim yana yana sildim ama gerçekten de çok fazla eksiğim ve yanlış yazdığım yer vardı ve ben öylece bırakmak istemedim. O yüzden yine buradayım ve baştan epey oynanmış bu karma hayrankurgumla sizinleyim. Yavaş yavaş bölüm yazdıkça yükleyeceğim sabrınıza teşekkürler. Yorumlarınızı bekliyorum <3


Minik bilgi: Kitap Harry Potter gibi yedi kısımdan oluşacak ve hepsinin adı da farklı ilk kısmın adı başlıktaki olaylar sadece Hogwarts'da değil Melez Kampı'nda ve Percy'nin lanetli yaz aylarında da geçecek.

*

Bölüm Bir: Toplantıya Bir Mektup

Herkesin hayatında bir şekilde kahraman olarak gördüğü birileri olurdu. En basitinden birine zorbalık yapılırken öne geçip bunu durduran kişiler gözümüze hep kahraman olarak gelirdi. Benim hayatımda da öyle biri vardı. Tüm dünyayı bir değil iki kez kurtarmasının dışında bunun en büyük nedeni bana ucube gibi davranmadan beni gerçekten sevmesi ve korumasıydı.

Beni sevmek... pek de rastlanılan bir şey değildi.

Kollarımı pencerenin önündeki çıkıntıya koymuş onun üzerine de çenemi yerleştirmiştim. Odanın içinde akan sudan huzur verici bir ses geliyordu ama ikinci ses onu bastırıyordu. Arada yükselen horlama sesleri yani.

Sonuçta kahraman da olsa o da insandı ve en çok bu yönünü seviyordum. Varlığını kanıtlayan bir unsurdu sesi. Sabahın köründe güneşin ilk ışınlarının huzur vericiliğine inat eder gibi düzensizdi. Yine de hoşuma gidiyordu. Yalnızlık bir süre sonra o kadar gürültülü olmuştu ki bana, başka sesleri duyduğumda korkmaya başlamıştım. O zamanların üzerinden yıllar geçmişti şimdi de sessizlik beni korkutuyordu.

Hepiniz şu an bu satırları okurken melezliği harika bir şey olarak görüyor olabilirsiniz. Açıkçası bence de havalı görünüyor ama sadece ilk zamanlar. Tanrı ebeveyninizin yaptıklarının bedelini sırf onların çocuklarınız olduğunuz için üstünüze almak berbat bir şeydi. Tehlike içinde yaşıyor, hayatta kalmaya çalışıyordun. Özellikle büyük tanrıların çocuklarındaysan...

O zaman vay halineydi.

Bunlardan habersiz altı yaşıma kadar yaşadıktan sonra birden böyle macera içinde bir yaşama düşmek ilk zamanlar o kadar devrelerimi yakmıştı ki ben bile hatırladığımda kendime gülmeye başlıyordum. Bir an korkunç bir manzaraya kapanan gözlerim o yaşımda zorlukla Elsyium gibi bir yere açılmıştı. Her sabah ürkütücü bir sesle kampçıları uyandıran borusu olan, her yemek saatinde sihirli tabaklar kullanılan, dünyanın gelmiş geçmiş en garip kişisi tarafından yönetilen bu yer.

Sonra tabii birden hayatıma giren üvey abim Percy Jackson.

Ben onun kadar ünlü bir Poseidon çocuğu değildim, ben herkes tarafından sevilen biri değildim, ben buradakilerin bile anormal bulacağı türden biriydim. Sinirlendiğim zaman Percy gibi etkimi suyla ilgili şeylerde göstermek yerine melezlerin kuyruklarının çıkmasını sağlayan biriydim.

Belki tek ortak noktamız ikimizin de beladan kurtulmayan bir başının olmasıydı. Onun dışında bence hiçbir şeyimiz ortak değildi. Benden bıkacağı zamanı bekliyordum öylece. Çünkü bıkacağına emindim, onun normal bir hayatı vardı. Her zaman istediği şekilde olan bir hayatı. Jupiter Kampı'nda nişanlısıyla birlikte yaşadığı bir evi vardı mesela, sık sık tüm o yaratıkların varlığını yok sayıp yanına uğradığı bir annesi ve benden kesinlikle daha iyi kardeş olduğuna emin olduğum bir kız kardeşi vardı.

Half Blood WitchWhere stories live. Discover now