11

3.7K 429 86
                                    

Güz, Cesur'un kendisini neden bir teknoloji dükkânına sürüklediğini anlamamıştı. Etrafındaki birçok alete kendisi de ulaşabilirdi zaten. Burada ne işleri vardı?

Cesur'un ceketinin ucunu tutup çekerek, onun kendisine bakmasını sağladı.

"Neden buradayız? Venüs-3 almaya mı geldik?"

"Onu sonra hallederiz. Beni takip et sadece" dedi ve kasiyere başıyla selam verdi.

"Seni takip etmekten başka bir işlevim olsa keşke" diye söylenerek Cesur'un arkasından gitti.

Cesur, dükkânın arkasına doğru ilerleyip depo gibi bir odaya daldı. Güz de girince kapıyı sıkıca kapattı. Her biri duvara monteli olan metal rafların arasında ilerledi ve üçüncü rafta durdu. Rafın metaline elini koydu ve beklemeye başladı.

"Ne yapıyorsun?" Güz, artık bu adamın pek de aklı başında olmadığını düşünmeye başlamıştı ki ufak bir dıt sesinden sonra hareketlenme oldu.

Cesur'un tuttuğu rafın yanındaki boş duvarda ufak dikdörtgen bir bölme açıldı. Göz hizasındaydı ve Cesur hiç tereddüt etmeden gözlerini yaklaştırıp okuttu.

Bu retina taraması mıydı yani?

Ve Cesur'un tuttuğu metal raflık olduğu gibi geriye doğru kayıp boş duvarın arkasına girdi. Böylece iki kişinin geçebileceği büyüklükte bir geçit açılmış oldu. Bunlar olurken hiç ses çıkmamıştı. Sadece ufak dişlilerin seslerini duyabilmişti Güz. Bu da onların teknolojinin epey üst seviyesinde olduklarını kanıtlıyordu.

Cesur içeri girip Güz'e seslendi.

"Hadisene."

Güz ise o an şaşırmakla meşguldü. Bir karış açık ağzıyla Cesur'a bakıyordu.

"Ne yani? Bu oynar bölme en az yüz kilodur ve onu hiçbir teknoloji bu kadar kısa sürede böyle hızlı hareket ettiremez."

"Bildiğimiz teknolojiler için evet haklısın. İmkânsız." Dışarı uzanıp Güz'ün kolunu yakaladı.

"Ama bilmediklerimiz için değil." Hızla Güz'ü içeri çekti ve kapı açıldığı gibi hızla arkalarından kapandı.

Her yer karanlıktı. Öyle ki Güz, ellerini bile göremiyordu.

Cesur'un uzanıp bir şeye elini dayadığını duydu. Dayadığı yerde elinin şeklinde yeşil bir ışık parladı ve etraf aydınlandı.

Tam önlerinde beyaz mermerden ihtişamlı bir asansör duruyordu. Kapıları sonuna kadar açıktı ve iç duvarına kırmızı renkli yuvarlak bir simge işlenmişti. Yuvarlağın içindekinin bir kuş türü olduğuna kanaat getirdi Güz.

Cesur, hiç beklemeden asansöre bindi ve Güz'ü de ardından sürükledi. Normalde böyle itilip kakılmaktan hoşlanmazdı. Ama o an sadece etrafı incelemekle meşguldü. Cesur eksi 17'nci kata bastı. Sağ elinde kutuyu taşıyordu.

Asansör genellikle aşağı ve belirli bölgelerde yan gidiyor gibi görünüyordu ve...

Oha! Doksan sekiz kat mı vardı yani? Aşağı doğru hem de?

Güz, kolunu kurtarıp Cesur'a döndü.

"Gerçekten doksan sekiz kat mı var?"

"Evet. Doksan dokuzuncu katı açmak için hazırlanıyoruz."

"Burası... Burası nasıl bir yer böyle? Neden kimsenin böylesine büyük bir topluluktan haberi yok?"

Cesur hafifçe güldü. Güz'ün şaşkınlığı onu eğlendiriyordu.

"En önemli kuralımız gizlilik. Ya bizimlesindir ya da bizden bir habersindir." Kolunu mermer duvara dayayıp omuzlarını esnetti.

"Sizin bir isminiz yok mu?"

"Var." O sırada asansörün kapıları ince bir dink sesiyle açıldı.

"Simurg'a hoş geldin küçük Barbaros."

***

"Sensin küçük." Kollarını kavuşturup Cesur'a kötü bir bakış attı. Tamam, boyu kısa olabilirdi ama eskilerin de dediği gibi, devede de boy vardı.

Cesur'a laf yetiştirmeye devam edecekti ki karşısındaki manzarayı görüp sustu.

Çok... Çok büyüktü burası. Tavan, cami kubbeleri kadar yüksekti ve havalandırma boruları epey kaliteli görünüyordu. Yerde ise bir voleybol sahası büyüklüğünde yan yana dizilmiş ekranlar ve harıl harıl çalışan insanlar vardı. Sol tarafına baktığında yerden biraz daha yüksek bir balkon kısmı gördü. Burası tüm işlerin yönetildiği yerdi muhtemelen. Her yerde ya bilgisayarlar vardı ya da camekânla kapatılmış deney ve gözlem odaları. Güz kendini bir an daha da küçük hissetti.

"Orada dikilmeye devam edecek misin?" Cesur'un huysuz sesi onu etrafı incelemekten alıkoydu. Paytak adımlarla Cesur'un yanına geldi.

"Gel hadi. Seni bizim Fury ile tanıştırayım."

"Kiminle kiminle?"

"Offf hiç eski filmleri izlemez misin sen? Bizim kaptanla tanıştırayım diyorum. Buraların yöneticisi yani." Küçük bir çocuğa açıklama yapar gibi tane tane konuşmuştu ve Güz bundan hiç hoşlanmamıştı.

"Bizim, zihnimizi boş yere meşgul edecek şeylerden uzak durmamız gerek. Bilmiyor muydun bunu?"

Savaştan sonra, gençlerin akademiye daha iyi odaklanabilmesi için televizyondaki tüm gereksiz programlar yayından kaldırılmıştı. Sadece bebekler için birkaç çizgi film, haberler ve belgesellere izin veriliyordu.

Cesur, durup yeni hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı.

"Haklısın, unutmuşum." Daha sonra önemsizmiş gibi elini havada salladı.

"Ama biz ajanlar için öyle bir kısıtlama yok." Ceketini çıkartıp yoldan geçen birinin eline tutuşturuverdi. Gömleğinin üst düğmelerini açtı ve ellerini ceplerine koyarak balkona çıkan merdivenlere doğru yürümeye başladı.

"Sen biraz fazla mı rahatsın acaba?" Cesur, merdivenleri hızlı adımlarla çıkarken Güz sormuştu soruyu.

"Yoo." Alaycı gülümsemesiyle kızıl saçlı kızı süzdü Cesur. Sinirli sinirli kendisine bakan kızın burnunun üzerindeki ufak çilleri fark etti. Tatlı görünüyordu.

Balkonun arka tarafına ilerleyip koyu lacivert renkli metal kapıyı tıklattı.

İçerden otoriter bir "Gel!" sesi yükseldi.

İçerisi normal bir ofis gibiydi. Dışardan her duvarın metal ve gayet mat olduğunu sanıyordunuz ama içerden öyle değildi. Duvar görünümlü camlar sayesinde dışarısı an be an izlenebiliyordu.

Masanın arkasında saçları hafifçe kırlaşmış bir kadın oturuyordu. Koyu renkli saçlarını topuz yapmıştı. Üzerinde ütülü keten bir pantolon ve yakası açık beyaz bir gömlek vardı. Kafasını kaldırıp mavi renkli gözlerini Güz'ün suratına dikti. Gözleri tek renk bir maviydi ve bu onun mutasyondan önceki nesilden olduğunu kanıtlıyordu.

"Ah, demek geldiniz." Elindeki kâğıtları abanoz renkli masaya bırakıp oturmalarını işaret etti. Cesur, Güz'den önce davranıp koltuklardan birine yayıldı ve bacaklarını toplama gereksinimi duymadı. Kutuyu da yanına bırakmıştı. Güz de diğer koltuğa ilişti. Gergin olduğu zamanlardaki gibi parmaklarıyla oynuyordu.

Kadın da koltuğuna oturup ellerini kenetleyerek, gözlerindeki merak kırıntılarıyla Güz'e baktı.

Bu kızla güzel işlere imza atacaklarını daha kız koltuğa oturmadan anlayabilmişti. İnsan tahlili konusunda doktora yapacak düzeydeydi sonuçta. Gülümsedi.

***
Eee? Ne dersiniz dostlar, bu Simurg neyin nesi? Sembolünü medyaya bırakıyorum.

Kor ve Güz arasındaki ilişkiye ne diyorsunuz?

Cesur peki? Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

KIZIL DALGAWhere stories live. Discover now