1

22.3K 880 496
                                    

Yıl 2092

Atlas Okyanusu'na zehirli gazlar yayan bir meteor düştü. Önce Amerika kıtasını ele geçiren zehir, Avrupa'ya yol aldı. Okyanus artık kıpkırmızı, toprak ise bembeyazdı. Bu hem bir lütuf hem de bir cezaydı. Toprağın verimi arttı ancak milyonlarca insan hayatını
kaybetti.

Yıl 2095

Manyetik patlamalar baş gösterdi. Mekanik aletler çalışmaz oldu. 3. Dünya savaşı Bor madenleri yüzünden patlak verdi.

Yıl 2104

Dünya kabaca ikiye ayrıldı. Atlas ve Eski Dünya olmak üzere. Atlas'taki insanlar bir süre sonra zehre bağışıklık kazandılar. Ancak bir sorun vardı. Eski Dünya'dan birilerine dokunamıyorlardı. Aksi takdirde kalıcı yaralar, enfeksiyonlar oluşuyordu. Bu yüzden bölge sınırları keskinleştirildi ve artık görevliler dışında kimse bölgesini terk edemiyordu.

Yıl 2106

Gökdelenler yıkılmış, insanlar birbirinin aynı olan evlerde yaşamaya başlamışlardı. Kıyafetlerde abartı yasağı getirilmişti ve televizyondaki gereksiz her türlü program yasaklanmıştı. Amaç kaybedilenleri kazanmaktı. Bir an önce.

Bunca karmaşanın arasında 2100 yılının mart ayında küçük bir kız çocuğu doğmuştu. Büyümüş ve neslinin en parlak biyomekanik ustası olmuştu. Ancak o diğerlerinden çok daha farklı düşünüyordu.

Sınırları kaldıracak bir fikri vardı. Umudu vardı.

En önemlisi ise onunla bu ateşte kavrulacak bir Kor'u vardı.

***

Günümüz (2120)

Korkuyordu. Onu bulmalarından, çaresiz kalmaktan, özgür olamamaktan korkuyordu. Bedenini titreten, gecenin soğuğu değildi. Ayakları delicesine toprak zemini arşınlarken damarlarındaki kanın vücuduna yetmediğine kanaat getirdi genç kız.

Evine doğru son sürat koştuğu sırada her saniyenin önemini biliyordu. Ayağı takılıp feci halde düştüğünde bile dizlerinin acısı eve varma isteğine baskın gelememişti. Bir an önce varıp sayıma katılmalıydı. Yoksa başı derde girecekti.

Sık ağaçların arasından babasıyla yaşadığı prefabrik ev görününce, acıya rağmen hızını arttırdı. Boğazından, bastırmaya çalıştığı bir nida yükseldi. Sayımlar ansızın yapılıyordu. İnsanların diğer tarafa kaçıp kaçmadığını anlamak için olduğunu söylüyorlardı. Neyse ki babası ona erken haber vermişti.

Herkes yan yana mükemmel biçimde dizilmiş olan aynı tip müstakil evlerde oturuyordu. Şeyden beri... 3. Dünya savaşından beri.

2092 yılında Atlas Okyanusu'na düşen bir meteor yüzünden, Amerika kıtasından başlayan toprak zehirlenmesi İtalya'nın hatta Türkiye'nin sınırlarına dayanmıştı. Daha sonra bu zehir havaya da karışmış, devamında ise bir süre mekanik aletleri çalışmaz hale getirmişti. Manyetik patlamalar yüzünden Bor madenleri işlevsiz hale gelmiş daha sonra 3. Dünya savaşı patlak vermişti.

Ölümler kaçınılmazdı. O kadar az kişi kalmıştı ki Dünya üzerinde, kırk kattan fazla olan tüm binalar yıkılmıştı. Herkes tek katlı ve aynı özelliklere sahip evlerde oturuyordu. Böyle olması çok daha iyiydi belki de. Tüm savaşların ortak noktası aç gözlülük değil miydi zaten?

Genç kız ve babası Doğu İzmir'de yaşıyorlardı. Çanakkale Boğazı olarak bilinen yerden itibaren aşağı doğru bir petek duvar çekilmişti. İstanbul boğazını kapsamıyordu ama İzmir'i doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırıyordu.

Evin arka penceresinden kendini zor attığı sırada zilin çalındığını duydu. Derin bir oh çekerek mutfaktaki sandalyeye bıraktı kendini. Yetişmişti.

Klasik sayım rehberi uygulandı ve kimse genç kızın yaralı dizlerini fark etmedi. Neyse ki.

Görevliler gittikleri sırada babası hızla yanına gelip kızının kızıl-kahve saçlarını okşadı.

"İyi misin kızım?"

Genç kız başını iki yana salladı.

"Her zamanki gibi." Babasının acı kahve gözlerine baktı ve onu endişelendirdiği için kendine kızdı.

"Daha dikkatli olmalıyız." dedi babası.

Onaylarcasına başını salladı. Duraksadı ve nefes verdi. Aklındaki tilkiler oturmuş, babasına sorularını birbiri ardına sıralarlarken genç kız ne diyeceğini toparlamakta güçlük çekti.

"Neden diğerlerinin aileleri bu kadar katıyken sen benim ormana gitmeme izin veriyorsun?" diye soruverdi.

Babası hologram gözlüğünü kapattı ve hüzünlü gözlerle kızına gülümsedi.

"Sen bir biyomekanik dâhisisin Güz. Merakını ve macera tutkunu annenden almışsın." Duraksayıp kızıl saçlarını okşadı.

"Saçlarını da."

Güz.

Reni buydu. Eski Türkçedeki isim kelimesini kullanmıyorlardı. Herkes belli bir yaştan sonra ren sahibi oluyordu. Belirgin bir özellik gösterene kadar daha çok... Eh, onunki başından beri belliydi aslında.

Devam etmesini ister gibi babasına baktı.

"Yeteneklerini akademide geliştiremiyorsun. Orası seni yanlış şekillendiriyor. Kalıplara sokuyor. Sen ancak kendi atölyende özgür olabilirsin. Doğrusu bu."

Babasının çatık kaşlarına bakıp söylediklerini hazmetti. Diğerleri asla böyle konuşmazlardı. Onlar kurallara uymaktan yanaydılar.

İzinli veya kıdemli olmadıkça Atlas'a geçilmez.

Atlas'taki herhangi biriyle temasta bulunulmaz.

Gerekmedikçe peteklere yaklaşılmaz.

Atlas, yeni Dünya kısmıydı. Petekler ise iki dünyayı birbirinden ayıran duvardı.

Petekler, Güz'ün güç ve azim kaynağıydı. Pes etmemesi için sırtındaki kırbaçtı adeta. Hayatını zindan ediyor olsa da onu yıkmak büyük bir zevk olacaktı.

***

Bizi özlediniz mi?

Ufak değişikliklerle geri geldiler. Bu sefer bu hikayeyi tamamlayacağım. İnşallah.

Yorumlarınız benim için çok önemli. Mavilerle kalın. 💙

KIZIL DALGAWhere stories live. Discover now