6

4.3K 503 38
                                    

Gecenin bir vakti deli gibi atölye kapısının kumandasını aramak çok zor bir işti.

"Şu kumandayı kürek kadar yapamaz mıydım sanki?" diye kendi kendine söylendi.

En sonunda arka cebinde olduğunu görüp rahatladı. Düğmeye basıp yerdeki çim levhanın yana kaymasını izledi. Tüm torbaları kucağına toplayıp, tamamen açılmasını beklemeden içeri dalarak levhayı kapattı.

Merdivenlerden inerken ne kadar ses çıkardığının farkında bile değildi.

"Kor! Galiba bu sefer tamam! Yapacağım!" diye bağırarak atölyeye dalmıştı ki, Kor'un yerinde olmadığını gördü.

Kaşlarını çatarak sol işaret parmağının tırnağındaki dijital saate baktı. Çoktan burada olması gerekiyordu.

"Nerde bu çocuk?" diye söylenerek tüm bez torbaları bir bir açtı. Sırayla hepsini tezgâha dizerek birleştirmeye başladı. Gözü arada bir peteklerin arkasına kayıyordu ama dövüş heykelciğinden başka onu karşılayan bir şey yoktu. Omuzları düştü ve duvara yaklaştı istemsizce.

Avucunu açtı yavaşça. Lila renkli minicik taş göz kırpıyordu genç kıza. Kısa bir nefes vererek atölyesinin zeminine çöktü. Sırtı tezgâha yaslı haldeydi ve kahverengi gözleri arada hafifçe dalgalanan petek duvarı izliyordu. Avucundaki taşı göğsüne yaslayıp gözlerini sıkıca kapattı. Ne yapacağını bilmiyordu. Göğüs kafesi ona, Kor'u hatırlatmaya yemin etmişçesine sızlıyordu. Hoş, hiç aklından çıkarmıyordu oysa...

Bu zamanda doğmuş olduğuna lanet ederken buldu kendini. Neden savaştan hemen sonra doğmak zorundaydı ki? Annesi neden gitmek zorundaydı? Yüzünü sadece fotoğraflardan gördüğü birine anne demek garipti. Bu sıfat sadece hak edenin olmalıydı. Gözlerini sertçe koluna silip doğruldu. Geçmişiyle satranç oynamayı kesmeliydi. Çoban matı olması kaçınılmazdı.

İşine geri dönmesi gerektiğini hatırlayıp kollarını sıvadı.

Yaklaşık yarım saat sonra, tezgâhta çift elle kullanılan bir delici duruyordu. Çapı yarım metrelik yuvarlak halkalar tutma kısmında birleşiyordu ve öne doğru küçülerek gidiyordu. En uçta lila renkte ışıldayan sivri amber taşı göz kamaştırıyordu.

Anlındaki teri silip eserine bakarak gülümsedi. Daha sonra acı kahve gözleri kaygıyla diğer yana baktı. Kor gelmeden başlamak istemiyordu.

"Hadi artık. Neredesin alev gözlü salak çocuk? Neredesin?" diye söylenerek kendini koltuğa bıraktı. Eliyle anlına masaj yaparak gözlerini kapattı.

"Birileri benim çok ateşli olduğumdan mı bahsediyor?"

Güz'ün kafasını kaldırmasıyla Kor'un serseri gülümsemesini görmesi bir oldu. Hemen ayaklanıp peteklere doğru hışımla ilerledi.

"Neredeydin? Bu gün erken gelmeni söylemiştim sana!"

"Şşştt. Tamam, sakin ol. Buradayım." Elindeki spor çantasını yere bırakırken diğer eliyle Güz'ü sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Antrenman uzadı biraz. Çıkamadım, özür dilerim."

"Neyse." Nefesini verip Kor'a kısık gözlerle baktı.

"Bunu sonra konuşuruz. Şimdi şu işi halledelim."

Tezgâha uzanıp deliciyi aldı. Sol üst köşedeki bir peteği hedefleyip sabitledi. Kor'un gözlerine bakıp onay bekledi. Yıldız dolu gözlerinde öyle güç veren bir ifade vardı ki Güz, enerji dolduğunu ve o an kendini gözünü kırpmadan peteklere atabileceğini hissetti. Kor, başını yavaşça sallayınca kararlı ifadesine son bir kez bakıp gözlerini kapadı. Ve ilk atışı yaptı.

KIZIL DALGAWhere stories live. Discover now