4

5.2K 584 96
                                    

Günümüz (2120)

[Doğu İzmir]

"Ne oldu sana böyle?" diye bağırdı Güz.

"Abartacak bir şey yok." Kor, elini önemsizmiş gibi salladı. "Biraz yamuldu sadece."

"Biraz yamuldu mu? Ha, tamam o zaman." Güz, kıstığı gözlerini Kor'dan ayırmadı.

"Salak mısın sen? Burnun kırılmış resmen!" Dokunmak ister gibi elini uzattı ama petekler engel oldu. Şu lanet petekler. Yerin birkaç metre altına kadar uzanıyorlardı. Duvarı icat edenler magmaya kadar uzandığı dedikodusunu yaymışlardı ama Güz bunun bir öneminin olmadığını, sadece birkaç gün sonra bunu da aşacağını biliyordu. Peteklerde, küçük manyetik sapmalar oluşturup, ufak maddelerin geçişini sağlayabiliyordu. Gözcüler daha çok yüzeydeki sapmalara odaklı oldukları için yeraltındakilerden haberleri bile olmuyordu.

"Yok bir şey dedim ya Güz! Bir de sen başlama." Kor, elindeki gazlı bezi çöpe fırlatıp deri koltuğa yayıldı.

"Şu duvar işini bir halledeyim..." İşaret parmağını tehdit edercesine salladı.

"Sen o zaman göreceksin kömür çocuk." Kömür çocuk lafını çok sinirlendiğinde ya da onu sinir etmek için kullanırdı. Ve şu an sinirden saçları havaya kalkmak üzereydi. Ölümcül bakışlarının hedefinde Kor vardı ve ellerini beline koymuş, ayağını da pat pat yere vuruyordu.

"Harbiden hallet şu işi artık. Dokuz yıl oldu bu mekânı kuralı, sen daha şu hurda ekranları bozamadın."

"Uğraşıyorum" dedi gücenmiş gibi.

"Gözcüler fark etmesin diye neler çekiyorum ben, senin haberin var mı?" Sinirle yerden aldığı somun kutusunu tezgâhın üzerine gürültülü bir şekilde bıraktı.

"Sen halledersin kızılım" Kor iyice yayılıp ellerini ensesinde birleştirdi.

"Sana daha yakın olmak için sabırsızlanıyorum." Tembel gülümsemesi ve baygın gözleriyle karşısındaki kızıl güzelliği süzdü. Bu kız artık fazla güzel olmaya başlamıştı.

Kor böyleydi işte. Tartışmanın en hararetli anında bir laf söyler ve sizi bozguna uğratırdı. Öylece kalırdınız karşısında ve sizi sakinleştirmesini de iyi bilirdi.

"Malsın sen." Elindeki ayarlanabilir anahtarla Venüs'ünün son rötuşlarını yapıyordu.

"Ama tatlı bir mal." diye ekledi Güz kısık bir sesle.

"Biliyorum kızıl, biliyorum. Ve sen bana karşı koyamıyorsun." İyice keyiflenen Kor, ayağa kalkıp atölyenin kendine ait olan kısmında dolanmaya başladı. Bu kısım atölyenin devamıydı ama tezgâhlar ve metal zamazingo dolu raflar yerine, bir boks torbası ve dövüş heykelciği vardı. Bazen yatmak için rahatsız bir koltuk ve küçük bir buzdolabı da köşede duruyordu.

Mekân basık görünmesin diye Güz tavanı yüksek tutmuştu. Kor'un baktığı duvarda ise bir sürü ne işe yaradığını anlayamadığı alet vardı. Güz, titiz çalışırdı. Bu yüzden de hepsi yerli yerinde ve belli bir sıraya göre dizilmişti. Köşede duran küçük çalışma masasında birkaç kitap ve eski bir bilgisayar vardı. Normalde antika olan bu bilgisayar çalışmazdı bile, ama Güz'ün elleri mucizeler yaratmakta ustaydı. Bu tür eski bilgisayarların sinyallerinin takip edilemediğini söylemişti Güz. O yüzden piyasadan temizlenmişlerdi.

Güz elindeki anahtarı gürültüyle tezgâha çarpıp Kor'a baktı.

"Sen pansumanını iyi yapmamış ol da gör bak ben sana ne koyuyorum."

Kor, eğilerek bir kahkaha patlattı.

"Ooooo! Bizim kızın ağzı fena bozulmuş. Akademideki adap derslerine ne oldu bakalım kızıl güneş?" Ellerini çenesine koyup serseri bir gülümseme gönderdi.

KIZIL DALGAWhere stories live. Discover now