Şimdi ne yapacaktı?

***

"Düzgün vursana şu topa, değişik!"

O gün her zaman olduğu gibi Güz'ün aklı başka yerdeydi. Şu an bedensel aktivite havasında değildi ama maalesef bu dersi geçmek zorundaydı.

Kendisine laf atan kıza aldırmadan umursamaz ifadesiyle voleybol sahasının içinde dikilmeye devam etti. Top bir kere daha ona geldiğinde, gelişi güzel karşıladı. Ve top karşı takımdan bir kızın kafasına geldi.

"Kızım sorunlu musun sen?" dedi kafasına top yiyen kız.

"Belki biraz." deyiverdi.

"Düzgün oynamayacaksan çık oyundan!" diye bağırdı bir diğeri.

"Alın, oyun sizin olsun" diye söylenerek hızlı adımlarla gidiyordu ki, arkadaşı Narin onu durdurdu.

"Hoca sana bakıyor. Notunu kıracak yer arıyor zaten. İdare ediver işte." diye fısıldadı kulağına.

Eh, ne yazık ki haklıydı.

Hocanın, sahanın köşesinden onu izlediğini gördü. Oflayarak yerine geçti ve oyun devam etti.

Maç bittiğinde, elbette ki yenilmişlerdi. Onun suçu değildi ama herkesin böyle düşündüğünü biliyordu. Çünkü normalden daha fazla kötücül bakışlara maruz kalmıştı.

Soyunma odasına doğru ilerlerken, yolunu biri kesti. Neydi bu kızın reni? Hatırlayamadı ama oyunda ona laf atan kız olduğunu biliyordu.

"Bana bak kırmızı." dedi ellerini beline koyarak. Birkaç arkadaşı da arkasında duruyordu. Ve pek dost canlısı değildiler.

"Benim kaptanlık yaptığım yerde kimse beni küçük düşüremez. Anladın mı?" Bir adım yaklaştı. Güz, hala sakinliğini koruyordu.

"Kaptanlığın iki kelimeye bakıyorsa..." Çantasının kulpunu gevşetti.

"Neyse. Çekil de geçeyim." Bu kadar rahat olmasının sebebi yeni kararlar almasıydı. Artık kimseyi takmayacak ve onların kendisini ezmesine imkân vermeyecekti. Dün atölyeye gidemediği için öylesine kötü hissediyordu ki, ruh hali hareketlerini ve düşüncelerini ele geçirmişti.

"Sen kendini ne sanıyorsun ha?" Kız iyice yaklaşmış ve tehlikeli bölgeye girmişti. Etraftakiler bir şeyler olduğunu anlayıp kavgayı kaçırmamak için yandan bakışlar atıyorlardı.

Narin'in koşarak yanına geldiğini gördü. Kızla arasına girip,

"Şimdi sırası değil kızlar" dedi. Karşıdaki uzun sarı saçlı kızın ise pek onu dinlemeye niyeti yoktu.

"Çekil şuradan Narin. Arkadaşın çok kaşınıyor" dedi. Gözlerini kısarak Güz'e bakmayı da ihmal etmedi.

Güz, bu işten sıkılıp kendini geri çekti ve aksi yönde yürümeye başladı. O sırada birisi kolundan yakalayıp onu geri döndürdü.

"Yok öyle kaçmak falan." dedi sarışın kız.

Güz hışımla kolunu kurtardı kızın pençesinden. Artık sinirlenmişti.

"Git kendine başka oyun arkadaşı bul."

"Yoksa ne yaparsın turunçgil? Beni şikâyet mi edersin?"

Güz, histerik kahkahasına engel olamadı.

"Bu mu yani?" dedi kollarını sallayarak.

"Kelime haznen bu kadar mı? Daha yaratıcı şeyler beklemiştim." dedi alayla. O kızdan zerre kadar korkmuyordu. Kavgaya tutuşmaktan da.

Sarışın kız öyle kızardı ki neredeyse Güz'ün saçlarıyla aynı renk olacaktı suratı.

"Ben seni var ya!" diye bağırarak elini Güz'ün güzelim saçlarına götürmüştü ki kulak patlatan bir düdük sesi duyuldu.

"Ayrılın!" dedi ders hocası olan kadın.

"Siz ikiniz." Güz'ü ve sarışın kızı işaret etti.

"Doğru müdürün odasına."

***

Müdürün odasına girer girmez kız ağlamaya başlamıştı.

"Vay be" dedi kendi kendine Güz. "Duygu sömürüsü ha? O kadar çaresiz miydin?"

Odadan çıkana kadar da susmadı ne yazık ki.

"Tamam kızım. Sen de ağlama artık." dedi orta yaşlı kel kafalı müdür.

İlk temas karşı taraftan geldiği için Güz suçlu sayılmıyordu ama paçasını da tamamen kurtaramazdı.

"Temizlik cezası. Ellerinizden öper. Tabi farklı zamanlarda olacak. Dosya odasını temizleyeceksiniz."

En azından sicilime işlemeyecek, diye düşünerek onayladı başıyla. Zaten geç saatlere kadar okulda projesi üzerinde çalışıyordu. Biraz daha mesai ona fazla gelmezdi. Gecelerini değerlendirecek bir şey bulamıyordu atölyeye gidemediği için.

Dersleri bittikten sonra biyomekanik laboratuvarına attı kendini. Ellerini meşgul edecek bir şey bulamayınca bazen kafayı yiyecek gibi oluyordu. Özellikle şu sıralar...

Arıtma makinesinin bitmesine az kalmıştı. Güz durmadan bunun üzerinde çalışıyordu. Eğer suyu arıtabilirse belki bu derilerinin üzerindeki soluk renkten kurtulabilirlerdi. Belki de daha fazlasından...

Görevli gelip de cezasının başladığını haber verene kadar saatin kaç olduğunu fark etmemişti. Tırnağına baktı. Epey geç olmuştu.

Dosya odasına giderken yolda akademinin mermer zeminini izliyordu. Büyük ve hantal bir binaydı ama en azından iş görüyordu.

"Alfabetik sıraya göre dizeceksin. Öğrenci belgelerinden başla. Şu sıra yani." Çocuğun işaret ettiği yerdeki yığına baktı Güz. Ve sonra etrafına göz gezdirdi. Çabuk bitmeyecekti bu iş.

Dosyalar fazlasıyla tozluydu. Dakikada bir hapşırmadan duramıyordu Güz. Ağır dosyaları dizmeye başladı en üst rafa. Merdiven vasıtasıyla yetişebiliyordu.

Derken eline çok fazla dosya aldığını fark etmeden merdivene çıktı. Birkaç saniye yalpaladıktan sonra dengesini kaybedip yanlamasına yere düştü. Ve ardından da dosyalar...

"Off! Neden dijitale geçirilmedi ki bunlar? Yirmi ikinci yüzyıldayız be..." diye söylenerek kafasına düşen dosyayı kavradı ve fırlatmak için havaya kaldırdı. Tam o sırada oturduğu yerden gözleri bir dosyanın sırtına takıldı. Bir isime.

Soy Aile: Arıkan

Ad: Selvi

Selvi. Bu ismi daha önce duymuştu.

Elindeki dosya kayıp yere düştü. Donuk gözlerle masanın altındaki kırmızı dosyaya bakıyordu. Yavaşça gidip onu yerden aldı.

Tek Selvi o değildir ya?

Dosyanın kapağını açtı. Karşısında koyu kızıl saçlı genç bir kadının resmi vardı.

Babası bahsederdi, ona ne kadar çok benzediğinden ama bu kadarını da beklememişti.

Selvi Arıkan.

İsim zihninde yankılandı.

Annesinin dosyasını bulmuştu.

KIZIL DALGAWhere stories live. Discover now