28.BÖLÜM: ÖLÜM

1.2K 132 166
                                    

"Uyan!" Tok ve otoriter ses, Keaton'un gözlerinin aralanmasını sağladı. Aslına bakılırsa gece boyu uyuyabildiği pek söylenemezdi. Ara ara kabus görerek uyanmıştı. Zaman zaman ise üzerinde hissettiği eller uyandırmıştı onu. Önce ağabeyi tarafından, sonra da annesi tarafından kaçırılmıştı.

Bir aile daha ne kadar karmaşık olabilir, diye düşündü. Yıllardır görmediği bir ağabeyi, peşinde olduğu örgütün başı olan bir annesi vardı. Babasının nerede olduğunu merak etmiyor değildi. 

"Uyan dedim sana!" O sesi tekrar duymasıyla yüzüne bir tokat inmesi bir oldu. İrkilerek gözlerini açtı adam. Karşısındaki annesiydi. Elinde büyük bir kum saati vardı. "Son yaklaşıyor, bebeğim. Ve sen saatlerdir uyuyorsun."

"Ben senin bebeğin değilim." diye karşı çıktı adam. "Yani sonun yaklaştığını kabul ediyorsun?" diye sordu annesi. Keaton soruyu cevapsız bıraktı fakat bu doğruydu. Sonun yaklaştığını kendisi de çok iyi biliyordu. Herkesi alt etmişlerdi, geriye annesi ve Keaton kalmıştı.

Aylar süren büyük mücadelede kimin galip geleceğini ise yalnızca Keaton belirleyebilirdi. Etrafına bakındı, kaçacak delik aradı. Lakin odanın her tarafı kapalıydı, sağ üstteki pencere hariç hiçbir şey yoktu. Demir kapıdan kaçabilme ihtimalini çoktan gözardı etmişti. 

Annesinin yüzüne bakmaya utanıyordu. Yıllarca dindar olarak gördüğü annesinden eser yoktu. Onu hangi koşulların bu hale getirdiğini merak etti. Daha doğrusu, annesi hiç dindar olmuş muydu ki? "Korkma bebeğim, sana her şeyi anlatacağım." dedi annesi. 

"Ağabeyin Jason ile tanışmış olmalısın. Onu sevdin mi? Kendisi biraz delidir ama aslında çok iyi birisidir."

"Umurumda değil." dedi Keaton. "Ne sen ne o manyak... Hiçbiriniz umurumda bile değilsiniz." Annesi bu dediğini görmezden geldi. "Ah, hayatım. Sinirini anlıyorum, aslında karşına daha önceden çıkmalıydım."

"Seni öldürürdüm." dedi Keaton. Annesi büyük bir kahkaha patlattı. "Bana o kadar benziyorsun ki!" 

"Tüm o din olayları ne oldu? İsa'ya ne oldu? Taptığın, her saniye kendisini övdüğün Tanrı ne oldu?" Bu soruya kadın üzerindeki kırmızı elbiseyi göstererek cevap verdi. "Sence dindar mıyım?" diye sordu. "Hiçbir zaman olmadım ki! Eğer şüphe çekmek istemiyorsan tam bir dindar olmalısın. Kimse o kapalı kıyafetlerin altında yatan şeytanı fark etmedi."

Ayakta dolaştı ve Keaton'un saçlarını okşadı. Keaton, kadının elini geri itti. "Dokunma bana."

"Ne kadar da fevrisin öyle... Çocuklarım arasında en fevrisi bile olabilirsin."

"Çocuklarım arasında mı? Kaç tane var?" dedi Keaton öfkeyle. "Sen kaçırıldıktan sonra evde tektim ve canım sıkılıyordu." diye cevapladı annesi. 

"Ben kaçırılmadım, sen beni kaçırttın." diye soludu adam. "Ne biçim bir annesin sen öyle?"

"Ben seni kurtardım, Keaton. Gözümün önünde tuttum, böylece dış dünyanın pisliğinden arınmış oldun."

Öfkeyle birkaç küfür savurdu adam. Annesi kaşlarını çattı sert bir şekilde. "Çok terbiyesizsin! Yaşamayı hak etmiyorsun." Odadan hışımla çıktı. Birkaç dakika içinde tekrar geldiğinde elinde kocaman bir balta vardı. Korkuyla baltaya baktı Keaton. "Beni öldürecek misin?"

"Ne bekliyordun ki?" diye sordu annesi. "Beraber anne oğul alışverişe mi gidelim? Yıllardır yaşadığın fazla bile..." Baltayı kaldırdı ve Keaton'a doğrulttu. "Son sözün ne?" diye sordu kadın.

Renklerin KatiliTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon