19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS

5.8K 414 63
                                    

Bölüm Şarkısı: Okean Elzy- Obijmi

Güneşin, kovulduğu ve kara bulutların misafir edildiği gökyüzüne baktım; yağmur yağmak üzereydi.

Üzerinden uçarcasına yürüdüğüm, kare şeklindeki gri taşları saymaya çalıştım. Onlarla beraber, adımlarımı da sayıyordum ama on rakamına ulaşınca tekrar en başa sarıyordum. Sinirlerimi yatıştıracak herhangi bir şey yoktu elimde, inanılmaz derece moralim bozuktu. Ağlamak istiyordum sonra da gidip o müdür yardımcısını bir güzel dövmek - ama bu yanlıştı. Çünkü başıma ne geldiyse şiddet yüzünden gelmişti. Dizginleyemediğim nefsimin kurbanı oluyordum hep. Başım beladan belaya giriyor sonra da bir türlü çıkmak bilmiyordu.

Asena, her zaman "Eğer bir şeye şiddetle karşılık verirsen, aynı darbeyle sana geri döner." derdi. Haklıydı. O darbeler bana bir kez değil, birçok kez geri dönmüştü. Ve az önce benden bir parça olan gururumu da yanında götürmüştü.

Sıkıntılı gelgitlerimin en dayanılmaz olduğu saniyede, gökyüzünden düşen küçük bir damla alnıma çarptı ve sağ şakağımdan aşağı doğru süzüldü.

Sonra bir tane, bir tane daha!

Gök patlarcasına gürlerken, etrafım bir anda koşuşturan insanlarla doldu. Kalabalık, sanki otomatik hızlandırmaya alınmış gibiydi; sağımdan ya da solumdan geçenler düz bir mozaik görüntüsü alıyorlardı. Tıpkı Alain'in, motorumu sürerek beni eve getirdiği o yağmurlu gece de gördüğüm görüntüler gibiydiler.

Kalabalık, saniyeler içerisinde, arkalarında koca bir ıssızlık bırakarak yok olurken, sırılsıklam olmuş bedenimle, yakınımdaki demir banka doğru yürüdüm. Hava soğumuştu, tenimde bir ürperti geziniyordu. Okulun bahçesinde tek başına, öylece duruyordum. Ağlamak istiyordum ama kendime verdiğim bir sözüm vardı, onu bozmaya da hiç niyetim yoktu. Gerçi bu sözü, dün Alain'in arabasında ağlayarak bozmuştum, artık ne fark ederdi ki? Yine de derin derin nefesler alarak hem öfkemi hem de gözlerimin kıyılarına saldırmak isteyen gözyaşlarımı engellemeye çalıştım. İçime doluşan ıslak toprak ve çimen kokusu o kadar güzeldi ki, bir nebzede olsa iyi gelmişti.

İnsan önünde sonunda gideceği yerin kokusunu severdi.

Zamanı tutmadım, saatin kaç olduğu konusunda hiç bir fikrim yoktu. Ama okulun yarısı boşalırken ve yağmur yağmaya devam ederken, banka nasıl oturduysam hala aynı şekilde duruyordum. Hareketsiz ve yorgun.

Gözlerimi yerden kaldırmıyordum, damlaların taşların üzerine nasıl çarptığını, o esna da nasıl havaya sıçrayıp ikinci bir darbede nasıl parçalandıklarına bakıyordum; ruhsuz ve nemli gözlerle.

Bir müddet daha seyrettim, ta ki birinin varlığını yakınımda hissedene dek.

Önce beyaz ellerini gördüm; dizlerime doğru uzanıyordu. Sonra bakışlarımı kaldırdım ve lacivert pardösünü gördüm. Adımı söylediği an, ıslak kirpiklerim kalktı, bakışlarım onun ilahi yüzünü buldu. Islak siyah saçları alnına düşerken, önümde diz çöktü, parmaklarıyla diz kapaklarımı kavradı.

Dokunuşu bile güven veriyordu.

"Sima?" dedi. "Ne oldu?" Dehşet içerisindeydi, yüzü bembeyaz kesilmiş, dudakları kızarmıştı. Bir süre yalnızca yüzüne baktım. Ben sessiz kaldıkça, nasıl sabırsızlanıp, korktuğunu görebiliyordum.

"Buradan gitmek istiyorum." dedim, kısık bir sesle. Dişlerini gıcırdattı, dizlerimi saran parmakları gerildi.

"Bana ne olduğunu anlat!" diye emretti. Bakışları, ürperen tenimde karıncalanma etkisi yarattı. Bir anda sahip olduğu benliğinden çıkıp, başka bir varlığın benliğini almıştı sanki.

YANGIN VE YAKUT Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin