Bölüm 36

1.7K 139 4
                                    

Bana özel verilen odada, yatağımın içinde uzanmış tavanı izliyordum. Odam, bu şato gibi düşündüğüm ama dışarıdan hiç görmediğim yapının, sağ kanadında kalıyordu. Matthew, beni odaya bırakır bırakmaz, Ariana ve diğerlerini almak için gitmişti. Onun arkasından kendimi odaya kilitlemiştim. Uykuya dalmam durumunda, bu halkın da içinde düşmanlarımın olabileceğini düşünerek içeri birinin girmesini istemiyordum.

Matilda'yı öldürmemi istemelerinin ardından hiçbir şey diyememiştim. Kendi ellerimle, halkın adımı haykırmasının bağrışları arasında, Matilda'yı zindana kapatmıştım. Matilda onu saran büyünün etkisinden kurtulduğunda, adımı haykırarak onu kurtarmamı istese de, benim dışımda kimse bunu duyamamıştı. Ses sadece beynimde yankılanmış ve duymak istememem üzerine tamamen kesilmişti. Tamamen kesilen sesin arkasından, Matilda umutsuz bir şekilde, zindanın köşesine gitmişti. Onun bana yaptığı büyünün büyüklüğünü bilmiyordum. Suçlu olup olmadığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece o an bana zarar verdiğini anlamıştım, arkasından gelen özgüven ve ilk defa büyü yapabilmenin verdiği o üst düzey duygu dolu hisle, insanlara kendimi kanıtlama duygusu ile onunla tehdit etmiştim. Ama Matt'in babası, bunu da kendi lehine çevirmişti. Benim yanımda olmuştu, halkın karşısına geçmemiş onları da arkasına almamıştı. Gerçekten kazanmamı istemese bile, bunu sadece halk öyle zannetsin diye göz dağı vermişti. Üstüne gizlice benden intikamını almıştı. Şimdi bir çok insanın önünde, birini öldürecektim.

Tüm bu olayların dışında, içimi kemiren vicdan azabı artık benimle bir bütün olmuştu. Kazandığım bir çok olayın yanında karar verilen tarih ne zaman olursa, o gün, Matilda'yı öldürecek ve içimde ki masumluğu tam olarak kaybedecektim. Elbette bu işin içinden ellerim kirlenmeden çıkamayacağımı biliyordum. Ama bunu tam olarak suçunun ne olduğunu bilmediğim bir insana yapmak, vicdanımın ortaya çıkmasını sağlıyordu. Matilda olmasa bile bir insanın canına kıyabilecek bir insan değildim. Eninde sonunda birini öldürecektim. Bunu adım kadar biliyordum. Ama bunun bir cellat gibi olması, benim artık eski William olmayacağımı gösteriyordu.

İçimde ki gücü çıkarabilmiş olmaktan memnundum. Artık sevdiğim insanları koruyabilecek güçteydim. Bu kadar zaman sonra içimde hissettiğim güç beni gerçek bir lord gibi hissettirmişti. Artık başkalarına zarar gelmesinden endişelenmeme gerek yoktu. Ama buna bile tam olarak kendimi veremiyordum. Matilda'yı öldürmeden bu işin içinden sıyrılmamın bir yolu yoktu.

Büyükbabamın bana bir çözüm bulabileceğini inanıyordum. Hayatımda gördüğüm en zeki insandı. Güçleri körelmiş olsa da eskiden iyi bir büyücü olmasının getirdiği o üstün hisleri hala yaşıyordu. Tıpkı ölen ejderlerin bazı güçlerini kullanmaları gibi, o da her an kalkıp hepimizi yok edecek güçte bir büyü yapacak gibi bilge ve kendinden emin küçük kalan kırıntı güçlerini asla kullanmayan yaşlanmış bir bilgeydi. Ve bana yol gösterebilirdi. Ama o da buna bir çözüm bulamaz, tek çözüm yolunun onu öldürmem olduğunu söylerse ne yapardım bilmiyordum. Bu vicdan azabını yaşamamın dışında birinin canına o an nasıl kıyılırdı?

Tüm bunları düşündüğüm süre zarfında dışarıdan gelen güneş ışığının yerini karanlığa bıraktığını ve odada hiç ışık olmadığını fark etmem, kapının çalması ile oldu. O anın verdiği telaşla yerimden kalkarken, kapının yerini, altından gelen ışık ile buldum. Kapıya geldiğimde, 'Kim var orada?' dedim hemen.

'Biziz' dedi Matt'in sesi. Kapıyı açarken, dışarıdan gelen güçlü floresan ışık gözlerime vurdu. Gözlerimi kısarken, endişeli bakışları sahip üç çift göz beni buldu. Büyükbabam önde Matt'in yanında, Ariana ve Jane arkadaydı.

'İçeri neden karanlık?' dedi Matt sorgulayarak.

'Uyuyordum' dedim sadece. Kapının önünden çekilirken, hepsi sırayla içeri girdi, Matt odayı aydınlatırken, ellerinde çantalar olduğunu gördüm.

Ejder LorduWhere stories live. Discover now