5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ

En başından başla
                                    

Annemin ve haliyle benim memleketim olan Türkiye'de otoyolun kenarından bulunan cesedinin teşhisi için annemi çağırmışlardı. Her ne kadar gitmek istesem de annem buna müsaade etmemişti. O ve Asena ilk uçakla Türkiye'ye gitmişlerdi. Tabi gitmeden önce yakın dostu olan, bayan Augistina'ya bize göz kulak olmasını rica etmişti. Dört gün boyunca kadın başımızda beklemişti. Bu onun açısından belki zor bir durumdu ama o zamanlar asi bir kız değildim. Daha kırılgan ve kabuğunda yaşayan çekingen biriydim, o yüzden sorun çıkarmamıştım. İnsanlar içimdeki acıyı ve isyanı göremiyordu.

Günler boyu yorganın altında hüngür hüngür ağlamıştım. Bilge'nin küçük kalbi korku içindeydi; hemen hemen her gece gelir koynumda uyurdu. Beni ağlarken görmeye dayanamayıp o da ağlardı. Babamın yokluğu bir neşterin aniden tenime değmesi kadar şok edici, parçalanması kadar can yakıcıydı. Bizi bir başımıza bırakmıştı. Bir yanım bu yüzden hep eksik kalmıştı ve hayatımdan eksilecek birilerinin olduğu gerçeğini öğrendiğim için korkmaya başlamıştım. Annemin de gitmesini istemiyordum.

Annemin sayesinde emekleyerek yaşayan ben, o gidince sürünmeye mahkum kaldım.

Geçmiş hatıraların toprak altındaki çırpınışları, benim o toprağı eşelememe yol açıyordu; bu feryatlara artık kulak tıkayamazdım. Bir açmazın içerisindeydim ve çıkış yolu ateşlerle örülüydü.

Asena'nın sesi, düşüncelerimin siyah duvarına bir tüy gibi çarpınca, kısa bir nefes aldım.

"Efendim. " dedim, saatlerdir odamda penceremin kıyısında oturuyordum.

"Yemeğe gelecek misin?" Bana doğru yürümeye başladı. Sırtım ona dönük olsa da adımları ele veriyordu.

"Hayır, canım bir şey istemiyor. " Narin ellerini omuzlarıma koydu.

"Pekala. Israr etmeyeceğim." Ellerini çekti ve kapıya doğru yürüdü. O odadan çıkarken, bakışlarım hala karşıdaki evin üzerinde oyalanıyordu. Onu görmek istiyordum. Tekrar cesaretlenmeye ihtiyacım vardı. Kafamın içinde 'intikamımızı al!' diyen babamın hatırına ya da annemin 'kaç kurtul' demesine inat. Ya da krize girdiğim o gece duyduğum seslere hak vererek. Çünkü biliyorum ki, kaçarsam hem korkak olacaktım hem de eninde sonunda beni bulacaklardı. Ya bir ödlek gibi ölecektim ya da cesurca can verecektim. Bana ikincisi daha cazip geliyordu. Bu yüzden cazip olanı yaşamak için tek bir şeye ihtiyacım vardı; Azraili'me inanmalıydım. Belki kısa bir süre öncesine kadar öyleydi ama şimdi olamadığının garantisini de veremezdim.

Bana yalan söylemesi kolay kolay affedebileceğim bir şey değildi.

Kesin kararımı verip odadan fırladım.

Merdivenleri ikişer üçer inerken, düşmemek için şansımın yaver gitmesini diliyordum. İçimdeki bu beklenmedik sabırsızlık ve heyecan çok tuhaf ve yabancıydı. Merakım ve bilgiye olan doymak bilmeyen açlığım baskın çıkıyordu.

Hole adım atar atmaz, kapısı ardına kadar açık olan mutfağa baktım. Asena muslukta bardakları yıkıyordu. Masa yaptığı güzel yemeklerle dolup taşıyordu. Yönünü bana çevirmeden yürümeye devam ettim. Kapıya varmadan hemen önce salona baktım. Bilge haberleri izliyordu. "Ya ne salak salak haberler bunlar?" diye isyan ediyordu. "Bana ne yanlışlıkla kendi evini soyan hırsızdan?" Ona da görünmemek için seri olmaya özen göstererek, ayakkabılıktaki botlarımı çıkarıp çabucak giydim.

"Bilge hadi yemek hazır!" Asena'nın sesiyle panikledim, aceleyle portmantodaki montumu elime aldım. Kapıyı usulca açıp kendimi dışarı attım.

YANGIN VE YAKUT Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin