otuz yedi

2.3K 170 17
                                    


Haftalar, Harry ve Emelia'nın aralarındaki bu sırla beraber geçip gitmeye başlamıştı. Katherine bu konuda ağzını açmamıştı çünkü her nasılsa Emelia onun fikrini değiştirecek şeyler söylemişti. Harry işinden her fırsat bulduğunda Emelia'yı görmeye devam etti, okul bitiyordu ve Emelia da bu yüzden yoğundu.

Ama bu pek sorun yaratmıyordu çünkü sürekli telefonda konuşuyorlardı. Ya da Harry öğle aralarında ona mesaj atıyordu. Ve iyi şeylerden biri ise, Emelia o çok gitmek istediği üniversiteye kabul edilmişti ama Harry hala hangisi olduğu konusunda pek emin değildi. Çünkü kabul edildiği zaman Emelia onu aramış ve büyük heyecan çığlıklarıyla onunla konuşmuştu. Harry ise o an onu hiç bu kadar mutlu görmediğini düşünmüştü.

"Ne zaman başlıyor?" diye sordu Harry telefonda ve portakalın kabuğunu soymaya devam etti.

"Bu sonbaharda, çok gerginim. Ya üniversite benim hayal ettiğim gibi değilse? Ya üniversiteyi büyük bir nefret içinde bitirirsem?" Emelia şu an tutarsızca konuşuyordu ve bu Harry'i güldürdü.

"Üniversiteyi seveceksin, ben de sevmiştim." Harry tabi ki, bir sürü kağıtla geçirdiği o sayısız uykusuz geceleri ya da oda arkadaşıyla yaptığı tartışmalardan bahsetmedi.

"Şimdi gitmem gerek, akşam yemeği yiyeceğiz." Emelia üzülerek söyledi.

"Tamam, bitanem, Katherine'le çok fazla tartışmamaya çalış." dedi Harry telefonda ve portakal diliminden birini ağzına attı.

"Denerim, seni seviyorum."

"Ben de seni seviyorum."

Emelia telefonu kapattı ve Harry ona hangi üniversite olduğunu sormayı unuttuğunu fark etti ama onu tekrar arayamazdı çünkü telefona Darren ya da Claire'nin çıkmasını istemezdi, ya da daha kötü ihtimalle Katherine'in.

Bu soyması tuhaf bir şekilde zor olan portakalını yemeye devam etti ve koltuğa oturarak, televizyonu açtı. Sıkıcı bir dizinin, sıkıcı bir bölümü vardı ve Harry o sırada evde zaman geçirmek istemediğini fark etti. Koltuktan kalktı ve üstünü değiştirmek için yatak odasına doğru yürüdü.

İşini bitirip, havaya uygun giyindikten sonra, ihtiyacı olan şeyleri aldı ve kapıyı kilitledi. Arabasına doğru yürüdü ve kapıyı açarak sürücü koltuğuna oturdu. Nereye gidebileceğini düşündü. Akşam yemeği yemek için bir yerlere gidebilirdi ama o kadar aç hissetmiyordu bu yüzden Zayn'le daha önce buluştukları kafeye gitmeye karar verdi.

Oraya doğru sürerken, Zayn'le aralarında geçen o konuşmayı hatırlamadan edemedi.

Önce kendini sevmeyen bir kız, seni nasıl sevebilir?  Cevabı aslında basitti, birini o kadar çok severdin ki, kendini sevmekle ilgilenemezdin. Ama böyle düşününce asıl sorun ortaya çıkıyordu, birini sevmeden önce kendini sevmek.

Harry sessiz kafenin önüne park etti. Açıktı ama içeride az sayıda müşteri vardı, bu yüzden harika bir zamanda geldiğini düşündü. Dışarısı karanlıktı bu yüzden kafede güzel ışıklandırmalar vardı. Harry kendine bir kahve ve kek sipariş ettikten sonra Zayn'i aramaya karar verdi.

"Selam dostum, naber?" Zayn telefona cevap verdi, her zamanki gibi neşeliydi. Tanımayan biri onun tüm gece boyunca acil serviste çalıştığını düşünemezdi.

"İyiyim, sen nasılsın?" dedi Harry ve kahvesine eklediği şekeri karıştırdı.

"Aslında, çok yorgunum, acil servis dün gece kabus gibiydi, her çeşit vakadan birer örnek vardı diyebilirim." Zayn içini çekti.

"Bunu duyduğuma üzüldüm, ama keyfini yerine getirebilecek bir haberim var."

"Yarın işe gitmem gerekmiyor mu yoksa?"

French Braids  [Türkçe]Where stories live. Discover now