*16* İmkansız Gerçek Oluyor

Start from the beginning
                                    

"Bunu bilmek güzel." diye fısıldadı, nefesini boynuma vererek. Sonra biraz eğilip boynumun yukarısına bir öpücük bıraktı. Dudakları yavaşça aşağı inerken benim başım, her geçen saniye Sirius'un omzuna daha da çok gömülüyordu. Ellerini, belimin etrafına dolamıştı, ben neler olduğunu anlayamadan karnımın önünde duran ellerini tutmuştum bile.

Birkaç saniye boyunca duyulan tek şey, dudaklarının öperken çıkarttığı ses ve ikimizin deli gibi nefes alış verişleriydi. Dudaklarımı birbirine bastırıyordum, sırf sesli bir şekilde inlememek için. Sirius yavaşça geri çekilince ona döndüm "Saçlarınla oynamamı ister misin?" diye sordum.

Dudaklarına, ona çok yakışan bir gülümseme yayıldı "Olur." dedi. Bacaklarımı aşağı sarkıtarak yatağının ucuna oturdum; Sirius da başını, dizlerime koyup uzandı. Sol elimle saçlarıyla oynarken sağ elimle da yanağını okşuyordum. Bana ne olduğu hakkında zerre fikrim yoktu. Ama Sirius'un yanındayken, her zamankinden farklı hissediyordum.

Bana baktığı zaman midemde ejderhalar uçmaya başlıyordu. O gri gözleri beni içine hapsediyordu sanki. İçinde kaybolmak istiyordum. Dumanı anımsatan o gri gözleri... Beni gördüğünde grinin içinde beliren yeşil parıltılar... En çok da onu, bana bakarken yakaladığımda mutlu oluyordum. Tek bir bakışıyla bile beni oracıkta eritebiliyordu.

Bana dokunduğu zaman, ejderhalar tepinmeye başlıyorlardı. Dokunduğu yerlerim alev alev yanıyordu sanki. Elektrik akımına maruz kalmış gibi titriyordum. Kalbim dört nala gidiyordu. Sanki dokunuşunda bir tür sihir varmış gibiydi.

Dudaklarını tenimde hissettiğim an ejderhalar deliriyordu. Kollarının arasında eriyordum. Keşke o dudaklarını öpebilseydim... Nasıl bir his olduğunu çok merak ediyordum doğrusu. Beni kollarıyla sarıp öpmesini o kadar çok istiyordum ki!

Ayrıca da, Sirius benim iyi yanlarımı ortaya çıkartıyordu. Onun yanındayken bütün sorunları unutuveriyordum. Yeniden doğmuş gibi, hiç olmadığım biri gibi hissediyordum. İyi biri gibi... O, benim kurtuluşumdu. Bu karanlıktan kurtaracaktı beni. Ama asıl sorun şuydu ki, karanlığın dışında savunmasızdım ben. Karanlık benim her şeyimdi. Babamın kendisiydi karanlık.

Ama beni karanlıktan kurtarmaya çalışması, kendisini öldürtmesine yol açabilirdi. Çünkü bu karanlık o kadar ölümcül ve tehlikeliydi ki, yanına gelen herkese zarar veriyordu. Tıpkı benim gibi... Herkesin canını yakıyordu. Tabii, karanlığın cazibesini unutmamak gerekir. Kötü şeyler her zaman cezbedicidir. Ve ben, her ne kadar bu karanlıktan nefret etsem de aydınlığa adım atmak istemiyordum. Çünkü karanlık güçlüydü. Ve güç, insanı cezbederdi.

Lanet olsun, az önce düşündüğüm şey, tam olarak babamın söyleyeceği bir şeydi.

Bakışlarımı Sirius'a indirdim. Gözlerini kapatmış, halinden memnun bir ifade takınmıştı. Yanımda olmasını her şeyden çok istiyordum. Ama yanımda olması demek, canının yanması demekti ve ben bunu istemiyordum. Kimsenin, birisine karşı zaaf beslediğimi bilmesini de istemiyordum. Çünkü zaaflar, insanın zayıf noktasıdır. Ve şu anda bana gereken son şey bir zaaftı. Ama şansa bakın ki, Bay Büyük Zaaf'ım şu anda dizlerimde yatıyor.

Eğer insanı cezbeden şeyler kötüyse, o zaman Sirius da mı kötüydü? Hayır, o kötü değildi. Sirius çok iyiydi ama benim için kötüydü. Ve ben de, onun için kötüydüm. Merlin, böyle bir şey olabilir mi? En çok ihtiyacım olan kişi benim için nasıl kötü olabilirdi? Acaba annem de mi böyle bir çıkmazda kalmıştı, Tom ile yani. Ama Tom'un, anneme getirdiği hiçbir iyilik olmamıştı.

Silkelendim. Bunları düşünmemem lazımdı. Merlin, Sirius'a karşı bir şeyler hissediyor olamazdım. Bu imkansızdı. Yani öyle olması gerekiyordu, değil mi? Sirius'u dürtükledim "Pişt, kalksana. Benim uykum geldi." dedim.

Insensitive ➳ Sirius BlackWhere stories live. Discover now