⁴⁶

106 15 4
                                    

Bazen kafamızın içinden kurtulamazdık. Adeta kendi kendimeze açı çektirmek istermiş gibi ona itaat ederdik. Fazla düşünmek hatta belki biraz da paronaya. Bugün çok boşa geçti,keşke o kitabı bitirseydim, sınavıma hiç çalışmadım, ona sarılmadım, pişmanım, özledim…hepsi aynı zihnin içinde sırasıyla sergileniyordu. Ama öyle anlar oluyordu ki siz bu sesleri duyamıyor hatta ve hatta düşünemiyordunuz bile.

Ne zaman mı?

Aşık olduğunuzda. Zaten o kadar meşgul oluyordunuz ki gündelik o rutinler aklınıza bile gelmiyordu.

“Bunu yaptığımıza inanamıyorum.” Dediğimde sesimden uzun zamandır hissetmediğim bir duygu akıyordu. Mutluluk. Her ne kadar yanlışın içine sürükleniyor olsam bile mutlu hissediyordum. Ve ilk kez içimde bir yerlerde bunun için pişmanlık duymuyordum.

Farah’ın hayatına geldiğimden beri onun gibi yaşama çalışma denemelerim olmuştu. Partilere gidip oyunlar oynamıştım. Ama hiçbirinde bu kadar doğru ve mutlu hissedememiştim. Üstelik bir çoğu ilk deneyimimdi. Ama sadece şu an olmam gereken yerdeymiş gibi hissediyordum. Şu an boyut değiştirmiş olmam mana kazanmış gibi geliyordu. Buraya geldim çünkü onunla tanışmam gerekiyordu. Çünkü onu görmem onun varlığından haberdar olmam gerekiyordu. Şimdi her şey çok daha berak geliyordu.

İnanamadığın tek şey bu mu?” diye sorduğunda sesindeki alay kıkırdamama sebep oldu ve bu onun donup kalmasına.

“Özür dilerim .” dedi bana öyle bakarken. “O kadar uzun zamandır güldüğünü görmüyorum ki… Bu çok güzel.” Bu kadar açık konuşmasına henüz alışmış değildim ve her defasında elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum. O bana tutulup kalırken ben sözleri karşısında tutulup kalıyordum ve ister istemez kendimizi bir paradoksun içinde buluyorduk.

“Böyle konuşmayı ne zman bırakacaksın?”dedim mızmız bir çocuk gibi. Ama esasında hiç bıraksın istemiyordum. Gerçi bu hiç ne kadar uzundu o da tartışılırdı. Yeniden doğuş buydu ama ölüm günü çok uzakta değildi. Ve yakınlarda olduğunu bildiğim için rahat davranamıyordum. Belki de hayatım boyunca öleceğim günü bilsem kafayı yer o gün gelmeden ölmeyi dilerdim. Çünkü ölmeyi beklemk ölmekten çok daha korkunçtu.

“Benden utanmayı ne zaman bırakacaksın?”diye soruma soruyla karşılık verdi.

“Senden utanmıyorum.” Sadece buna alışık değilim. Çünkü daha önce kimse bana onun gibi detaylı bakıp da iltifat etmemişti. Öyle bakıyordu ki tüm çirkinliklerimi görecek sanıyordum ama o her seferinde başka bir güzellikten bahsediyordu. Aynada gördüğüm benle onun gözlerindeki ben çok farklıymışım gibi.

“O zaman buna inanmış gibi yapacağım.” Diyip beni kolunun altına çektiğinde ona ters ters baktım.

“Doğruyu söylüyorum.” Hastaneden çıkmıştık. Ama arkamızda tüm her şeyi de bırakmıştık. Tonla karmaşa bırakmıştık. Birazdan yokluğum fark edilip kamera görüntüleri izlenirdi ya da Giray’ın bayılttığı güvenlik görevlisi uyanıp doktoru haberdar edebilirdi.

Evet. Maalesef öyle şeyler yaşanmıştı. Teklifini kabul ettiğimde zaman bile kaybetmeden oradan çıkmak istemiştik ve tek yol benim penceremden çıkmaktı. Ki bu bahçedeki herkes tarafından görülmemiz demekti. Bu yüzden kısa sürede bu fikirden vazgeçmiştik.

ÇOKLU OLASILIK Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon