"Bugün gördüklerinin üzerinde biraz düşün, Natasha." dedi Dumbledore.

"Bir daha ne zaman geleyim, Profesör?" diye sordum.

"Sen onu kafana takma, bir şekilde seni haberdar ederim. Şimdi, düzgün bir uyku çekmen gerekiyor." dedi.

Kapıya yöneldim "İyi geceler." diye geveledim. Birkaç dakika sonra yatağımda, pijamalarımla yatıyordum. Ama uyku tutmuyordu. Bir aşk iksirinin yapabildiklerini düşünüp duruyordum. Nelere mal olmuştu böyle?

Merope Gaunt -yani büyükannem- bir aşk iksiri sayesinde gelmiş geçmiş en kötü büyücüyü dünyaya getirmişti. Annem ise bir aşk iksiri sayesinde kendi babasına rakip gösterilen bir kızı dünyaya getirmişti. Ve o aşk iksiri, annemin ölümüne neden olmuştu. Başımı, yastığıma gömdüm. Şu anda tek istediğim şey hiç tadamadığım anne sevgisi ve şefkatiydi. Annemi istiyordum, tıpkı küçük bir bebek gibi.

İnsan hiç tanımadığı birini özleyebilir miydi? Çünkü ben özlüyordum.

O gece ilk olarak annesi ile büyümüş herkesten nefret ettim. Bu kadar şanslı oldukları için onları lanetlemek istedim. Sonra, bu kadar şansız olduğum için kendimden nefret ettim. Ardından da, babamdan bir kez daha nefret ettim. Lanet olsun, o adama baba demek babalara hakaret olurdu.

Tom Marvolo Riddle'a sövdüm. Annemi öldürdüğü için. Hayatımı mahvettiği için. Babam olduğu için. Damarlarımda onun kanını taşıdığım için. İçimde onun gibi bir canavar olduğu için. Anneme güvenip benim öldüğümü düşünüp peşimden gelmediği, beni öldürmediği için.

Merlin, hayat zehir gibi geliyordu. Yaşamak istemiyordum.

Beni sevenler vardı elbet, benim de sevdiklerim vardı. Ama beni bağlayan kimse var mıydı? Yoktu. O kadar değer verdiğim kimse yoktu. Değer veremezdim zaten, sonuçta ben de bir aşk iksiri sonucunda dünyaya gelmemiş miydim? Belki aşka inanmamamın sebebi budur. Belki de, ben de -sevgi olmasa bile- aşk özürlüyümdür, tıpkı babam gibi?

Ben olmak çok zor ya, keşke istifa edebilseydim.

¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤

Büyük Salon'da kahvaltı ediyorduk. Daha doğrusu ben krepimi öldürüyordum. Yine keyfim yoktu. Cissy, Lucius'un söylediği bir şeye gülüyordu ama Bella'nın endişeli bakışları üzerimdeydi.

"Tasha, neyin var? Çok solgunsun." dedi Bella.

"İyiyim, yok bir şey." dedim.

Cissy de konuşmaya katıldı "Bize anlatabileceğini biliyorsun, değil mi?"

"Biliyorum, Cissy ama söyledim ya iyiyim diye." dedim.

"Tasha, gerçekten---" diye başladı Cissy ama birden kendime hakim olamadım ve sesim yükseldi.

"İyiyim dedim, Cissy." diye bağırdım. Büyük Salon'daki herkes bana bakıyordu. Masadan kalktım, yüzüme düşen saçımı üfleyerek geriye attım ve hızlı adımlarla Büyük Salon'u terk ettim. Yolumun üstünde olduğu için Myrtle'ın tuvaletine girdim. Şansıma Myrtle ortalıklarda yoktu, bir de onun mızmızlıklarını çekemezdim doğrusu.

Yüzüme su çarptım. Yine olmuştu işte. Kontrolü kaybetmiştim. Sinirlendiğim zaman kendime hakim olamıyordum. Tıpkı ilk gece olduğu gibi, içimde öldürme arzusu yükseliyordu. Lavaboya tekme attım ve aynadaki yansımama baktım. Çökmüş bir surat. Koyu tenli olmama rağmen rengim çok solgundu. Solgun olan bendim aslında. Zümrüt yeşili gözlerimin altında halkalar vardı. Saçlarım delirmiş durumdaydı, köşeleri çıkmıştı. Ama nasıl göründüğüm zerre kadar umurumda değildi.

Insensitive ➳ Sirius BlackHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin