BÖLÜM 60

17 2 0
                                    

   Mürsel ve Angelina konuşmalarına devam ederken bir ses duydular ve oldukça irkildiler... Halkın ufak bir kısmı İrlandaca konuşsa da İrlanda' da genelde İngilizce konuşulurdu. Aynı zamanda resmi dil de olan İngilizce kullanılarak söylenen bu sözleri Mürsel de Angelina da anlamıştı. Mürsel ve Angelina' nın uzaktan görebildiği kadarıyla genç bir erkekten gelen sözler "Siz de kimsiniz." olmuştu. Üstlerine gelen adamın, Mürsel' in dakikalar önce fark ettiği kulübeden çıktığını düşünürlerken, adamın silahlı olduğunu da fark ettiler. Elinde eski bir tüfek tutan adamın, arazisini koruyormuş gibi bir hâli vardı. Tüfek, Mürsel ve Angelina için eski model sayılsa da bulundukları dönem içinde normal karşılanıyordu tabii ki.


    Beklemedikleri anda işittikleri ses nedeniyle, yanlış bir şey yapıyorlarmış hissine kapılan Mürsel ve Angelina bu yüzden irkilmişti... Ve şimdi de adamın iyice yaklaşmasını bekliyorlardı, konuşma mesafesine girer girmez bu gizemli adamın derdini anlamaya çalışacaklardı.. Bu genç adam tüfeği onlara doğrultmadan, sadece elinde tutarak üstlerine geliyordu... Onun bu hâli de olumsuz bir durumla karşılaşmadığı sürece silahı sadece bir aksesuar olarak bulunduracağının göstergesiydi, ateş etme yanlısı olmadığının belirtileriydi. Birlikte çıktıkları bu macerada ilk kez, hemen hemen herkesin İngilizce konuştuğu diyarlara geldikleri için sevinen Mürsel de tüm konuşmaları anlayacağı için ve birebir olarak kendisi de konuşabileceği için ilk andaki tedirginliğini üstünden atmaya başlamıştı. Adam iyice yaklaştıktan sonra sorduğu soruyu yineledi ve "Burada ne arıyorsunuz." diye de ekledi. Hâlâ tüfeğini doğrultmamayı tercih eden adamın hâlden anlayan biri olduğunu düşünen Angelina da sükûnetle yanıtlayarak "Bizler Türküz. Benim adım Hürrem, eşimin adı da Mürsel. Biz tiyatrocuyuz ve İrlanda' ya da gezmek için, buraların kültürünü gözlemlemek için geldik." diyerek kısa ve öz bir giriş yaptı. Bu cevap üstüne gözlerinin içi gülen ve oldukça sevinen genç adam da "O hâlde vatanımıza hoş geldiniz. Bundan yaklaşık elli yıl önce İrlanda' da baş gösteren kıtlığı atlatmamız için Osmanlı İmparatorluğu' nun gıda, para ve ilaç yardımında bulunduğunu biliyorum. Bana tüm bunları babam anlatmıştı ve Türklere büyük minnet duyardı. Tabii ki ben de aynı şekilde minnet duyuyorum. Tiyatrocu olduğunuzdan bahsetmiştiniz, üzerlerinizdeki Orta Çağ kıyafetleri bundan dolayı herhalde. Benim adım Nick ve İrlanda' da neden bulunduğunuzu öğrendiğime sevindim ama hâlâ tam olarak benim arazimde ne yaptığınızı anlayamadım." dedi koyu aksanıyla. İyi bir cevap vereceğine inanıyorum dermiş gibi Angelina' ya bakan Mürsel, merakla onun ağzından çıkacak cevabı bekliyordu. Angelina da "Aslında yolumuzu kaybettik. Tiyatro provası yapıyorduk ve biraz dolaşmak isterken kaybolduk. Öyle sanıyorum ki yolumuzu bulmaya çalışırken daha da uzaklaştık ve kendimizi burada bulduk." dedi soğukkanlılıkla.


    Başta oldukça olumlu yaklaşan Nick, şu anda şüpheci bir tavır takınmaya başlamıştı ama yine de mantıklı bir açıklama duyacağını düşünüyordu. Şüphelerini gidermek için tekrar bir soru yöneltti ve "Bir tiyatro ekibiniz falan yok mu? Sadece iki kişi mi prova yapıyorsunuz?" diyerek sorusuna cevap almak istedi. Angelina ise "Hayır aslında tiyatro ekibimizden bağımsız olarak buraya geldik. Sadece ben ve eşim buradayız. Dünyada yaşanan sosyal olaylara karşı kayıtsız kalmama ve inceleme gibi bir amacımız var... Bu yüzden gözlem yapma amacıyla İrlanda' nın yollarını tuttuk... Toprak ağalarıyla işçiler arasında yaşanan gerginlikleri gözlemlemek amacıyla burada bulunuyoruz." diyerek kendince olaya açıklık getirdi. Tatminkâr bir cevap aldığını düşünen Nick ise "O hâlde hoş geldiniz." dedi. Angelina da "Hoş bulduk." şeklinde yanıtladıktan sonra kalacak bir yere ihtiyaç duyduklarından bahsetti... Burada İrlandalılardan yardım alarak yaşamlarını idame ettirdiklerini ve son kaldıkları yerden de sorun yaşayarak ayrıldıklarını söyledi. Gözlerini arazisinde açtıkları Nick de toprak ağalarıyla işçiler arasında yaşanan sorunlardan muzdarip bir gençti ve toprak ağalarından da hoşlanmıyordu. Mürsel ve Angelina' nın bu sorunlara değinmesinin iyi olacağını düşünen Nick, onları seve seve ağırlamayı kabul etti... Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu' nun İrlanda' ya yaptığı yardımlardan dolayı da karşılaştığı Türkleri misafir etmek ve dertlerine derman olmak istiyordu.


    Çok geçmeden Nick, Mürsel ve Angelina' yı evine davet etti ve rahat bir şekilde konuşmaya evde devam edebileceklerini söyledi. Mürsel ve Angelina, çok da uzakta olmayan eve adım attıkları anda sıradan fakat sıcak bir yuvayla karşılaştıklarını düşündüler. Kulübe çok geniş olmasa da tek kişinin rahatlıkla yaşayabileceği hatta tek kişiye göre büyük sayılabilecek bir yapıdaydı. İçerideki eşyalar dönemin kendine has dokusuyla bezenmiş ve yeni olmasa da temiz gözüken eşyalardan oluşuyordu. Sallanan tahta sandalye, 1800' lü yılların esintisini taşıyan tahta masa, sürahide bulunan bulanık su gibi detaylar irrite edici de gelebilirdi, bir müzedeymiş hissine kapılarak zevk almayı da sağlayabilirdi... Tamamen bakış açısına göre değişebilen bir ortam vardı. Tüm bu eşyalar Nick gibi bir köylü genç için normal karşılanabilirdi fakat evin en güzel köşesinde duran piyano oldukça dikkat çekiyordu ve diğer eşyaların yanında parıldıyordu. Evin köşelerinden birinde, yerden üç başamak yüksekte bir platform vardı ve buranın üstünde de tüm ihtişamıyla birlikte göz kırpan siyah bir piyano bulunuyordu... Pahalı ve bakımlı bir piyano olduğu belliydi... Evin o köşesine çok yakışmakla birlikte evin geneline bakıldığında ise diğer eşyalarla uyumlu görünmüyordu ve abes kaçıyordu.


    Mürsel ve Angelina, bu piyanonun hikâyesini oldukça merak etmeye başlamıştı. Belki aile yadigârıydı belki de bambaşka bir hikâyesi vardı ama bu eve farklı bir hava katan, üstünde durulması, konuşulması gereken bir müzik aleti olduğu kesindi. Misafirlerinin evi şöyle bir süzdüğünü fark eden Nick, en çok da piyanoda takılı kaldıklarını görünce "Piyanoyu sevdiniz galiba. gördüğüm kadarıyla hoşunuza gitti." dedi hafifçe tebessüm ederek. Gerçekten de Nick' in de belirttiği gibi Mürsel de Angelina da piyanoya hayran kalmıştı. Bu hayranlıkla karışık, kısa süreli afallamanın ardından da Mürsel cevap vererek "Evet, piyano gerçekten de göz alıcı ve ihtişamlı duruyor. Oldukça da pahalı ve kaliteli gibi duruyor. Öyle sanıyorum ki  Hürrem de çok beğendi." dedi coşkulu bir sesle. Mürsel' in bu ifadesinden sonra onayladığını belli ederek başını sallayan Angelina da "Her bir notanın tınısını bu müzik aletinde duymak oldukça keyifli olurdu." dedi. Bunun üstüne oldukça havaya giren Nick de "O zaman, birbirimizi daha iyi tanımaya başlamadan önce size ufak bir resital sunayım. Ludwig van Beethoven' ın en sevdiğim eseri Dokuzuncu Senfoni' yi elimden geldiğince sizler için çalmaya çalışacağım." dedi soğukkanlı ve kendinden emin bir şekilde. Bunun üstüne Mürsel ve Angelina da buna oldukça sevineceklerini ve Dokuzuncu Senfoni' yi duymak için sabırsızlandıklarını söyledi.


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now