BÖLÜM 30

127 4 0
                                    

   Tüm olanları gözleriyle görmüş olan Mürsel, bir rüyadaymış gibi hissediyordu. Filmlerde izlemeye ve kitaplarda okumaya alışık olduğu savaşlardan birini tüm çıplaklığıyla görmüştü. Her ne kadar uzun yıllar önce yaşanmış ve bitmiş bir savaş olsa da savaşın her türlüsünün kötü olduğunu biliyordu. Aslında bir savaşı izlemeyi de tercih etmezdi... Ancak edindiği kutsal görev gereği izlemek zorunda kalmıştı. Onun rüyadaymış gibi hissetmesini sağlayan şey ise savaşarak birbirlerini öldüren insanları görmekten zevk almak değildi... Rüyadaymış gibi hissetmesini sağlayan şey kimsenin başına kolay kolay gelmeyecek şeyler sayesinde bunları görebiliyor olmasıydı. Her çağın, gökkuşağı gibi rengârenk olduğuna inanırdı. Geçmiş çağlarda sıkça kötülüğe başvuruluyordu ama kötülük her devirde olan şeylerdi... Dolayısıyla bunlar düşünülmediği takdirde her çağ, her devir, her dönem kendine has bir gökkuşağıydı ve rengârenkti. Savaşların izlerininin ve lanetlerinin, insanların pozitif enerjisiyle aşılabileceğine inanırdı ve tüm dünyanın bu şekilde olmasını isterdi. Yani gördüğü şeylerden zevk almamıştı ama tarihe canlı canlı tanıklık ettiği için ve kendisine bu imkân tanındığı için rüyadaymış gibi hissetmesi normaldi.


    Savaş sona erdikten sonra Angelina ise kısa bir süre için Mürsel' i izlemeyi tercih etti. Savaş boyunca ve savaş sona erdikten sonra oluşan kısa süreli sessizlik de Mürsel' i izlemek ve değerlendirmek için uygun ortam yaratılmasına vesile olmuştu. Angelina, Mürsel' in yüzünden ne hissettiğini anlayabiliyordu. Mürsel' in içinde bulunduğu ruh hâli hoşuna gitmişti ve tüm insanlığa cennetin kapılarını açma yolunda olumlu adımlardan biri olarak görmüştü. Mürsel' in içinde bulunduğu ruh hâli ve tutum, sırtındaki yükün bir tüy gibi hafiflemesine yol açıyordu. Mürsel kendisini toparladıkça, baharın gelmesiyle birlikte cıvıldayan kuşların yaydığı enerjinin bir benzerini yaşıyor ve yüreği kıpır kıpır oluyordu. Yere düşen kar tanelerinin birbirine değmemesi gibi girdikleri görevlerdeki zorluklar da birbirine değmiyordu ve uzay-zaman sürekliliğinde zincirleme bir reaksiyona neden olmuyordu. Angelina' nın en çok sevindiği şey belki de buydu... Diğer insanların gerçekleri öğrenemeden, olayları kendi kafalarına göre yorumlaması ve buna sebep olacak şeyler sayesinde paçayı kurtarmaları en çok sevindiği şeydi... Böylelikle hem canlarını kurtarıyorlardı hem de haklarındaki gerçeği öğrenemeyen insanlar nedeniyle de dünya üstünde bir soruna neden olmadan, olabilecek en iyi sonucu alıyorlardı. Ayrıca insanların gerçekleri çarpıtarak ya da anlamayarak kafalarına göre yorumlaması durumu günümüzde istenmeyen bir şey olsa da Angelina ve Mürsel' in, geçmişin derinliklerinde istediği şey tam olarak buydu.


    Angelina bir süre daha Mürsel' i izledi. Onu hayran hayran izliyor ve onun meleği olmaktan gurur duyuyordu. Mürsel' in bakışlarındaki kararlılığı, cesareti ve dirayeti net bir şekilde görüyordu... Başta ondan ufak da olsa şüphe etmişti ama artık hiçbir şüphesi kalmamıştı. En başından beri Mürsel' in yanındaydı ve başarmasını istiyordu ama zaman zaman onun bu iş için uygun olmayabileceği de aklına gelmişti... Aslında bu olumsuz düşünceler aklına geldiği anda hemen bu düşünceleri defetmek için de çabalamıştı. Yani en başından beri Mürsel' e inanmayı tercih etmişti, sadece zaman zaman şeytanın oyunu olarak kafasında olumsuz düşünceler belirmişti. Mürsel, çoktan büyüsüne kapıldığı bu yolculukta gezinmeye devam ederken Angelina artık araya girmesinin zamanının geldiğini hissetti:


- Belki de ömrün boyunca bir daha göremeyeceğin bir şeyi yerinde ve zamanında gördün. Surat ifadenden neler hissettiğini bir nebze de olsa anladım ama bir de senden dinlemek istiyorum, neler hissettin?


- Nereden başlasam ki hiç bilmiyorum. Aslında Yüz Yıl Savaşları' nı araştırırken ya da bu savaşlarla ilgili bir film izlerkenki hissettiğim duygulara benzer şeyler hissettim. Tabii bu tarz sahneleri bir filmde görünce bunların uzun zaman önce yaşandığını ve tekrar yaşanma olasılığının olmadığını bilerek izliyorsun ve biraz da bunun rahatlığı oluyor. Tekrar yaşanma olasılığı yok derken savaşların yaşanma olasılığı yok anlamında demiyorum. Bugün savaşlar, Orta Çağ' a göre daha az oluyor ve savaşın şekli oldukça değişik... Yani Orta Çağ' daki kadar çok savaşın ve kılıç-kalkanla yapılan savaşların bir daha tekrarlanmayacağını ya da tekrarlanma olasılığının düşük olduğunu bilerek izliyorsun bir savaş filmini. Burada gördüklerim ise birebir gerçekti ve filmleri izlerken yaşadığım rahatlığı bana özlettirdi. Şu an içinde bulunduğumuz dönem öyle bir dönemki günümüz teknolojisi ve hayata bakış açısı burada yok... Bilgisayar yok, telefon yok, internet yok, televizyon yok hatta elektrik bile yok... Savaş var, çok fazla boş vakit var, insanlarla daha fazla zaman geçirmek zorunda olmak var... İnsanlarla fazla zaman geçirmek ve teknoloji dışındaki şeylere vakit ayırmak güzel bir şey ama insanlar; bir arada ne kadar fazla kalırsa ve zaman geçirirse, aralarında anlaşmazlık çıkma oranı yüksek olan bir canlıdır... Bu açıdan da kötü bir şey. Yani oyalanacak bir şeyleri olmayan insanlar birbirlerini yemeye, birbirlerinin ruhlarını kemirmeye başlarlar. Orta Çağ' da sıkça görülen entrikalar, pusu kurmalar, dostunu sırtından bıçaklamalar bundan kaynaklı olsa gerek diye düşünüyorum. Bir anlamda; medeniyet, kültür farkı ve insanların can sıkıntısından birbirine çatması durumu var diyebilirim. Ülkeler bazındaki tek önemli şey daha fazla toprak ele geçirmek ve ele geçirdiği yerlerdeki imkânlardan faydalanarak hazineyi genişletmek... Ve bunlar uğruna gözünü kırpmadan ölmesi için beyni yıkanan binlerce insan... Kralın tacını giyebilmesi için ya da o taç kafasında tahtında oturmaya devam edebilmesi için yitip giden binlerce insan... Her savaşın bir galibi olur ve her savaşta sağ kalanlar zafer sarhoşu olabilir ama ben bugün burada savaşın acımasız yüzünü çıplak gözle gördüm. Kimseye tanınmayacak şans bana tanındı ve geçmişte yaşanan bir savaşı baştan sona izledim. Yani çekirgenin bir sıçraması, iki sıçraması ve sonrasında da her şeyin bitmesi gibi bir durum söz konusu. Jeanne D'Arc bu savaşı kazandı ve sonrasında da yine başarıları devam edecek ama günün birinde onun da sonu geliyor... Ya da bu savaş meydanındaki cesur ve savaşmaktan hiçbir koşulda kaçmayan askerler de bugün sağ kalmış olabilir ama günün birinde savaşçı olmayı seçtikleri için başları belaya girecek. Mesela William Wallace' ta tıpkı Jeanne D'Arc gibi üst üste zaferler almıştı. Belki de kimsenin yapamayacağı şeyleri yaparak bir orduyu ayağa kaldırmıştı ve zafer üstüne zafer kazanmıştı... Ama onun da sonu kötü bitti. Demem o ki ömrü savaşlarla geçen kişiler işinde iyi olsa bile yine savaşlar yüzünden ölüyor ve onu savaştıran ya da savaşmasından memnun kalan soylu ve asiller ise uzun bir ömrün tadını çıkarıyor. Savaş konusunda yeterince iyi olmayan ya da korkunun esiri olan askerler zaten erken ölüyor... Ama savaş konusunda becerikli olanları da iyi bir hayat ve uzun bir ömür beklemiyor. Yani savaşlar tamamen ortadan kalkmalı, insanları bir uğurda ölüme götürebilmek için robot hâline getirmektense tüm dünyada barış için adımlar atılmalı.


- Mürsel sanki kitabından bir alıntıyı dinliyormuşum hissine kapıldım. Düşüncelerin ve düşüncelerini aktarış biçimin için seni kutluyorum ve seninle gurur duyuyorum. Bu söylediklerin çıkacak olan kitabının özeti bile olurdu.

MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt