BÖLÜM 34

99 3 0
                                    

   Antoine ve Mürsel hemen hemen aynı şeyleri dediklerini fark ettikleri anda lafı daha fazla uzatmama kararı aldılar ve bu konuyla ilgili konuşmaları sonlanmış oldu. Dereleri, tepeleri aşarak yollarına devam ederlerken tiyatrodan, savaşın etkilerinden ve doğanın güzelliğinden konuşmaya devam ettiler. Zaman zaman susmayı tercih ederek kendilerini bu güzel doğa yolculuğuna bırakıyorlar zaman zaman da yeniden kendilerini sohbete kaptırıyorlardı. Mürsel kendisini Orta Çağ temalı bir filmin ya da dizinin içinde atla yolculuk ediyormuş gibi hissediyordu. Her şey çok olağandışı ama bir o kadar da keyifli geliyordu. Fütüristik bir kitap yazarak geleceği yönlendirebilmenin geçmişten geçtiğini tahmin bile etmemişti. Geçmişin derinliklerinde yaptığı yolculuklar, ruhunu okşayan bir gül bahçesine dönüşüyordu. Geçmişe yolculuğun ilk anlarından bu yana kendisini çok geliştirmişti. Yaşadığı tecrübe paha biçilemezdi ve sadece kendisine bahşedilmişti. Tüm bu düşünceler eşliğinde gülümseyerek at üstünde ilerliyor ve atın ayakları yere değdiği andaki ses ise güzel bir uykuya dalmak için söylenilen bir ninniymiş gibi geliyordu.


    Mürsel güzel düşünceler sayesinde yolculuğun nasıl geçtiğini bile anlayamadan görkemli şatoyu birden önünde buldu. Şatonun dışı siyah ya da siyaha çok yakın bir renkle kaplanmış durumdaydı. İlk bakışta siyah olduğu sanılan bu renk, diğer açılardan bakınca da siyaha çok yakın pastel tonlarda bir başka renk de sanılabiliyordu. Şatonun siyah ya da siyahın farklı bir tonunda olmuş olması tüyleri diken diken etmeye ve ürpertici bir ortamın oluşmasına yetiyordu. Şatoya henüz girmemiş olsalar da girişte büyük bir salonun ziyaretçileri karşıladığı ve üst katlarının da bulunduğunu anlamak güç değildi. Şatonun öyle bir görünümü vardı ki sanki dev bir kargayı andırıyordu. Bir karga gibi nemrut olup olmadığı ise içinde geçirilecek zamandan sonra anlaşılacaktı. Böyle bir yapıyı gören Mürsel adeta büyülenmişti. Hayatı boyunca Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri' nden başka bir ülke görmemiş olan Mürsel' in hayalleri arasında Avrupa turu yapmak ve Avrupa' daki görkemli şatoları görebilmek de vardı. O şatolardan birini görme şansına ise kutsal bir görev neticesinde farklı bir çağda erişmişti. Görevini yerine getirmeye çalışırken hayallerini de birer birer gerçekleştiriyor oluşuna seviniyordu.


    Antoine şatonun yerden oldukça yüksek ve geniş kapısını açtıktan sonra Mürsel' in de tahmin ettiği gibi büyük bir salon onlara göz kırptı. Bu salon görkemiyle ve tarihi dokusuyla insanı içine çekebilen ve başka diyarlarda bir yolculuğa çıkartabilen türden olduğunu ve sıradan bir oda olmadığını iliklere kadar hissettiriyordu. Mürsel ve Angelina salonda ağır adımlarla turlarken Antoine ve Madelyn de onlara şato hakkında bilgi veriyordu... Yapım yılını, kaç senede tamamlandığını, kaç işçinin emeği olduğunu anlatarak adeta rehberlik yapıyorlardı. Salonun ortasında ise büyük ve uzun bir masa dikkat çekiyordu. Tahtadan yapılmış olan bu masa aynı şekilde uzun bir örtüye de sahipti. Sandalye konusunda ise cimri davranılmamış ve baştan aşağıya etrafı tahta sandalyelerle doldurulmuştu. Ayrıca odayı ısıtmakta zorlanmayan bir şömine de ambiyansı en güzel tamamlayacak şekilde konuşlandırılmıştı. Şöminede harıl harıl yanmakta olan ateşten yansıyan sarı ve kırmızımsı ışık ile pencerelerden vuran gün ışığı birlikte vals yapıyor gibiydi. Mürsel bu şatoyu ve büyük salonunu çok sevmişti. Ambiyans, tarihe merakı olan kişileri büyüleyebilecek bir ambiyanstı çünkü. Şatonun manzarası ve çıkma balkonları da aynı şekilde kendine has ve büyüleyiciydi. Orta Çağ havasını solumak ve içine çekmek Mürsel' i tarifi imkânsız duygulara sevk ediyordu. Burada olduğuna ve bu anları yaşadığına memnundu ve burada başlarına büyük belalar gelmeden görevini aynı huzur eşliğinde tamamlamak istiyordu.


    Mürsel ve Angelina şatoya göz gezdirirken yukarıda üç kişi belirdi. Antoine' nin bahsettiği diğer beş kişiden üçü şu anda şatoda bulunuyordu. Antoine ekiplerinde beş kişi daha olduğunu ve bu kişilerle aynı şatoda yaşadıklarını söylemişti. Mürsel ve Angelina' nın da katılımıyla birlikte artık dokuz kişi olmuşlardı ve kalabalık bir akşam yemeği onları bekliyordu. Antoine ve Madelyn' in grubu kalabalıklaşmaya başlıyordu ve sosyalleşme anlamında buda onları memnun ediyordu. Üst katta beliren kişiler ise selam verdikten sonra aşağıya inmeye başladı ve ardından da Mürsel ile Angelina' nın kim olduğunu öğrenmek isteyeceklerdi. Antoine ve Madelyn ise onları birbirleriyle tanıştırmak için sabırsızlanıyordu. Biri erkek, diğer ikisi ise kadın olan üçlü, kardeşti ve bu grubun ilk üyelerindendi. Üçü de aşağıya indikten sonra Mürsel ve Angelina ile el sıkıştılar. Madelyn ise ormanda karşılaşma hikâyelerini anlattı ve herkesin birbiriyle tanışıp kaynaşmasını kolaylaştırmak istedi. Üç kardeş de Mürsel ve Angelina' yı gayet sıcak bir şekilde karşıladı. Sanki birbirlerini uzun yıllar tanıyorlarmış gibi bir enerji olmuştu aralarında. Kardeşler, Tanrı misafiri olarak gördükleri Mürsel ve Angelina' yı aynı zamanda iyi birer meslektaş olarak da görüyorlardı. Mürsel ve Angelina' ya bakar bakmaz iyi birer tiyatrocu olduklarını hissetmişlerdi çünkü.


    Kardeşlerden erkek olanı yaklaşık bir seksen boyunda ve masum yüzlüydü. Zayıf olduğu göze batan adam siyah saçlı ve beyaz tenliydi. Bol kıyafetler giydiğinde belli olmasa da zaman zaman gayet görünür hâle gelen ayva göbeği ve dal gibi zayıf kolları vardı. Zararsız ve munis birine benziyordu. Tüm bunların yanı sıra bakışlarındaki korkaklık bazen yerini sinsi bakışlara da bırakabiliyordu. Yirmi altı yaşında olan adamın adı Gage' di ve kız kardeşlerinin birinden üç yaş, diğerinden de bir yaş büyüktü. Gage, rüzgâr nereden eserse o yöne savrulan bir adamdı ve bu gruptaki en az sanatsever kişilikti belki de... Yani daha rahat edeceği bir ortam bulması hâlinde her türlü mesleğe geçebilecek ve onu aralarına kabul edecek olanlara sırnaşabilecek potansiyele de sahipti. Kendisini bir işe adayabilecek ya da bir dava uğruna ölmeyi bile göze alabilecek biri değildi kesinlikle... Tiyatroculuğa ise kardeşlerinin etkisinde kalarak başlamıştı ama kendisini bu işe adadığı pek söylenemezdi.


    Kardeşlerin en küçüğü ise yirmi üç yaşındaydı ve tam olarak gençliğinin baharındaydı. Sarı saçları ve koyu kahverengi gözleri vardı. Biraz etine dolgun olsa da çok fazla kilolu değildi. İsmi Ophelia olan küçük kardeş son derece kurnaz bir kişiliğe sahipti... Gençliğin vermiş olduğu ateşle birlikte bu savaş ortamında bile iyi bir gelecek istiyor ve hayal ediyordu. Kanının kaynıyor olması onu hatalara da sürükleyebilirdi, başarılı biri hâline de getirebilirdi. Kuşların cıvıldamasından, gün batımından, yağmur yağınca kaçışan hayvanları izlemekten ve bunun gibi ufak şeylerden zevk almasını da biliyordu... Savaş ortamında iyi şeyler yapmaya çalışmanın zorluğu altında ezildiğini de hissediyordu. Anlık olarak değişebilen bir ruh hâline sahipti ve çok neşeli de görünebiliyordu, çok depresifte... Ophelia gençliğinin zirvesindeydi ve onun yaydığı enerji gruba dinamizm aşılıyordu. Grup içindeki mihenk taşlarından biriydi.


    İsmi Pamella olan ortanca kardeş ise koyu kahverengi saçlara ve zayıf bir bedene sahipti. Eğer içinde bulunduğu ülkede savaş olmasaydı çok daha iyi yerlere gelebilecek biriydi. Ancak hırsları uğruna kötü işlere de bulaşabilecek kadar başarıya aç biriydi... İyi bir konum, saygı gören bir statü onu cezbeden faktörlerdi. Yaşama içgüdüsü ve başarıya olan açlığı, dışarıdan görünen bedeninin aksine zayıf değildi. Koyu kahve gözlerinde bu ışığı görebilmek mümkündü. Kardeşler arasındaki denge faktörünü sağlayan Pamella bu grubu ve üç kardeşi ayakta tutan temel etkenlerden biri olma özelliğini taşıyordu. Tiyatro onun için kır bahçelerinde özgürce koşabilmek gibiydi. Kendisini iyi hissetmesi ve insanlara da iyi hissettirmesi için cezbedici bir sığınaktı tiyatro onun için. Pamella savaş alanında değil ama kendi alanında bir savaşçıydı... Uğruna adadığı hayatı için savaşıyordu... Ancak egolarının kurbanı olması durumunda hazin bir sona da sürüklenebilecek potansiyeli vardı. Attığı her adımda dikkatli olması gerekiyordu ve denge faktörünü iyi sağlaması gerekiyordu.


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now