TATLI BİR HEYECAN YAPTIM.

Depuis le début
                                    

Gökay önce arka kapıyı açıp Ranger'ı bindirdi. Bende o sırada ön koltuğa oturmuştum bile. O da binip arabayı çalıştırdı. Yine hiç konuşmadık. O yolu izliyordu ben ise arabayı kullanışını. İyice sapığa bağladın Macide. 

"Geldik. İstersen senin yerine ben gideyim?" Gökay benden cevap bekliyordu. "Şey, yok size sürpriz olacak pasta. Biraz komik bir şeyler düşündüm." Gökay hafif gülümseyip kabul edince kaçarcasına arabadan indim. "Gülme be adam." Pastaneye girip pastayı tarif ettim. Bir saat sonra gelmemi istedikleri için pastaneden geri çıktım. Tekrar arabaya binip oturdum. "Kaç saat sonra?" Zeki adamın hâli başka tabi. "Bir saat sonra hazır olur dediler." Gökay arabayı çalıştırdı. 

"Bir saat için bölgeden uzaklaşmak saçma olur. Gitmek istediğin bir yer var mı?" Bu niye şimdi bu kadar yakın davranmaya başlamıştı? Yakın davranmıyor. Adam hep nazikti sana karşı.

"Şey aslında Ranger ile parkta oyun oynayacaktık. Hemen şurada zaten." Gökay arabayı söylediğim parka doğru sürmeye başladı. Uzun zamandır aklımda olan soruyu sordum. "Sen nerede görev yapıyorsun?" Gökay virajda dönerken emniyet kemeri olmasına rağmen hızla cama doğru eğildim. "Hakkari." Hemen cevap verince şaşırdım. "Oha o kadar saat nasıl gidip geliyorsun? İstanbul'a geleceğine orada kalsana." 

Gökay'ın direksiyondaki elleri sıkılaştı. Keşke hiç sormasaydık. Köşeye çekip indirmesin şimdi bizi? "Uçakla gidip geliyorum. Orada kalmak istemiyorum. O bölgeler biraz hoş şeyler hatırlatmıyor bana." Ne yaşadı acaba?  "Anladım."

Parka geldiğimizde Ranger'ın tasması Gökay'daydı. Ranger'ın Gökay'a ayrı bir sevgisi vardı sanki. Onun yanında daha uyumlu ve daha sakin oluyordu. Gökay birden bulduğu ilk banka oturdu. Bende yanına oturdum. Ranger ise tam ortamıza oturmuştu. Çantamın içinden Ranger'ın en sevdiği topu çıkardım. "Ranger koş getir oğlum." Ranger rakibine saldırmaya gidiyormuş gibi koşmaya başladı. Gökay ise gülümseyerek oturmuş bizim oyunumuzu izliyordu. 

"Hadi göster Gökay abine ne numaraların varmış." Gökay'ın tek kaşı havalandı. Kaydırağın yanına gidip hiç çocuk var mı diye baktım. Kimseyi göremeyince topu Ranger'ın önüne bıraktım. "Oğlum, kaydırakta kaydır topu hadi." Ranger topu alıp normal çocukmuş gibi merdivenlerden kaydırağa çıktı. Gökay merakla ne geleceğini bekliyorken Ranger önce topu sonra da kendini kaydıraktan aşağı kaydırdı. 

İnişte karşılaşınca hemen hızlıca onu alkışladım. "Aferin benim oğluma. Görüyor musun Gökay? İleride çok parlak bir çocuk olacak bu. 'Baba beni okut ben hekim olacam' diyecek babasına." Gökay dediklerime sesli bir şekilde güldü. Öyle güzel gülme, kalbime sancılar giriyor sonra.

Bir saat boyunca üçümüz parkta oyalandık. Tekrar arabaya binip pastaneye gittik. Pastayı alıp eve doğru yol aldık. 

"Çok teşekkür ederim. Zahmet verdim sana. Her şeyi ayarlayınca çağıracağım ben sizi." Tam eve girecekken durdum. "Ha bu arada tüm tim gelsin." Gökay'da beni onaylayınca ikimiz de evlerimize girdik. 

Çağatay Bey Ranger'ı akşam alacağını söylemişti. O yüzden rahat rahat süslememi yapıyordum. Pastayı kutusundan çıkarmadan buzdolabına koydum. Ranger'ın kafasına mavi parti şapkası geçirdim. Kendime de yeşil bir tane taktım. Bir sürü de parti düdüğü almıştım. Duvara SENİ SEVİYORUZ RANGER yazan bir pankart astım. Konseptimiz Ranger olduğu için, onun bendeki en komik fotoğrafını çıkarttırıp her yere astım. 

Parlak boyun süslerinden kendime takıp evin içinde Bülent Ersoy gibi geziyordum. Her şeyin hazır olduğunu anlayınca Gökay'ın kapısına gitmek için evden çıktım. Kapıyı açtığım gibi karşılaştığım manzara ise tüm misafirlerin kapının önünde bekliyor olduğuydu. 

Tak tak ben geldimOù les histoires vivent. Découvrez maintenant