24. BÖLÜM

2K 167 54
                                    

Gerçekten çok hissederek yazdığım bir bölüm.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın gencolarım

Ceyifli okumalar.

ο(=•ω<=)ρ⌒☆

İnsan içinde birçok duyguyu barındırabilir. Aynı zamanda hiç duygu barındırmayadabilir. İnsanın kalbi gerçek anlamda yaşamak için atabilir. Bir insanın kalbi sadece hayatta kalmak içinde atabilir. 

Bir sevgi gölüne kapılabilir insanlar. Bazende bataklığa batar el uzansada tutmaz çünkü o yolu kendisi seçmiştir. Hayır kendisi seçmemiştir zorunda kalmıştır. Kalbi bataklığa battıysa eğer insanın uzanan eli tutsa da fayda etmez. O çoktan batmıştır. Malesef insanlar lotus çiçeği değil. Tüm bu bataklığın içinde güzellikle açacak bir çiçek değil kimse.

Bir insan zorlukların üstesinden gelip yoksayarak yaşar ya da yaşamaya çalışır. Bazıları da her şeyi kabullenir vazgeçer ve kendini çöp gibi yaşamaya adar. Gerçekten çöp gibi. Diğer insanların onu savurmasına, yerlere atmasına, çöp kovasına göz yumar. Ne plastik, ne de cam geri dönüşümü bile olmayan atıklar gibi yaşatırlar kendinilerini. Bazıları ise öyle yaşamaya mecburdur. 

Kendimi ikisinin ortası gibi hissediyordum. Çabalamış ama aynı zamanda da pes etmiş gibi. Belki de zorunda kalanlardandım. Bilmiyorum. Son duyduğum o acı sözden sonra Boynuma dolanan sarmaşıkların içindeki yılan beni hapsetmişti, Nefesimi kesmişti. Bilincimin kapandığından sonrası yoktu. Gözlerimi acilde kolumda bir serumla açmıştım. O kadar halsizdimki. Kalkıp soramadım. "O nasıl şehit olur?" Diye soramadım.  

En çok canımı yakan şeyse ona itiraf edemeden benden kopmasıydı, benden gitmesiydi ve arkasında gözü yaşlı bir tim bırakmasıydı. Kalbime düşen yangın harlanıyordu bunlara düşündükçe. Ne su ne de yangın söndürücü etki etmezdi içimdeki bu soyut yangını söndürmeye. Hangi kelimeler anlatmaya yeterdi bu duyguyu. Yaşadığım duygu neydi ki? O kadar bilmiyordum. İçinde bulnduğum duyguyu bile bilmiyordum. Belki de tüm kötü duygulardan oluşan bir karışım, bir çorbaydı.

O ameliyathanenin kapısı geliyordu aklıma. Kaç saatir buradaydım bilmiyorum. Arada bir başhekim gelip bir şeyler söylüyor ama bulanan beynimden dolayı hiçbir halt anlamıyordum. Gözlerimi kırpmıyordum bile. O gelse sadece o gelse her şeye alışmak belki de daha kolay olurdu lakin artık gelemezdi. İstese de gelemezdi. O artık başka bir dünya ya ait bir insandı.  Oysa ben hala bana piskolokluk yapacağının hayalini kuruyordum. Olsun ne de olsa sadece bir hayal. 

Başıma gelen onca şeyden beni kurtaran hatta toparlanmamda bana yardımcı olan adamı kafamı dağıtacağım dediğim ilk iş günümde kaybetmiştim. Aynen baya kafa dağıtıcı olmuştu. 

Yatakta oturmuş dizlerimi kendime çekmiş oturuyordum. Çenem dizlerime yaslıydı. Acilin girişinde başhekimin yanındaki kız hemşire geldi. Saçları kumral gözleri ela rengindeydi. Yanıma gelip beni biraz süzdükten sonra kolumdaki serumu dikkatlice çıkardı. 

"Doğa'ydı değil mi?" Hiçbir şey demedim öylece gözlerimin daldığı yeri izlemesine izin verdim. Babam bana demişti. Allah kimseye çekemeceği acıyı vermezdi. Bu yaşadıklarım benim dayanabileceğim türden şeyler değildi. Sadece kendimi zorunlu hissetmiştim. Acı insanı mahvede, onu kişiliğinden uzaklaştırır, ruha dönüştürür. Belki atlatırsın ama üstüne bir olay daha yaşarsan dövme gibi tenine işer. Ben o dövme tenime işlemesin diye çabalamıştım fakat şu an küçük iğne derime girip çıkarak siyah mürekkebiyle tenime paramparça olmuş bir kalp çiziyordu. O kalp benim kendi kalbimi temsil ediyordu. Etrafına sarılı olan sargı bezleri bile işe yaramıyordu. O kadar çok acıyıp o kadr çok kanıyorduki 40 paket sargı bezi dahi olsa o kırıkları onaramaz, kanamayı durduramazdı. 

YEŞİL YURTWhere stories live. Discover now