BÖLÜM 40

30 3 0
                                    

   Sohbet tüm canlılığıyla devam ederken yavaş yavaş sofrayı kaldırmaya başladılar. Şatonun ısıtılması, yemeklerin hazırlanabilmesi ve barınabilmek için bazı işler yapmaları gerekiyordu. Orta Çağ' da insanların günlük ihtiyaçlarını karşılama şekilleri biraz daha zorlu ve vakit alıcıydı. Teknolojik imkânlar da kısıtlı olduğundan dolayı insanlar vakitlerinin çoğunu kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışarak ve birbirleriyle sohbet ederek geçiriyordu. Bugün de yapılması gereken bazı işler vardı. Hâl böyle olunca Antoine iş bölümü yapmak istedi ve kısa süre içerisinde dışarıda yapılması gereken işleri paylaştırdı. Kurnazca bir hamleyle de Sophie ve Vick' i odun toplaması için eşleştirdi. Antoine hâlâ misafir pozisyonunda gördüğü Mürsel ve Angelina için bir iş ayarlamamıştı, onların şatoda beklemesini uygun görmüştü. Vick ile yalnız kalmak istemeyen Sophie ise "Fatih ve Hürrem de bizimle birlikte gelsin. Hem tüm gün burada sıkılmamış olurlar." diyerek bir çıkış yaptı. Mürsel ve Angelina' dan önce davranarak konuşan Antoine ise "Bilmem ki... Henüz burada çok yeniler, onları ilk günlerden yormak istemeyiz." diyerek cevapladı. Sophie ise "Onları çalıştırmak ve çıkar sağlamak için yanıma çağırmıyorum. Sadece burada tüm gün sıkılacaklarını düşündüğüm için çağırıyorum." diyerek niyetini de açıkladı. Tam bu sırada araya giren Mürsel ise "Evet, sizinle gelmek isteriz Sophie." diye yanıtladı. Mürsel' e "Olabilir..." dermiş gibi bakan Angelina da tüm gün şatoya kısılıp kalmaktan daha iyi bir aktivite olacağını düşünüyordu. Bu duruma bozulsalar da artık ses çıkaramayan Antoine ve Madelyn ise domates kırmızısına dönmüş olan suratları eşliğinde onaylamak zorunda kaldı. Onların kızarması Mürsel' in ki gibi mütevazılıktan kaynaklı utanma duygusu nedeniyle değildi, başkalarını yönlendirme duygularını bastırmak zorunda kalmış oldukları içindi...


    Artık plan kesinleşince yola çıkma vakti gelmişti. Yine çok güzel manzaralar eşliğinde yola devam ediyorlardı. Yeşilin ve bol oksijenin tadına varan Mürsel, Orta Çağ günlük yaşamına alışmış gibi görünüyordu. Ağaçların dallarının arasından vuran güneş, bugün güzel bir havanın olacağının sinyallerini veriyordu ve güneşin pek kendisini göstermediği bu diyarlarda insanı şanslı hissettiriyordu. At eksikliğinden dolayı her bir ata ikişer ikişer binmek zorundaydılar. Mürsel ve Angelina bir ata, Sophie ve Vick de bir ata binerek yol almaya başlamıştı bile. Sophie, at üstündeyken Vick' in arkasında yolculuk ediyordu ve zaman zaman da düşmemek için ona tutunmak zorunda kalıyordu. Vick' le birlikte aynı at üstünde seyahat etmek ve zaman zaman da olsa ona dokunmak zorunda kalmak Sophie için hiç istenmeyen bir durumdu ama yapacak başka bir şeyi de yoktu. Sophie, en azından Vick' le baş başa kalmadığına şükrediyordu ve Mürsel' in de yanlarında olması teselli ikramiyesi gibi geliyordu. Mürsel ve Angelina' nın gruba dahil olması belki de en çok onu sevindirmişti. Sophie akıllı bir kadındı, düştüğü yerden kalkmasını ve toparlanmasını iyi biliyordu. Yaşadığı taze travmanın etkileri geçtikten sonra yeniden ayağa kalkmak için elinden geleni yapacağını biliyordu. Diğerleri için bu grup ve grubun onlara verdikleri bir elmas gibi değerliydi... Bu yüzden gruptaki yerlerini ve mevkilerini kaybetmemek için çaba gösteriyorlardı. Sophie ise gruptaki yerini kaybetmeden daha da ileriye gitmenin planlarını yapıyordu. Sophie daha üst seviyeden düşerek bu gruba dahil olmuştu, diğerleri ise hayatları boyunca alt seviye bir yaşam sürdükten sonra bu gruba girmişti ve bunu bir yükselme olarak görüyorlardı... Fransa Krallığı' nın veliahdı VII. Charles' ın kanatları altına girmişlerdi ve güvenceleri sağlamdı. VII. Charles gibi soylu birinin güvencesi altında olduğunu hissetmek; yaşamlarına devam edebileceklerinin ve savaşa bulaşmadan kendi işlerini yapabileceklerinin garantisi gibi bir şeydi.


    Tabii hiçbir şeyin garantisi de yoktu... Fransa' nın düşmesi durumunda güvence olarak gördükleri VII. Charles ile birlikte kendileri de ölebilirdi. Tarihte böyle olmamıştı ama onlar bunu bilmiyordu. Bu devirde ve ortamda ölüm her zaman, ansızın soğuk yüzünü gösterebilirdi. Herkes bunun farkındaydı ama bu çağda da insanlar ikiye ayrılıyordu: Ölüme oldukça yakın bir hayat sürenler ve ölüm ihtimali tamamen yok sayılmasa da epey uzakta bir hayat sürenler... İkinci gruba dahil olduklarını düşünen tiyatro üyeleri ise bu yüzden hayatından memnun sayılırdı ve elindekileri kaybetmemeye özen gösteriyordu... Sophie ise biraz daha toparlandıktan sonra kısa bir süre içinde daha üst yerlere gelmenin hayalini kuruyordu... Fakat Sophie egoist ve üst yerlere tırmanabilmek için başkalarının üstüne basarak çıkmayı tercih eden cinsten bir kadın değildi. Temkinli ve emin adımlarla bunu yapmayı istiyordu. Kısacası grup içerisinde herkesin farklı bir hikâyesi ve farklı bir karakteri vardı. Ortak amaçlar uğruna bu grupta yer aldıkları için şimdilik geçinip gidiyorlardı ama ileride ne olacağı belli olmayabilirdi. Zaten şimdiye dek gruba pek çok kişi katılıp ayrılmıştı... Hâl böyle olsa da kemik kadro her zaman baki kalmıştı. Herkese eşit yaklaşıyorlarmış gibi görünseler de ve belli etmeseler de zaten kemik kadro grubun sahibi olduğunu da hissettiriyordu.


    Yolculuklarına devam ederlerken zaman zaman süratlanseler de düşük tempoyla ilerlemeyi tercih ediyorlardı. Aslında tempoyu belirleyen Vick oluyordu ve Mürsel' in de üstünde bulunduğu atı sürmekte olan Angelina da ona ayak uydurmak zorunda kalıyordu. Rahatsız edici türden olmasa da bir sessizlik içinde yolculuklarına devam ediyorlardı ve sessizliği bozan Vick bir hikâye anlatmak istedi:


    "Yolumuz kısa sayılmaz bu yüzden sizlere bir hikâye anlatmak istiyorum. Bu hikâyeyi bir efsane olarak algılamayın çünkü ben gerçekliğine inanıyorum. Gerçek olduğunu düşündüğüm için de sizleri bu konuda uyardığımı düşünebilirsiniz. Karşılaşma ihtimalinizin düşük olduğu bir canlıdan bahsedecek olsam da en azından sizleri bu konuda uyaracağım için üstümdeki sorumluluktan kurtulacağımı düşünüyorum. Bana bu hikâyeyi dedem anlatmıştı ve bahsedeceğim canlıyla henüz karşılaşan birine rastlamadım... Ama ben var olduğuna inanıyorum çünkü artık hayatta olmayan dedem son ana kadar delirmemişti ya da bunamamıştı. Bu nedenle yalan söylemediğini ve gerçekten gördüklerini anlattığını düşünüyorum. Yani karşılaşma ihtimaliniz düşük olsa da böyle bir şeyin varlığından sizi haberdar etmek benim görevim sayılır.


    Gideceğimiz ormanda bazı sıra dışı canlıların yaşadığına inanan insanlar bulunuyor. Dedem bunlardan bir tanesiyle karşılaştığında yıl çok eski değildi. Yani bu canlının hâlâ burada yaşadığını düşünüyorum. Dedemin anlattığına göre bu ormanda; insan-maymun karışımı, oldukça kıllı, iki insan boyunda dev bir yaratık yaşıyor. Dedem onun saldırısına uğradığını ve nehre atlayarak kurtulabildiğini anlatmıştı. Bu yaratık, hayvani içgüdülerle bölgesini savunuyor ve insanlara karşı pek de merhametli olmuyormuş. Dedem o şoku yaşadıktan sonra eve döndüğünde, aldığı yaraları da göstermeyi ihmal etmemişti. Ciddi bir durumu yoktu ama yara aldığını söylüyordu. Bahsettiğim yaratık tam olarak maymun değil kesinlikle, maymundan çok daha öte bir şey, sıradan bir hayvan değil yani... Hatta insana bile benziyor. Eğer şanslı konumda değilseniz karşı koymanızın imkânsız olduğu bir canavardan bahsediyorum. Asla karşı karşıya gelmek istemeyeceğiniz bir yaratıktan söz ediyorum.


    Bunları sizi korkutmak için anlatmıyorum, sakın beni yanlış anlamayın. Sadece bunları bilmeniz gerektiğini düşündüğüm için anlatıyorum. Belki bana inanmayacaksınız ama ben varlığına inandığım bir yaratık hakkında sizi uyarmak zorundaydım. Buradaki ormanlarda insanı nelerin beklediği ve karşısına nelerin çıkacağı hiç belli olmaz çünkü."


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now