BÖLÜM 17

135 5 0
                                    

   Tabii tüm bu diyaloglar yaşanırken o arada yaşanan ve arada kaynayan, tertemiz duyguların gözlere yansıdığı anlar ise biraz gölgede kalmıştı. Seppia, kendisini ikinci kez kurtaran Mürsel' e çok saf ve temiz duygular eşliğinde bakıyordu... Nazik erkekler tanımıştı ama ömrü boyunca Mürsel gibisini görmemişti. Mürsel de ona karşı benzer duygular hissediyordu ve Seppia onun korumacı tarafını da harekete geçiriyordu... Fakat iki taraf da bunun adının aşk olup olmadığını bilmiyordu, sadece aralarında güzel bir etkileşim olmuştu ve bu etkileşimin filizlenerek aşka dönüşüp dönüşmeyeceğini şimdilik kestiremiyorlardı. Bu etkileşimi ilk andan beri fark eden Angelina ise bu durumdan hiç memnun değildi... Tarihi bir kişiliğe müdahale ederek tarihin akışı bile değişebilirdi ve dahası burayı iyi gözlemlemesi gereken Mürsel' in de gözünün aşktan başka bir şey görmemesi durumunda, bu durum dünyanın gidişatını bile etkileyebilirdi... Erkeklerin kadınlar nedeniyle iradelerini kolay kaybedebildiklerini ve kaybolan iradelerini de toplayamadıklarını çok iyi biliyordu... Mürsel' in dipsiz bir kuyuya düşmesi durumunda dünyanın ta kendisinin dipsiz bir kuyuya dönüşebileceğini iyi bilen Angelina' nın bu durumdan hoşlanmaması çok normaldi... Mürsel' in, Seppia' nın hayatına girmesinin yazarlığına olumlu yönde yansıyabileceği yönündeki görüşüne ise orada belirtmese de katılmamıştı... Hatta tam tersinin olabileceğinden endişe duyuyordu... Sadece, oradan bir an önce uzaklaşmaları gerektiği için Mürsel' le tartışarak zaman kaybetmek istememişti ve o yüzden Seppia' yı kabul etmişti.


    Bu bakir toprakların üstünde yol alırlarken, rüzgârla birlikte havalanan çöl kumları gibi, Mürsel de havalanacağı ve arşa ulaşacağı günü bekliyordu sanki... Hayat, havalandıkça tenini gıdıklayan fakat bir süre sonra ise tenini yakmaya başlayan çöl kumları gibi nankör mü davranacaktı yoksa tatlı bir meltem esintisi mi sunacaktı en çok da onu merak ediyordu. Hayatındaki dalgalanmaların eksik olmayacağını biliyordu ama en azından rüzgârsız, ölü dalgalar eşliğinde bir meltem esintisini hak ettiğini düşünüyordu. Tüm bu düşünceler, bu kutsal görevden bağımsız olarak oluşuyordu kafasının derinliklerinde. Seppia gibi birini görünce, kafasını kurcalayan şeyler şunlar olmuştu: Gençliğini tamamlayarak orta yaşa geçmek üzere olan bir adam, henüz elinde avucunda bir şey olmayan, berbat işlerde sürünen bir adam... Fakat en kötüsü de anavatanından kilometrelerce uzaktaki bir ülkede yapayalnız hissediyor olmasıydı. Amerika Birleşik Devletleri' nin sunduğu pek çok nimetten memnundu fakat hayat mücadelesine o kadar kaptırmıştı ki yalnızlıktan kırılıyordu adeta. Seppia' yı yeni tanıyor olmasına rağmen tam istediği tipte bir kız olduğunu ilk görüşte anlamıştı... Fakat sorun şuydu ki; farklı devirlerin insanlarıydılar. Mürsel her ne kadar buna dirense de bir gün Seppia' yı kaybedeceğini biliyordu ve bundan sonraki hayatını bir arada geçirebileceğini hissettiği kızın da asırlar öncesinde karşısına çıkmasına içerliyordu... Bunun adaletsizlik olduğunu düşünüyordu hatta zaman zaman içinden Tanrı' ya isyan ediyordu.


    Mürsel, daha önce kendisinin de belirttiği gibi dindar biri değildi ve dini konularda da iradesi zayıftı... İşler yolunda gitmeyince çok çabuk isyan edebiliyordu... Sürekli, "Başkaları çok iyi durumda yaşarken, hayatının aşkını bulabiliyorken ben niye bu durumdayım?" diyerek isyan ederdi. İçindeki bu isyan ateşi; biraz, haksızlığa karşı tahammülü olmayan bir yapıda olmasından kaynaklansa da biraz da zeki olmasından kaynaklanıyordu aslında. Mürsel, sadece zekâ seviyesi düşük olan insanların ya da düşünemeyen insanların hayatlarından memnun olduğuna inanırdı ve bunda haklılık payı da vardı. Düşünebilen, detaylarda boğulabilen ve yaşamın işleyişini gerçekten görebilen insanlar, bu dünyadaki haksızlıkları da net bir şekilde görebiliyordu çünkü. Mürsel bu konuda haksız sayılmazdı fakat hayıflanıp durmanın da kimseye faydasının olmadığı bilinen bir gerçekti. Mürsel, dini anlamda iyi bir profil çizmeyen bir birey olsa da bugün kendisini ilahi bir mucizenin içerisinde bulmuştu, bu mucizelerin devamında da çok daha büyük bir mucizenin gerçekleşebilmesi için o seçilmişti... Bu durum, Tanrı' nın herkes ile ilgili bir planı olabileceğine yorulabilirdi ve belki de Mürsel de buna şahit olacaktı ömrünün kalanında... Bu görev dışında, Tanrı' nın kendisiyle ilgili bir planı olup olmadığını görecekti.


    Mürsel hayatının ne olacağıyla ilgili yaşadığı travmaların esiri olmaktan kurtulamıyordu, bunun adı yirmi yedi yaş krizi de olabilirdi, gelecek kaygısı da... Fakat bir gerçek vardı ki bu yaşlardaki pek çok insan gibi Mürsel üstünde de travmalar yaratıyordu. Tabii anlık güzellikler bu travmayı unutturabiliyordu... Tıpkı şu anda gülümseyen Seppia' yı izlemek gibi... Seppia' nın gülümsemesi Mürsel' in içini ısıtmaya yetiyordu... Onun gülümsemesi, yüreğinin derinliklerindeki saf ve temiz duyguların harekete geçmesine ve yaşam enerjisinin tavan yapmasına neden oluyordu. Mürsel, her önüne gelene aşık olan biri olmasa da hatta duygularından çok mantığıyla hareket eden biri olsa da Seppia' nın saf ve temiz kişiliğinden ve adeta bu kişiliğinin yansıması niteliğindeki narin güzelliğinden oldukça etkilenmişe benziyordu. Mürsel tüm bu düşünceler ve hisler içerisinde yürümeye devam ederken Angelina' nın keskin gözleri ileride bir yerleşim alanı olduğunu gördü... Kalan son güçleriyle de buraya doğru yol alan üçlü, kısa bir süre sonra köyün girişine vardı. Köyün girişinde bulunan, diğerlerinden adeta soyutlanmış gibi duran ilk ev dikkatlerini çekti. Bu ev, diğerlerine baya bir uzak mesafedeydi ve daha fazla yürümek istemeyen üçlünün karşısına çıkan ilk evdi. Oldukça kötü görünen bu derme çatma evin, daha doğrusu barakanın kapısını çalan Angelina, kısa bir süre içerisinde kapının açılmasıyla birlikte herkesin sevinmesine neden oldu.


    Kapıyı açan yaşlı adam önce bir şöyle herkesi süzdü ve sonra da bakışlarını Angelina' da sabitledi:


- İyi günler, ben Laeta ve bunlar da kuzenlerim Maximus ile Seppia. Acilen kalacak bir yere ihtiyacımız var efendim. Uzun ve zorlu bir yolu geçerek buraya vardık, en azından bir gün dinlenmemiz gerekiyor. Bizi misafir edebilir misiniz efendim?


- Dininiz nedir peki? (Dönem, din savaşlarının ve ayrışmaların giderek arttığı bir dönem olunca insanları dinine göre yargılamak da epey yaygınlaşmıştı.)


- Bizler Hristiyanız efendim. (Hristiyanlığın iyiden iyiye yaygınlaştığı bir dönemde olmalarından dolayı bu cevabı vermesinin nokta atışı olacağını düşünmüştü.)


- Güzel... O putlara tapan, birden fazla Tanrı olduğunu iddia eden cahillerden olsaydınız ya da İsrailoğulları' nın dinine tapıyor olsaydınız sizi misafir etmezdim. Ayrıca şanslınız; geldiğiniz yol üzerindeki tek yerleşim alanı burası... Burayı bulamamış olsaydınız eğer tüm çölü aşmak zorunda kalacaktınız. Şimdi içeri geçin bakalım.


    Angelina, Mürsel' e ve Seppia' ya gelin talimatı verdikten sonra hep birlikte içeriye geçtiler ve oldukça fakir bir haneyle karşılaştılar. Adamın durumuna üzülseler de en azından başlarını sokabilecekleri bir yer bulmuş olmalarına ise seviniyorlardı.


    Ev oldukça ufaktı ve eşyalar da yok denecek kadar azdı. Evin dip köşelerinde göze çarpan örümcek ağları, eşyaları adeta örten toz tabakası ile birlikte, yaşlı adamın yağlı saçları ve kirli sakalı eşliğinde sunduğu paspal görüntüsüyle paralellik gösteriyordu adeta. Boşvermişliğin getirdiği tüm yansımayı bünyesinde barındıran adam, bunu yaşam alanına geçirmeyi de başarmıştı istemeden de olsa.

MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin