BÖLÜM 12

117 6 0
                                    

   Karşılıklı gülümsemenin ve artık iyi anlaşıyor olmanın getirdiği huzur ile masaya oturan ikili, kahvaltıya güzel bir şekilde başladı. Meleğin dokunuşuyla hazırlanan kahvaltı, cennetten bir lezzet gibiydi adeta. Mürsel, meleğinin elinin değdiği her şeyin güzelleştiğini, baharda açan kır çiçekleri gibi açıldığını, parıldadığını düşünüyordu. Mürsel her lokmasından sonra biraz daha kendine gelirken bir yandan da kafasını kurcalayan şeyler hakkında konuşmanın fena olmayacağını düşündü:


- Angelina peki dünyanın başına böyle bir felaket gelecekse eğer ne olursa olsun gelmesi gerekmez mi? Ya da biz dünyayı bu felaketten kurtaracaksak eğer dünyayı şimdiden kurtulmuş varsayamaz mıyız? Yani kader diye bir şey yok mu?


- Mürsel çoğu insanın düşündüğü gibi bir kader kavramı yok, hiç var olmadı! Yani, iş kazası nedeniyle ölen insanları kader ile ilişkilendirerek açıklamaya çalışmak saçmalıktır mesela... Buradaki durum tedbirsizlikten ve önlem almamaktan ibarettir, ölüme davetiye çıkarmak demektir. "Kaderimiz de varsa olur." ya da "Kader de varsa gerçekleşir." gibi söylemler aslında "kader" kavramının kutsallığı ve yüce olgusu altında, safsata düşüncelerin eseri olan söylemler eşliğinde ezilmekten zevk alıyor olmak gibi bir şeydir. Kader kavramı yüce bir kavramdır ve bu kadar basite indirgenemez, Yüce Yaratıcı' nın insanlara bahşettiği beyinlere bu şekilde hakaret edilemez. Kader kavramı için, kâinat üzerinde son ana kadar gerçekleşecek tüm hayır ve şerlerin Yaratıcı katında biliniyor olması durumu denebilir... Ne var ki tüm bu hayır ve şerler, özgür iradenin etkisiyle ortaya çıkar... Sadece, henüz gerçekleşmeden yaratıcı katında biliniyor olması durumu kader kavramıyla ilintilidir. Yaratıcının peygamberler aracılığıyla insanlığın gidişatına müdahale edebildiğini görüyor olsak da, aslında o durumlar bile özgür iradenin etkisiyle ve yaratıcının peygamberlere yardımlarıyla gerçekleşmiştir. Yani aslında, yanlış bilinen tabirle söyleyeceğim şu anda Mürsel: Kaderini hiçbir zaman kabullenmemelisin, böyle bir neden yok çünkü!


- Anlıyorum Angelina, aslında din ile ilgili pek çok şeyi anlayamasam da kader ile ilgili olanları anlayabiliyorum, kader kavramının bana söylediğin şekilde olması hem mantıklı hem de olması gereken zaten. Sadece, bizim durumumuzla ilgili Tanrı' nın nasıl bir planı olduğunu ve bizim durumumuzla ilgili bir istisna olup olamayacağını öğrenmek istedim... Ama zaten girişeceğimiz bu işte özgür iradeye ihtiyaç duyulmasaydı eğer bize de ihtiyaç olmazdı ve bu felaket de ilahi bir müdahale ile engellenirdi. Ha bu arada artık çalışmalara başlamaktan bahsediyorsun ama peki pratikte benim ne yapmam gerekiyor, ilk yapmam gereken iş nedir bilmiyorum hâlâ mesela?


- Sen öncelikle zihnini boşaltmaya bak, fazla bir süremiz kalmadı merak etme, çalışmalara yemekten sonra başlayacağız... Fakat önce yemeğini ye ve zihnini boşaltmaya çalış ve ardından da salona geçelim ve her şeyi anlatmaya başlayayım sana.


    Meleğini dinlemekten başka bir çaresi olmayan Mürsel, bunu onayladıktan sonra kahvaltıya devam etti... Artık bu ciddi görevin bir parçası olduğunu da yavaş yavaş kabullenmeye, bu can alıcı görevin kilit noktalarından biri olduğunu da kabul etmeye başlamıştı... Haşin suların aktığı bir şelalede, darbelerle dövüldükçe dövülen bir kaya gibi olacaktı fakat hiçbir zaman aşınmaması gerekecekti... Çelik gibi sinirlere sahip olması gerekecekti fakat zaman zaman da kaleminin mürekkebinden, naifliğin ve zarafetin nurunu akıtması gerekecekti... Ona verilen görevin yükü sadece zorluk derecesiyle ölçülemezdi, görevin kutsallığının altında da ezilmemesi gerekiyordu. İşte Mürsel de yavaş yavaş, ateşten gömleği üzerine geçirdiğini ve bu gömleğin bir sarmaşık gibi bedenini sarıp sarmalamaya başladığını kabulleniyordu... En önemlisi de bu görevden alnının akıyla çıkabilmek için canını bile verebileceğini hissediyordu. Mürsel, zihnini boşaltmanın getirdiği rahatlık ve nasıl bir görevin içinde olduğunu tam manasıyla idrak edebilmenin getirdiği sorumluluk arasındaki ince ip üzerinde dengesini sağlamaya başlamıştı şu anlarda... Yemeğini bitirene kadar bunu sağlayabilmesi ise takdire şayandı ve artık gönül rahatlığıyla salona geçerek meleğini dinleyebilirdi. Salona geldiklerinde ise Angelina, Mürsel' in oturmasını istedi ve kendisi ise ayakta durmayı tercih etti. Angelina, ilk yapmaları gereken şeyi anlatmaya başlarken sabit bir şekilde duramıyordu ve sürekli hareket hâlinde oluyordu, bir o yana bir bu yana yürüyerek ve yeri geldiğinde de yoğun bir şekilde el hareketlerini de kullanarak hararetli bir şekilde her şeyi anlatmaya çalışıyordu... Mürsel' e üç ana görevden bahsetti ve bu görevleri de zamanı geldikçe aşama aşama anlatacağını söyledi... İlk görevi ise şu şekilde anlatmayı tercih etti:


    "Mürsel şu anda beni çok iyi dinlemeni yani kulaklarını iyi açmanı istiyorum çünkü ilk görevimizden son görevimize dek ölme riskin olacak... O kadar tehlikeli yerlere gideceğiz ki ölümün tam kucağına oturmuş olacaksın ama onun kucağından inmek yine senin elinde olacak. Yani dediklerimi uygularsan ve sözümden çıkmazsan eğer ölüm riskin yok denecek kadar az olur... Ama olur da başının dikine gidersen eğer seni ben bile, yani meleğin bile kurtaramaz. Dediğim gibi bu görev süresince etrafımız ateşlerle çevrili olacak adeta ve gördüğün ateşlerden fırlayan kıvılcımlar kitabına da düşerse şayet, tüm insanlığı uykusundan uyandıran adam olarak tarihe geçeceksin. İnsanlığın ve insanların aptallıklarını öyle bir yansıtmalısın ki tüm insanlığı bu derin uykudan uyandırmalısın Mürsel!


    Üç ana görevimiz olacak ve sırası geldikçe bu görevlerden bahsedeceğim sana. Bu üç görevi de ışınlanma ile yerine getirmeye çalışacağız. Aslında dünya üzerinde sadece üç kere ışınlanma gücümü kullanmam gerekiyordu ama biliyorsun ki ben bir kaç defa keyfî olarak kullanmış bulundum... Haklarımı görevlerde kullanmam gerekirken ben daha ilk göreve bile gelemeden bu gücümü kullandım, umarım bunun için Tanrı beni affetmiştir. Her neyse, seninle birlikte üç defa geçmişe ışınlanacağız ve insanların cahilliklerini görebilmen açısından belirlenen üç farklı döneme gideceğiz... Bunlardan birincisi Roma dönemi olacak."


    Angelina hiç durmadan görevin içeriğine devam etmek istese de bu kısımda Mürsel araya girdi ve "Geçmişe ışınlanma mı? Bu süper bir olay, Geleceğe Dönüş filmindeki gibi olacak desene... Bu, her zaman istediğim bir şeydi... Bu görev, aynı zamanda benim için bir ödülmüş de haberim yokmuş adeta. Geçmişe gidebilmek, hele hele Roma dönemi gibi oldukça eski tarihlere gidebilecek olmak benim için süper bir olay Angelina." dedi heyecanla.


    Ellerini yukarıya kaldırarak hafifçe oflayan Angelina ise duvara konuşuyormuş gibi hissederek de olsa Mürsel' e cevap verdi:


    "Mürsel bahsettiğim olay, senin bilimkurgu hayranlığının çok ötesinde ve tehlikeli bir olay. Turistik geziye çıkacak olan turistler gibi heyecanlanma sakın ve hemen bu düşünceyi aklından çıkar at! Biz oraya, ortalığın çok karışık olduğu bir döneme ve anlara gideceğiz ve bir amaç için orada bulunacağız. Amacımız ise orada göreceklerini yani insanların aptallıklarını ve cahillikleri yüzünden birbirlerine yaptıklarını, yerinde gözlemlemen ve edebiyat yeteneğin eşliğinde de gerçekten hissederek yazıya dökmen olacak. Bunları kesinlikle başarmalıyız: Yani geçmişin tehlikeli derinliklerinden sağ olarak çıkmalıyız, iyi gözlemler yapabilmeliyiz ve gerçekten insanların ruhuna dokunabilecek şekilde hissederek yazabilmelisin. Bu üç şeyden biri eksik kalırsa hatta o maddelerden biri kendi içerisinde biraz bile eksik olursa amacımızı gerçekleştiremeyebiliriz ve görev başarısız olabilir. Görev başarısız olursa da olacakları biliyorsun zaten!"


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ