"İnsan sevdiğini özgür bırakırmış,"

549 69 55
                                    

Jimin duyduğunu sindirememişti, bu yüzden tekrar sormuştu.

"Ne?"

"Jay'in.. ölümünden ben sorumluyum."

Büyük bir şimşek çakmıştı ve gök gürlemişti.

Jimin yutkunmuştu. Yaşadığı bu ortamın, şu durumun, ve kendisinin gerçekliğini sorgulamıştı. Her şey olabileceğinden daha gerçekti.

Aklına Taemin'in bu olayı ağlayarak kendisine anlatması gelmişti. O perişanlığı, pişmanlığı ve acısını tekrar hissetmişti ve bir titreme gelmişti.

"Ben onunla kavga ettim ve sonra önüne kırdım. Takılıp düştüğü şey bendim. Havada takla attı. Beni kışkırtmıştı.. ben... Ben böyle bir şey.."

Jimin'in dudakları mühürlenmişti. Konuşamıyordu, ses çıkaramıyordu, ağzını açamıyordu. Sadece dışarı değil, kendi iç sesiyle de konuşamıyordu. İlk defa iç sesi kendisini terk etmiş ve hiçbir şey yardımcı olmuyordu.

"Jimin, ben gerçekten onu hangi akılla yaptığımı bilmiyorum. Çok özür dilerim. Lütfen bir şey söyle..."

Jimin hayal kırıklığı ile Jungkook'un yüzünü inceliyordu. Hayatında en önemli noktaya koyduğu bu adam, kendisinden çok güvendiği bu adam, şartsız, koşulsuz sevdiği bu adam, bu adam mıydı?

"Jimin.."

Diyip ellerini tutmuştu ama Jimin kendini ve ellerini geri çekmişti.

Jimin'in bakışları fırtınaydı ve Jungkook bu fırtınada gittikçe kayboluyordu.

Jimin de kayboluyordu kendi fırtınasında. Fırtına çok yoğundu. Jimin kendisini mi Jungkook'u mu kurtaracaktı?

Ne kurtaracak ne de kurtarılacak birisi yoktu aslında.

Beyaz hayal kırıklığına uğramıştı, beyaz üzgündü, beyaz kırgındı, beyaz kızgındı, beyaz.. beyazın sözcükleri tükenmişti...

Siyah suçluydu, siyah üzgündü, siyah kırmıştı, siyah biliyordu, siyah kayboluyordu...

Siyah beyazın kendisine güvenmesi için hiçbir seçenek bırakmamıştı...

Jimin Jungkook'un acıyla ve gözyaşıyla dolu gözlerine bakıyordu. Yüzünde tek bir duygu belirtisi vardı:

Hayal kırıklığı.

Jungkook onun konuşmasını bekliyordu, onun soğuk bir rüzgar gibi laflarıyla kendisini üşütmesini istiyordu. Kandırılmış bir insan gibi kendisine tokat atmasını ve kanatmasını bekliyordu.

Ama Jimin fırtına öncesi sessizliği değil, fırtınadaki sessizliği yaşıyordu, yaşatıyordu.

Bu fırtına daha bir şeyleri yıkmamıştı ama çatlatmıştı.

Gök gürültüsü artmış ve yağmur başlamıştı. Yağmur sanki bir daha yağmayacakmış gibi yağıyordu, şimşek sanki ne kadar büyük olursa o kadar acı veririm diye düşünüyordu, gök ne kadar gürlersem o kadar içimdeki duyguları yansıtabilirim diyordu.

Ve Jimin susarsam işler düzelir diye düşünüyordu ama susmasının hiçbir şeye yararı yoktu, sadece erteliyordu.

Açık söylemek gerekirse kaçıyordu, Jungkook'tan, dünyadan, düşüncelerden ve en çok da kendinden kaçıyordu.

Yağmurun altında ıslanıyorlardı ama ikisi de bu durumdan şikayetçi değildi. Ne titreme, ne üşüme vardı. Aksine sıcak hissediyorlardı. Karanlık, oksijensiz ve ıslak hissediyorlardı sadece.

"Jimin, özür dilerim."

"Bir şey söyle.."

Jimin'in gözyaşları yağmur damlalarına karışıp akarken hiçbir şey hissetmiyordu.

Soulless Prince | JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin