Bölüm 12

435 28 5
                                    

Mileyna

Aynadaki yansımama yüzümü buruşturak baktım. Beyaz elbiseme kötü bakışlar atarken "Keşke siyah olsaydın." diye mırıldandım. Acaba bunları çıkarıp beyaz şortumla beyaz tişörtümü giysem ve topuklulardan kurtulup converselerimi ayağıma geçirsem Balım beni öldürür müydü? Kesinlikle öldürürdü. Tekrar elbiseme bakıp "Bari yakışsaydın." dedikten sonra saçımı düzeltmek için makyaj masasına doğru yürümeye başladım. Odada ki boy aynasından uzaklaşırken halıya takılmamla yeri boylamam bir olmuştu. Ah yeraşkım beni özlemişti ama bunun sırası mıydı bilememiştim. Düşmemi, elbiseme ettiğim hakaretlere yordum ve dönüp küçük bir özür konuşması yaparak ayağa kalktım.

"Hayır sorun sende değil. Eminim Balım veya Beste'ye çok yakışırdın ama anlamalısın, sen başka cici kızların elbisesisin. Bize bir baksana! Biz ayrı dünyaların kombiniyiz. Kuş öldü beybi." delirdiğime kanaat getirip tekrar yürümeye başladığım sırada yine düşmem bana kaderimin bir oyunuydu. Ya da sorun topuklulardı. Hala yerdeyken zaten istemediğim fakat Göktuğ'a hobbit olmadığımı göstermek adına aldığım topukluları çıkarıp odanın herhangi bir köşesine fırlattım. Onları aldıktan sonra bir konuşma yapmıştım. Beni utandırmamalarını ve düzgün yürümemi sağlamalarını istemiştim. Ama o yüksek ayakkabılar bana ihanet etmişti. Giyeli beş dakika oluyordu ve ben otuz iki kez düşmüştüm. 'Bu ihanet bana çok ağır geldi' diyerek ayağa kalktım ve dolabıma yürüdüm. Beyaz converselerimi giydikten sonra daha rahattım. Aslında salaş elbisemin altından çok kötü durmuyordu. Tamam duruyordu ama elbise zaten uzundu ve kimse görmeyecekti. Görselerde çok umrumda değildi. Düşerek rezil olacağıma, alnımın akıyla rahat bir biçimde rezil olurdum. Elbisenin belindeki ince siyah kemeri ve düşmemden dolayı inen kol kısmını düzelttikten sonra makyaj masasına geçtim. İnce bir eyeliner çekmeye odaklanmışken gözümün üstüne tramvay yolu döşemiştim Allah affetsin. Ama en azından düzgündü ve bu kadar kalın oluşu pek göze batmıyordu. Yani sanırım batmıyordu çünkü benim moda anlayışım, Taylor Swift'in aşk hayatı gibiydi. Fazlasıyla karışık. Arkadan salaş bir topuz olarak topladığım saçımı ve üzerindeki minik beyaz zinciri düzelttikten sonra kırmızı rujumu tazeleyip Osman'ı beklemeye başladım. Aslında partiye kavalyem olmadığı için gitmeyecektim ama Osman sabah kendini bana feda edip, onunla gitmemi sağlamıştı. Aslında olay tam olarak şöyle gerçekleşmişti;

Yine dersten atıldığım bir fizik dersinde bahçede takılıp sonbaharda olmamızın etkisiyle yaprakları dökülmekte olan kiraz ağacıyla konuşuyordum. Müdürün odasından gelmiştim ve açıkçası sinirliydim.

"Aynen öyle be kiraz. Birde gelmiş diyor ki 'Mileyna zaten fiziğin kötü sözlünede yansımasın.' bende dayanamayıp 'Hocam fiziğim gayet güzel' deyip etrafıma iki tur dönmüşsem ne olmuş yani? Ne vardı bunda sinir krizi geçirip, dersten atacak?" kirazla muhabbete devam ederken Osman'ın sesini duymuştum.

"Kızıl sen ağaçla mı konuşuyorsun?"

"Ona ağaç deme." diye tısladım. "Alınıyor, onun adı Kiraz."

"Hayatımın anlamı, bir ağaçla konuştuğunun farkında mısın? Hemde Çince." dediğinde ona Kiraz hakkında bir kaç küçük bilgi vermeye karar verdim.

"Aslında kendisi bir Çin tohumuymuş Osman. Türkçe bilmiyor ne yapayım?"

"Yine neye sıkıldı senin canın?" diye bıkkınlıkla sordu Osman. Bu konuya nerden girdiği hakkında bir fikrim yoktu. Bu aralar Balım'la fazla takılıyordu anlaşılan.

"Nerden çıktı o ya?" diye sordum şaşkın bir biçimde.

"Hadi hadi anlat. Canın sıkılmış bir şeye. Ben anlarım." dedi oturduğum bantaki yerini alırken. O sırada okul dağılıyordu belli ki zil çalmıştı.

ULUSLARARASI İLİŞKİLERWhere stories live. Discover now