"Seni gözümü bağlasan bile dokunmadan ayırt ederim, hiç merak etme."

Bu iddialı çıkış Dila'nın dudaklarından alaycı bir gülüş kaçmasına neden oldu. Başını eğerek tekrar telefonuna döndü. "Pazarlamanın Temelleri bok gibi gelmiş. Gerçekten nefret ediyorum ya! O adamı elime bir verseler lime lime ederim."

Selim asla Dila gibi küfretmediği için "Ne kadar kötü?" diye nazik bir biçimde sordu.

"DD gelmiş. Ortalamayı çok düşürdüğü için seneye tekrar almam gerekebilir ama o adamdan almak istemiyorum. Başka hocadan da ders açılmıyor. İşin kötüsü önümüzdeki dönem de Pazarlama Yönetimi'ni o veriyormuş."

Selim düşünceli bir biçimde bakıyordu Dila'ya. "Aslında dersinden pek kalan olmuyor onun. Notlarının kıt olduğunu duymamıştım hiç, öyle mi?"

Dila telefonu masaya geri bırakıp isteksizce kıpırdandı. Arkasına yaslanırken yarım ağızla "Onun sorunu benimle. Diğer öğrencilerle bir alıp veremediği yok. Leş gibi bir final kağıdı vermiş olsam beni bırakmak için elinden geleni yapardı ama buna izin vermedim," diye geveledi.

"Neden? Ne alaka?"

"Ne bileyim! İlk günden beri beni sevmiyor. Ben de onu sevmiyorum."

"Ama bir şey olmuş olmalı. Durup dururken niye sevmesin ki yani?"

Dila sinirle burnundan nefes verdi. "Boş ver, kapatalım bu konuyu. Dersi almamak için elimden geleni yapacağım. Önümüzdeki dönem de başımın çaresine bakmaya çalışırım. Şimdiden İşletme Ekonomisi'ne yeterince çalışamazsam kusura bakma, bil ki tüm eforumu Pazarlama Yönetimi'nde harcıyorumdur."

Selim gözlerini devirerek gülümsese de aklı biraz bu olayın perde arkasında takılı kalmıştı. Fakat biraların gelmesiyle konu dağılmış, havaya buhar olup karışmıştı. Sonra Dila da her zaman ki neşeli moduna bürünerek Selim'e her şeyi unutturmuştu.

***

Can asansörden indiğinde dizlerinin titrediğini hissediyordu. Gerçekten buraya gelmeyi hiç istememişti ama birbirini kovalayan psikolojik baskılar sonucunda kendini burada bulmuştu.

Ekinlerin yayınevinde.

Başak neredeyse tüm ara tatilini onların yanında çalışarak geçirdiği için çoğu zaman buradaydı. Can da iş sebebiyle bir yerlerde olmadığı müddetçe zamanını Başak'a ayırmaya çalışıyordu. Normalde onu hep dışarıda buluşmaya ikna etmişti ama artık kaçarı yok gibiydi. Gerçi bu hiçbir şeydi. Ekin teyzesi asıl onu eve yemeğe bekliyordu hala. Başak onlara geleli çok olmuştu ve daha önce çağırılan taraf Can olmasına rağmen, Can fellik fellik kaçmayı başarmıştı şimdiye dek. Ve artık 'ayıp oluyor' noktasına geldiğinin de farkındaydı.

Yine de paniğine engel olamayarak Ekin teyzesinin odasına yürüdü. Başak oradaydı bildiği kadarıyla. Kapının önüne gelip çekingence tıklattı. "Gel!" sesini duyar duymaz yavaşça kapıyı açıp başını içeri uzattı. Neyse ki en yetkili merci orada değildi.

"Aaa! Hoş geldin Cancım! Sonunda! Yüzünü gören cennetlik!" Ekin sitemkar ama mutlu sesiyle ayağa kalkarak direkt Can'a doğru yürüdü. Can eskiden yaptığı gibi samimi tavırlarla Ekin teyzesine sarıldı ve öptü. "Hoş bulduk Ekin teyze. Biliyorsun işler güçler yoğun biraz, hop oradayım hop burada. Ne zaman nerede olduğum belli olmuyor."

Ekin bu bahaneyi yemiş gibi yaparak tatlı gülümsemesiyle ona baktı. "Bir şeyler içer misin? Kahve alıp gelecektim mutfaktan zaten bize?"

Başak "Ben alırım annecim," diye araya girse de Ekin hazır ayaktayken onu durdurdu. "Ben alırım hepimize. Sen otur bebeğim. İçersin değil mi Can?"

GGK: 2 - Gerçek Aşklar KulübüМесто, где живут истории. Откройте их для себя