46.Bölüm❥

15.9K 1.3K 340
                                    

Sen hep aynı iklimde gül bana, mevsimi boşver... -Atilla İlhan

Kemerlerimizi bağlarken elimin altındaki koltuğun koluna biraz daha sarıldım.

Hayatımda ilk defa uçağa bindiğimi çaktırmamalıyım, hayatımda ilk defa uçağa bindiğimi çaktırmamalıyım, hayatımda ilk defa uçağa bindiğimi çaktırmama-

"İlk defa mı uçağa biniyorsun?" Yoo, ne münasebet.

"Çok mu belli?" Arkasına rahatça yaslarken başını salladı. "Atakan, acaba gitmesek mi? Yani bende öyle bir şans var ki, kesin iki uçak havada çarpışır."

Gülerken elini omzuma koyup bastırdı. Sırtım koltuğa yaslanırken önüme eğilip korkudan bağlamayı unuttuğum kemerimi bağladı. "Rahatsız olmazsan elini tutabilirim. Korkacağın bir şey olmayacak. Sadece kalkışa geçerken biraz gerilebilirsin. Onda da ben yanındayım, unutma." Konuşması bile rahatlatırken başımı salladım.

Elini tutmaya utanıyordum. Katıksız aptalım!

Son uyarılardan sonra uçak gitmeye başlamıştı, bismillah bismillah bismillah.

Uzun bir süre pistte giderken bir anda sırtım koltuğa yapışınca olduğum yerde sıçradım. Elim, elimin altındaki, sıcacık ele sarılırken gözlerimi kapatıp bildiğim bütün duaları okumaya başladım.

Bir süre sonra yükselmeyi bırakıp havada süzülmeye başlayınca yanımdan gelen gülme sesini yeni farkediyordum.

Kaşlarım çatılırken elinin içinde kaybolan elimi çekmeye çalıştım. Bırakmayınca diğer elimi yumruk yapıp omuzuna vurdum. "Pisliksin ya." Aramızdaki kol kısmını yukarı kaldırıp elimi bırakırken kolunu boynuma sarıp göğsüne çekti. "Kıyamam lan sana." Eğilip alnımı öptü.

Kalbimin gümbürtüsü, bu sefer korkudan değil heyecandan çarparken elimi kaldırıp karnına sardım.

"Büyük gelişme." Derince nefes alırken gözüm camdan dışarıya kaydı. "Çok güzel."

Gözlerini benden ayırmadan mırıldandı. "Evet, çok güzel."

Yaklaşık 7 saat sonra uçak Lofoten adalarına inerken, okuduğum dergilerden yola çıkarak, buradan köye arabayla gideceğimizi düşünüyordum.

"İyi misin güzelim?" Merakla uçağın camından bakarken Atakan'ın sorusuna başımı salladım.

Üstündeki lacivert kapşonluyu çıkarıp omuzlarıma bıraktı. "Haziran'da buralar biraz soğuk olur. Çıkarma üstünden." Kapşonlusu üstümü battaniye gibi örterken hipnoz olmuş gibi yüzüne bakmakla yetindim.

"Bir de anannemle, dedem Türkçe bilmiyor. İngilizce biliyorsun değil mi?" Başımı salladım. Bir ara yabancı dil öğrenmek için kursa yazılmıştım. 

Dışarı çıkarken gerçekten kar yoktu ama hava soğuktu. Sırtıma nazikçe elini koyup beyaz, büyük bir arabanın yanına yöneltince beyaz saçlı, beyaz bıyıklı ve mavi gözlü bir adam gülümseyerek bize bakıyordu.

Üstünde, küçükken her pazar televizyonda oynayan, avrupa filmlerindeki, kovboyların ceketlerinden, altında kolları bükülmüş, çizgili gömlek ve kahverengi bol bir pantolon vardı.

Yaşlıydı ama çok dinç gözüküyordu. Bir an bana şaşkınca baktığını farkettim. Yanına gidince Atakan'a sağ koluyla sıkıca sarılırken, diğer kolunu bana açtı. Gülümseyerek sarılırken bir süre öyle kaldık.

Ayrılırken kollarını arabaya doğru uzattı. "Soğuğun Cennetine hoş geldiniz. (welcome to the paradise of the cold.)"

Yaklaşık bir saat sonra o fotoğraflardan ayıla bayıla baktığım köy karşımda duruyordu. Allah'ım çok güzeldi.

Kahve | TextingWhere stories live. Discover now