29.Bölüm❥

18.6K 1.4K 505
                                    

Gözleriniz, çok ses çıkarıyor Albayım. -Oğuz Atay

(Dipnot: Bölüm Rumeysa'nın anlatımından)

Siyah, bağcıkları açık botumun önündeki taşa bir kez daha vurdum. Gözlerimle kaybetmeden gittiği yeri takip ettim. Seke seke su birikintisinin içine düşen taşa dudaklarımı büzerek baktım.

Üzgünüm canım, bundan sonra ki yolculuğuma sensiz devam etmeliyim.

Bunu yapmayan anormal bir insan var mıydı gerçekten?

Taştan gözlerimi ayırıp hâlâ göremediğim marketi aramaya başladım. Hani şurdan şuraydı, hani iki adım da gider gelirdim? Hani... Neyse yeter bu kadar. Yüksek yüksek binalara baktım, içim daralmıştı. Büyük şehirde yaşamak istemememin başlıca sebebi buydu sanırım. İkincisi de, gürültü kirliliği. Fabrika, araba, inşaat, bir sürü insan sesini geçtim, iki insanın aynı anda konuşması bile kısa sürede kanser ediyordu.

Dün arkadaşlarımın yanına İstanbul'a gelmiştim ama sabahında ekmek almaya gönderiliyordum. Harika(!)

Hem de pijamalarımla!

Omuz silkip artık görebildiğim marketi ve doğru yoldan gittiğimi farketmemle içim biraz olsun rahatlamıştı. Yürümeye devam ederken, "Pardon hanımefendi." diye hoş bir erkek tınısı duydum. Bana dememiştir diye yoluma devam ederken aynı sesi daha yakından duymamla topuğumun üzerinde döndüm. Evet, evet buna da bayılıyordum. Sanki yeşil üniformalı bir askerim ve komutanım bana, 'arkana dön asker.' diye talimat veriyormuş gibi hissediyordum. Ne alaka diye sormayın, bilmiyorum.

Uykulu yeşil gözlerim, rengini henüz seçemediği gözlerle buluşması ile yerimde kısa bir an dondum, sanırım. İkimizin nefes sesleri sokakta yankılanırken yüzünü inceledim; çıkık elmacık kemikleri ön plandaydı, simsiyah dağınık saçları, düz burnu, rengini seçemediğim ama koyuluğu belli olan gözleri vardı.

Ortalama Türk kızlarına göre boyum uzundu, ama bu adamın yanında kendimi küçücük hissetmiştim.

Yolun ortasında durmuş adamı incelediğimi fark ederken gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. Bunlar hep uykusuzluktan oluyor! Ancak o zaman, onun da beni incelediğini anlayabilmiştim. Hayırdır koçum, demek istesem de içimdeki kamyoncuyu kovup boğazımı seslice temizledim. "Buyurun." Bir kaç dakika yüzüme baktıktan sonra dudaklarını aralayarak konuştu.

"İstanbul Üniversitesi'ne giden yolu soracaktım." Sanki gerçekten biliyormuş gibi durup bir kaç saniye düşündüm. Sonra buraya daha dün geldiğimi farkettim.

Allah'ım, ben bu kadar gerizekalı değildim, kesin kafamı yatak başlığına vura vura böyle oldum.

"Başka birisine sorsanız daha iyi sanırım. Ben buranın yabancısıyım." Başını sallayarak beni onayladı. Yüzünde o kadar sabit bir ifade vardı ki. Ne yapacağımı şaşırıyordum. Konuşma bitmişti ama ikimizden de gitmek için bir hamle gelmiyordu.

Kendine gel kızım!

"Başka bir şey yoksa size iyi günler." Aynı karşılığı alırken yoluma tekrar döndüm. Ayaklarım ileri adım atamıyordu sanki. Zorlukla ilerlerken ilk kez gördüğüm birine bunları hissetmemin ne kadar salakça olduğunu düşündüm.

Karşıma her türlü insan çıkabilirdi sonuçta. Belki beni kandırıp kaçıracaktı. Kolumu bacağımı ayıracak, valize tıkıştıracak ve bir çöp konteynerinin içine atacaktı. Olabilir miydi, olabilirdi. Her gün haberlerde masal dinlemiyorduk sonuçta.

Markete geldiğimde, kahverengi dalgalı saçlarımı yüzümün önüne getirip gizlice yan tarafa baktım. Gitmemişti! Telefonla yere bakarak konuşuyordu. Acaba telefondaki kişiyle beni öldürme planları mı yapıyordu? Kendi kendime göz devirdim. Gözlerini kaldırıp benim tarafıma bakarken yakalanmanın verdiği hisle elim ayağım birbirine girdi ve telaşla markete girmeye çalıştım.

Kahve | TextingWhere stories live. Discover now