Bölüm 33 - Yeni Anlamlar

220 17 52
                                    

Aşkın benim hayatımda, çocukluğumdan beri çok güzel bir anlamı yoktu. Bana göre insanları mutlu edebilen bir olgu değildi aşk.

Annemin ve babamın gözlerinde görmüştüm aşk denen şeyi ilk. Gerçekten de birbirlerine aşıklardı, öyle bakarlardı, herkes görebilirdi bunu. Ve fakat mutlular mıydı, işte bu sürekli sorguladığım bir şeydi. 

Mutluluk nasıl bir şeydi, herkes için aynı anlama mı geliyordu onu da bilemezdim pek. 

Benim için mutluluk Tilbe'yle oynadığım anlarda gizliydi, Levent'le geçirdiğim vakitlerde saklıydı, ne yaparsak yapalım onunlayken hep mutluydum. Mutluluk bazen de annemle mutfakta bir şeyler yaptığımız o saatlerin içinden gösterirdi kendini, o zaman da beni şaşırttığı için ayrı bir anlam kazanırdı.

Kendini en az babamın yanındayken gösterirdi. Mutluluk ondan kaçıyordu sanki, ama özellikle de ben varken kaçıyordu. Babamın yanından mutluluğu kaçıranın benim varlığım olduğunu düşünmeye başlamıştım o yüzden de. 

Yine de onunla da sahip olmuştum bu hisse, ve o anlar benim için en değerli anlardandı.

Büyüdükçe ve hayata daha realist bakmaya başladıkça, bu kavramları görüş ve yorumlayış şeklim de değişti doğal olarak. Ama yine de aşk ve mutluluğun bir arada bulunmaktan kaçındığı inancım kaldı bende.

Tabi sadece teoride, çünkü aşk dedikleri kavramı hiç deneyimleme şansım olmadı. Sadece kitaplarda ve filmlerde kendini gösteren bu kavramı, insanların gözünde de görüyordum ara sıra. Benim gözüme ise uğramamıştı henüz.

12 yaşındayken, bir cuma öğleden sonraydı, okuldan çıkmıştım, hafta sonu geldiği için mutluydum. Aheste aheste eve doğru yürürken bizim siteye giden köşeyi döndüğüm anda ilerideki ağaçların altında Levent'i gördüm. O 16 yaşındaydı o zaman, lise 2'deydi. Tam koşarak yanına gidecekken, yana çekilince hemen önünde başka birisinin daha olduğunu gördüm. Bir kızdı, onun yaşlarında duruyordu. Bizim siteden değildi, tanımıyordum ama güzel bir kızdı, sarı sarı saçları vardı. 

Yine de çekinmez hemen koşardım yanlarına aslında ama bu sefer duruşlarında başka bir şey olduğunu farketmiş olmalıyım ki adımlarım olduğum yere çakıldı. Köşeyi dönmeden oraya, duvarın kenarına saklandım ve izlemeye başladım. Gözlerimi kısmış, farkında olmadan kendimi kasmıştım. 

Levent eğildi, biraz daha eğildi, kız da ona biraz daha yaklaştı, başı Levent'e doğru kalkmıştı. Bir eli Levent'in kıravatındaydı, sürekli onunla oynayıp duruyordu, gülüyor ve bir şeyler söylüyordu, yüzünü şekilden şekle sokuyordu. Bana kalırsa komik görünüyordu ama Levent öyle düşünmüyor olacak ki o da elini kaldırıp kızın yüzüne düşen saçıyla oynamaya başladı. 

Sonra da daha çok eğildi ve kızı öptü. 

Dudaklarını kızın dudaklarına değdirerek öptü hem de. 

Gözlerim büyüdü, şok olmuştum. İlk kez öpüşen insanlar görmüyordum, televizyonda görmüştüm kaç kere, fakat bu seferki başkaydı işte. Levent'ti bu, benim arkadaşımdı ve herkesin bildiği gibi ben ona hayrandım. Nasıl böyle bir şey yapardı? Çocuktuk biz daha, o benden dört yaş büyük olabilirdi ama o da çocuktu işte, öğretmenlerimiz bunun ayıp olduğunu söylüyordu hep. Tabi ki ayıp olan bir şey yoktu ve ben bunu daha sonra, o yaşa geldiğimde öğrenmiştim ama o zaman zaten beni asıl rahatsız eden de gerçekten ayıp meselesi değildi. 

O gün oradan nasıl koşarak kaçtığımı, iki sokak sonra ağladığımı farkettiğimi ve akşam Levent korku içinde beni siteye uzak bir parkta, salıncaklardan birinde bulana kadar garip bir inatla eve gitmediğimi hatırlıyorum. Levent, annemin babamın çok endişelendiğini söylemiş ve bana çocukluk yaptığımı söyleyerek kızmıştı. Beni sorumsuz olmakla suçlamış ve onu hayal kırıklığına uğrattığımı söylemişti. 

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin