Bölüm 25 - Ayağa Kalk, Nefes Al

162 20 35
                                    

"Hangisi olsun sence?" Başımı çevirip yanımda, elleri ceplerinde yürüyen Levent'e baktım hevesle. Sonra gözlerimi tekrar elimdeki telefona indirip iki resmi kaydırarak incelemeye devam ettim. "Bence beyaz olan," dedim, gözlerimi ekrandan ayırmadan. "Eda, onu daha çok sever. Sence?" 

Eli kolumu tutup, beni durdurduğunda, dengemi kaybedip sarsıldım, az kalsın elimdeki telefonu düşürüyordum. 

"Ne yapıyorsun ya?!" diye bağırdım şokla.

"Önüne bak Gülce," dedi, korumacı ve azarlayan tonuyla. Başıyla işaret ettiği yere bakınca, yerde tam önümde duran o taş mantarlardan birini gördüm.

Telefonu kapatıp cebime koydum, kirpiklerimi kırpıştırarak yüzüne baktım süt dökmüş kedi ifademle. "Yine haklısın beyzadem," dedim. Yüzü kırıştı. Sinir oluyordu ona böyle seslenmeme. Ya da paşam dememe..o yüzden onu da çok kullanıyordum bu aralar. "Paşam ne derse," diyerek eklediğimde sesli sitemkar bir nefes verip kolumu bırakarak önden yürümeye başladı.

Koşarak hızlı, büyük adımlarına yetiştiğimde koluna girdim ve başımı omzuna yasladım. "Ya tamam, kızma hemen. Ne çabuk sinirleniyorsun sen öyle, iyice nazlı oldun çıktın başıma ya!"

Gülerken, göğsü sarsılmış, başı bana dönmüştü. Elini, koluna girmiş kolumun üstüne koydu ve yürümeyi bırakıp yemyeşil gözlerini yüzüme dikti. "Hep böyle kal," dedi. Sesi sanki iç çeker gibi çıkmıştı. Sanki kaybettiği bir hissin özlemiyle iç çekmişti, ya da kaybetmekten korktuğu. 

Ciddi ifadesine tezat bir şekilde gülerek, "Nasıl?" diye sordum. Yüzüme çocuksu bir kafa karışıklığı kondurdum. "Kısa mı?" Başımı bıkkınlıkla iki yana salladım. "Maalesef bu yaştan sonra istesem de uzayamazmışım Levent," dedim. "İstemesem de böyle kaldım artık. Raflara hep sen uzanacaksın. Kaçarın yok."

Büyük, sevgi dolu gülümsemesi dudaklarını iki yana kavırdı derin bir şekilde ve o tek gamzesi göründü yine. Uzanıp elimi dokunduracaktım hep yaptığım gibi ama ben elimi kaldıramadan o başını eğip, saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. Bu haline bir anlam veremezken, yutkunmuştum.

İkimiz de bunun üstüne bir şey söylemeden önümüze bakınca, sessizce tekrardan yürümeye başlamıştık. Biz kampüsün, trafiğe kapatılmış yolunda kol kola yürürken, birden ileriden bir far göründü. Gözlerimizi alan ışık, bize o kadar hızlı yaklaşıyordu ki ne olduğunu anlayamadan olduğumuz yerde kaldık. Kendini ilk toplayan Levent oldu ve beni de çekerek, kenara doğru atladı. Beni iki kolunun arasına almış ve kendini sırt üstü geriye atmıştı. Son anda kurtulmuştuk.

Gerçekten son anda, kıl payı kurtulmuştuk arabanın altında kalmaktan. Kesilen nefesim, bir türlü geri dönmezken hissettiğim nefesler sırtımın altında kalan göğüsten geliyordu. Beni sımsıkı saran kolları, vücudumu iyice kendine bastırırken, kenetlenmiş gibiydi. 

Dilim çözüldüğünde adını seslenmiştim. "Levent..." diye cılız bir yakarış çıkmıştı ağzımdan.

Gevşeyen kolları beni serbest bıraktığında üstünden çekilip kenara yuvarlandım. Hızla toparlanıp, dizlerimin üstünde ona doğru yaklaştım. Ellerimi göğsüne, yüzüne koyup korkuyla, titreyen bedenimle gözlerimi her yerinde gezdirdim. Gözleri sonunda açılıp beni bulduğunda benim gözlerim rahatlamayla kapandı ve derin bir nefes verdim. 

Yerinde doğruldu ve eli yanağıma gitti, "İyi misin?" dedi, sesi yabancı çıkmıştı. 

"Sen iyi misin asıl? Sırtını, başını çarptın değil mi? Bakayım hemen..hastane geride, gidelim hadi çabuk-"

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin