Bölüm 12 - Yolculuk

192 35 22
                                    

Beynimin içinde bir ses diğerlerinden baskın çıktı ve bir soru bıraktı ortaya. Mithat Bey mi Yücel'i alarak ortadan kaybolmuştu yoksa Yücel mi Mithat Bey'i alarak ortadan kaybolmuştu?

Düşünmem gerekiyordu. Bu sefer gerçekten, oturup, olanları, konuşulanları etraflıca düşünmem gerekiyordu. Sonra da biriyle konuşmam... Ama kiminle? Kiminle konuşabilirdim? Telefonumu çıkarıp tekrardan Mithat Bey'i aramayı denedim, yine aradığınız kişiye ulaşılamıyor mesajıyla karşılaştım. Aramayı sonlandırıp, telefonu avcumda sıktım; başımı soğuk duvara yasladım, gözlerim kapandı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Göz kapaklarımı aralayıp telefonun ekranını tekrar aydınlattım, rehbere girip Sinan'ın ismini buldum; parmağım dokunmak için gitti ama geri çektim. Giray'ın ismini buldum bu sefer listeyi kaydırıp, onunkine elim bile gitmedi. 

Sinan'ın telefonundan beni aradığında söyledikleri kafamın içinde yankılandı. 'Beni uzun bir süre affedeceğini sanmıyorum.' demişti. Aslında garipti, o anki hâli, sarhoş oluşu, bu söylediği, Sinan'la ilgili söylediği... Sadece o an Sinan beni bilgilendirmek için sonunda aradı diye sevinmiş ve  duyacaklarıma odaklanmıştım, o yüzden de umursamamıştım. 

Kafamdan kronolojik olarak dün olanları geçirdim. Önce Mithat Bey'le buluşmuştum, çıkışta peşime Yücel takılmıştı, akşam Giray gelmiş ve Mithat Bey'in Ünal'la kavga ettiğini sonra da Yücel ve ikisinin ortadan kaybolduğunu söylemişti, en son sinirlenip kapıyı çarparak çıkıp gitmişti. Sabah Sinan'la konuşana kadar ben kimseye, peşime takılan arabadan bahsetmemiştim. Sinan ben plakaya bakmasını söylediğimde, Demir gibi, Sevil Orhan'ın ismine ulaşmış olmalıydı. Hadi diyelim önceden Yücel'i araştırdığı için kim olduğunu biliyordu; o zaman 'Aa, Yücel'in annesinin arabasıymış..' falan demeliydi. Ama olması gerekenden fazla ve daha değişik bir şekilde şaşırmış ve telefonu kapatmıştı. Ne olmuş olabilirdi ki? Aklıma mantıklı hiçbir açıklama gelmiyordu. 

İçimde bir şeyler beni dürttü sanki ve saçma olduğunu bilmeme rağmen rehberde başka bir ismin üstüne gelip aramayı başlattım. Duymayı beklediğim ulaşılamıyor sesini duymamıştım; kaşlarım istemsiz çatıldı; yaslandığım duvardan doğrulup beklemeye başladım. Çaldı çaldı çaldı, ve açıldı. 

"Ooo Gülce Hanım!" dedi tanıdık ses. "Size nasıl yardımcı olabilirim?" 

"Yücel," dedim şaşırdığımı belli etmek istemeyerek. Arkadan martı ve dalga sesleri geliyordu, bir de gemi düdüğüne benzeyen bir ses duyuldu. "Neredesin sen?" Sesimi samimi bir tonda tutmaya çalışıyordum. 

"Limandayım," dedi. Birisi gelip bir şeyler söyleyince telefonu kulağından uzaklaştırıp cevap verdi, elini ahizenin üsütüne kapatmış olmalıydı, ne dediğini anlayamamıştım. Sesler tekrar duyulur oldu. "Veda etmek için mi aradın?" diye sordu tekrar kulağına götürdüğü telefona. Cümlesindeki ima elle tutulur düzeydeydi. 

"Anlamadım?" dedim. "Bir yere mi gidiyorsun?" Her şeyden haberim olduğunu düşündüğüne göre, aptalı oynadığımı düşünecekti. Ama gerçekten ne olduğunu bilemiyordum. 

Sahte bir kahkaha çınlattı kulaklarımı. "Hadi ama Gülce, gerçekten mi?" Rüzgarın uğultusu sesini bastırdı bir an. "Kaç yıllık hukukumuz var, bari sen yapma." Son cümlesi, kahkahasına ters bir şekilde samimi bir kırgınlıkla örtülüydü. "O adamın peşimizden geleceğini biliyordun bence, şimdi böyle yapınca ayıp oluyor." Gözlerim kafa karışıklığıyla kırpıştırdım. O adam dediği Giray mıydı? Beynimin içindeki küçük ses öyle olduğuna emindi. 

"Yücel, ne oldu? Lütfen anlat bana," bir an nefesim kesilince yutkundum. "Benim gerçekten hiçbir şeyden haberim yok." 

Sinirle burnunu çekti. "Neyi neden yaptığımı ben Mithat abiye anlatmıştım!" diye bağırdı. Bağırışına martıların çığlık çığlığa ötüşü eşlik etmişti. "Bıraksaydı da her şeyi düzeltseydim!!" Haykırışı hıçkırışa dönmüştü. Hıçkırarak ağlıyordu şu an. Kulaklarımı çınlatıyordu ağlayışı, kalbim boğazımda atıyordu sanki. Niye böyle ağlıyordu şimdi? 'Sus!' diye bağırdım beynimin içindeki sese; saçmalıyordu. 

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin