Bölüm 18 - Anılar

177 28 69
                                    

İnsan bazen, açtığı bir kapıyı, gördüğü bir sahneyi, duyduğu bir sözü öyle çaresizce ve delicesine geri almak, hiç yaşanmamış saymak istiyor ki; hareket etmezse olurmuş gibi donup kalıyor. Cehaletin getirdiği mutluluğu, ancak kaybettiğinde farkedebiliyorsun. Bilmemenin değerini anlamak için geri dönülemez o eşiği geçmen gerekiyor.

Kaç gün olmuştu, bu olayların içinden çıkılamaz bir sarmal almaya başladığı o geceden beri kaç gün olmuştu? O günden beri ağırlığının yükü altında ezildiğimi hissettiğim kaç şey öğrenmiştim? Saymamıştım, saymayacaktım da..o zaman bir kat daha ağırlaşırmış gibi geliyordu. 

Sanki onların hiçbiri yetmiyormuş gibi üstlerine, bu gece yeni bir yük daha eklemiştim. Bu sefer kimseyle de paylaşamazdım, en azından bir süre. Yücel'i kurtarana kadar, bu gece, o keman kutusunda bulduğumdan kimseye bahsedemezdim. Vazgeçebilirlerdi çünkü, ve ben bunu riske edemezdim. Ben, Yücel'in orada, başkasının yerine, sırf annesini korumak için girdiği bir hata sebebiyle, işlemediği bir suçun cezasını çekmesine izin veremezdim. 

O yüzden, şimdilik kimse bilmeyecekti. Sadece ben bilecektim. Çantayı, dolabın en dip köşesindeki üçlü valiz çantaların içine saklayıp, fermuarlarını kilitlerken bundan emin olmanın verdiği bir netlik vardı hareketlerimde. Tereddüt etmemiştim, düşünmemiştim, doğruyu yapıyordum. Herkes için, birilerinin planları için falan değil, kendi akıl sağlığım için. 

Kendimi balkona attığımda ancak farkedebilmiştim ne kadar bunaldığımı. Gecenin temiz, soğuk havası ciğerlerime çok iyi gelmişti; canlanmış gibi hissediyordum. Elimdeki fincanda sıcak lavanta çayı hem kokusuyla içimi rahatlatıyor, hem de tüten buharıyla beni hipnoz ediyordu sanki. Ellerimin arasındaki sıcaklığı, havanın soğuğuyla tezat olduğu için bir titreme geçti bütün vücudumdan. Fincanı masaya bırakıp, üstümdeki kalın hırkaya iyice sarındım. Tam fincanı elime alacakken, cebimdeki telefonun sesi gecede yayıldı dalga dalga.

Elime aldığım telefonun ekranında gördüğüm isimle, istemsiz kaşlarım çatıldı yine. 

"Efendim?" dedim sakin bir sesle.

"Nasılsın?" diye sordu direkt, ilginçti, böyle girmezdi lafa genelde.

"Yaşıyoruz işte," dedim yorgun bir sesle. "Hayattayız. Olduğu gibi yani.." 

Burnundan sesli bir nefes vererek güldü. 

"Sen nasılsın Giray?" diye sordum samimi bir ilgiyle. Lafa böyle girdiğine göre biriyle konuşmak istemiş ve ibre beni göstermişti. 

"Karışığım," dedi fısıltı gibi. "Nefes alıp veriyorum ama yaşıyor gibi hissetmiyorum uzun bir süredir." 

Beni şaşırtmıştı. Gerçekten de dolmuş, birileriyle dertleşmek istemişti sanırım. Ve beni mi aramıştı? 

Elime fincanı alıp, bir yudum aldım ağzıma. 

"Nefes alıp vermek hayatta kalmak demek, yaşamak demek değil çünkü. Sanırım, bilemiyorum tam olarak. Ben de bir süredir pek yaşamıyordum çünkü..."

Mırıltı gibi bir gülüş döküldü boğazından. O da benim gibi dışarıdaydı sanırım, rüzgar uğultusuna benzer bir ses oluyordu arada.

"Yaşamıyor-dun..ama artık yaşıyor musun?"

Sesindeki ton, bir kaşını kaldırdığını düşündürmüştü bana.

"Seninle tanıştığım geceden beri, tansiyonum bir türlü düşmedi ki," dedim gülerek. 

Yutkundu. "Ama kastettiğin o değildi. Başka bir şeyi kastettin," dedi, gerçeği ister gibi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Peki," dedim usulca. "Sarı, yıllar önce kalbimi çok kırıp, beni çok üzüp hayatımdan çıkmıştı. Ve sergide tekrar karşılaşana kadar biraz eksikti hayatım, yarımdı. Şimdi, Levent yine hayatımda olduğu için, tekrardan tamamlanmış gibi hissediyorum." 

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin