13 / Farklı Bir Edward

Start from the beginning
                                    

"Yardım istemiş olmalı," dedi sonunda.

"Ne?" Dalgınlıktan ne kastettiğini anlamamıştım.

"Olivia. Başına gelen şeyin ne olduğunu anlamadı, anlamış olamaz. Yola koştu ve yardım istedi." Başıyla önümüzdeki yolu gösterdi, sonra parmaklarıyla görüntüyü çerçeve içine aldı. "Gözümde canlandırabiliyorum." Kaşlarımı çattım, Moira dizleri kırıp ellerini başının iki yanına koydu ve tiz, Olivia'nın olmaktan çok uzak bir sesle onun taklidini yaptı. "Yardım edin! Yardım edin! Evim ortadan yok oldu!" Çok komik bir sahne canlandırmış gibi kendi kendine güldü, burnundan domuz sesleri çıkardı.

"Sence bu komik mi?" diye çıkıştım bedenimi tamamen ona döndürüp ona yukardan, tehditkar bir şekilde bakarak. Yaptığı şey beni öfkelendirmişti, bu durumla eğlenmesi kelimenin tam manasıyla tepemi attırmıştı. Ne var ki onu bir nebze olsun korkutamamıştım bile. Bana baygın baygın baktı, ona yöneltmeye çalıştığım öfkeden zerre kadar etkilenmemişti. Bir süre ona çatık kaşlarımın altından bakmaya devam ettim, ama sonunda pes eden yine ben olmuştum. 

"Hangi yöne gittiğini nereden bileceğiz?" diye sordum sonunda, bakışlarımı yine yola çevirip. Moira'nın omuz silktiğini yan gözle görebiliyordum.

"Şansımızı deneyeceğiz."

"Burada neresi neresi onu bile bilmiyoruz."

"Tabelalar aynı dilde olduğuna göre," Bana ilerideki, üzerini okuyamadığım tabelaları gösterdi. Gözlerim kıssam da sonuç değişmedi ama onun bu uzaklıktaki yazıları okuyabilmesine de şaşırmadım. Sonuçta kadın büyücüydü. "Her şey farklı değil demektir."

"Öyleyse buranın Amerika olduğunu var sayabiliriz." Moira başını salladı. 

"En azından dilini bildiğimiz bir ülkedeyiz." Bunun işimizi kolaylaştırdığını bilsem de yeterli gelmiyordu. Olivia'yı nerede aramam gerektiğini hala bilmiyordum. Hala hangi yöne gitmemiz gerektiğini bilmiyorduk. Buna bir çözüm önerisi sunması için sessizce Moira'nın konuşmasını bekledim. Bir o tarafa bir bu tarafa bakıp duruyordu, sanırım benim göremediğim başka tabelaları inceliyordu. Sonunda sol tarafa doğru baktı ve diğer yana dönmedi. "Bence en yakın şehre gitmeliyiz. O da bunu düşünmüş olabilir. Evinin yerinde olmadığını gördüğünde yani..."

"Brandon'ı arayacağını mı kastediyorsun?" diye patladım yine, yüksek sesle. 

"Sonuçta sen ondan daha uzaktaydın." Kolunu kaldırdığında bize doğru gelen otobüsü gördüm. Tartışma başlamadan bitmişti. Olivia'nın Brandon'a ulaşmaya çalışması olasıydı, bunu kabul etmeliydim. Belki de ipleri Moira'ya bırakmak en iyisiydi. Ne yaptığını biliyor gibiydi, böylesi işime gelirdi. Ne yaptığını bilmiyorsa da.. Eh, böylece ortada kendimden başka suçlayacak biri olurdu. 

...

Yanımdaki paralar elbette burada geçmiyordu, yine de şoför Moira'nın toz toprakla lekelenmiş kıyafetlerine, aşınmış topuklu ayakkabılarına bakarak bize acıdı ve otobüse binmemize izin verdi - sanırım boş kalan koltukların dolmayacağından da emindi. Birkaç saat sonra bilmediğim, daha önce hiç görmediğim şehre varmıştık. Moira için fark etmiyordu, onun için her yer yeniydi. Otobüsten indikten sonra birkaç dakika yine ne yapacağımızı şaşırdık. 

Önce, hiç plan yapmadan, telefonumun şarjı bitene dek yoldan geçen herkese Olivia'nın resmini gösterip onu görüp görmediklerini sordum. Gece olduğunda mecburen başımızı sokabileceğimiz bir yere gereksinim duymaya başladık. Bir otele girdik, Moira elinden geleni yaptı ve sonunda elimizdeki paraları kabul ettiler. Enerjisi tükense de küçük illüzyonlar yaratabiliyordu, en azından bana söylediği buydu. Birkaç gün rutinimiz hep aynıydı. Erkenden uyanıyor ve beni ayakta tutacak kadar şey atıştırıp sokağa çıkıyordum. Moira benimle gelmeye zahmet etmiyordu, zaten gelip gelmemesi de fark etmezdi. Herkese Olivia'yı sordum, onu herkese tarif ettim. Sonunda bana öfkeyle değil acımayla baktıklarını fark ettim. 

the other coin | #tlc2Where stories live. Discover now