Hadi bu bölüm kitabın yorum rekorunu kıralım :)
18. Sen Bir Savaşçısın
Sanırım ilk kez bu kadar zor geliyordu okula gitmek. Deniz'le konuşmuyorduk, İrem bugün bir haftadan daha uzun süreliğine şehirden ayrılacaktı ve en kötüsü, Melis'e sınavda yardım edip iyi bir not almasını sağlamak zorundaydım. Sanırım tuhaf bir lanete sahiptim. Nefret ettiğim kim varsa başlarına gelen güzel şeylere bire bir şahit oluyor ya da daha da kötüsü güzel şeyler yaşamalarında bizzat rol oynuyordum. Dünya adil bir yer değildi. Hem de hiç!
Hayatıma giren her güzel şey için sahip olduğum başka bir güzelliği kaybediyordum sanki. Kaybetmekle de bitmiyor, yerlerine kötü şeyler yerleşiyordu. Düşünceler kafamı allak bullak ederken bana iyi gelecek tek şeye sığındım: Kaan'ın kendisi yoksa da sesi vardı. Kulaklığımı takıp yol boyu Argo şarkıları dinledim.
Sınıfa girdiğimde, Deniz İrem'in yanında oturuyordu. Anlaşılan benimle birlikte gelmemek için bugün de erken çıkmıştı evden. Hayatın bizi buralara sürükleyeceği asla aklıma gelmezdi. Çocukluğumuzdan beri en yakın arkadaşım olan Deniz, benimle karşılaşmamak için özel bir çaba sarf ediyordu. Hemen şu an çekip gitmek istedim sınıftan. Babamın yanına taşınıp okulumu değiştirmek ve her şeyden uzaklaşmak... Ve mümkünse bugünü sadece yatağımda ağlayarak geçirmek... Ama bir saniye... Neden ben gidiyordum ki? Benimle küsen, benden uzak duran Deniz'di. Benim ondan uzak durmak gibi bir kaygım yoktu. Ezgi ile bir şekilde yaşayıp gidiyorduk ve Melis konusunda da... Bir çaresine bakacaktım artık.
Deniz ve İrem'in yanından geçip sırama otururken, "Günaydın," dedim. Deniz ben yokmuşum gibi davrandı. İrem, kocaman bir gülümsemeyle, "Günaydın," diyerek cevap verdi.
En azından birinin gerçekten gülümsediğini görmek güzeldi. "İyi görünüyorsun."
"Bu tatilin bize iyi geleceğini düşünüyorum," derken gözlerinin içi parlıyordu. "Annem uzaklaşmak derken çiftlik evinden bahsediyor sanmıştım. Meğer İtalya'dan bahsediyormuş."
Heyecanına ortak olmak için gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başarılı olduğumdan emin değildim. "Gerçek anlamda uzaklaşmaktan bahsediyormuş demek ki. İtalya yeterince uzak."
Deniz iç geçirdi. "Ah, İtalya!"
Geçen yarıyıl tatilinde İtalya'da umutsuzca âşık olduğu İtalyan'ı hatırlamıştı kesin. Deniz umutsuz âşıkların kraliçesi falandı. Sessizce güldüm. Nasıl olsa arkası bana dönük olduğundan görmeyecekti.
"Daha sonra siz de gelsenize," dedi İrem, hevesle. "Biz haftaya Pazar döneceğiz. Cuma gelseniz Pazar birlikte döneriz."
Deniz, umutsuz bir ifadeyle İrem'e baktı. "Okul zamanı annemin beni İtalya'ya yollaması için aklını kaybetmiş falan olması gerekir."
"Hem öylesine bir tatile gitmiyorsunuz siz," dedim. "Annenle baş başa vakit geçir. Belki yaz tatilinde hep birlikte gideriz."
"Hayatımda ilk defa yaz tatili beni heyecanlandırmıyor," dedi Deniz. Bana asla bakmasa ve benim sorduğum sorulara cevap vermese de ilk kez benim açtığım bir konu üzerinden konuşmaya devam etmişti. "Çünkü yaz denildiğinde aklıma direkt üniversite sınavı geliyor."
İrem irkildi. "Bundan bahsetmesek olmaz mı?"
"Kesinlikle çok iyi olur," dedi Deniz, ona katılarak. O sırada İngilizce hocası sınıfa girdi. Melis hâlâ gelmemişti. Bundan sonra hiç gelmese de olurdu açıkçası.
*
Sabah içimden geçirdiğim dileğin gerçek olacağını hiç düşünmemiştim ama Melis gerçekten de okula gelmemişti. Sınava yetişeceğini düşündüm ama sınava da gelmedi. Gerekirse şiddete başvurmaktan çekinmeyeceği bir sınavı kaçıracağını sanmazdım ama gerçekten de gelmemişti. Sanırım dünyanın adil bir yer olmadığıyla ilgili sitemlerim evrene ulaşmış ve bana hak vermişti. Eh, bu kadarı bana yeter de artardı ama umarım İrem'e de alacaklarını verirdi.
Sınavdan sonra İrem'i annesi almaya gelmişti. Daha önce gerçekte bir kez görmüştüm annesini. Onun dışında yalnıza yerel haberlerde fotoğraflarını görmüştüm. Gerçi bugün de gördüğümü söyleyemezdim çünkü arabadan inmemişti.
"Vedalaşmaktan nefret ediyorum," dedim, İrem'e sarılırken. "Neyse ki kısa süreliğine vedalaşıyoruz."
"Görüntülü konuşuruz mutlaka."
Benden sonra Deniz de İrem'e sarıldı. "Her gün konuşalım."
"Konuşacağız. Sana henüz anlatmadığım şeyler var."
İrem'in annesinin, "Geç kalıyoruz tatlım," demesiyle gitme vakitleri gelmişti. İrem, ikimizin birden elini tuttu. "Sizi çok özleyeceğim kızlar."
"Biz de seni."
Deniz'le ellerimizi birleştirip bizi el ele tutuşturdu. "Birbirinize göz kulak olun. Siz birbirinizin kardeşisiniz."
Deniz de ben de bir şey söylemedik. İrem arabaya binip arabayla yanımızdan ayrılır ayrılmaz Deniz elimi bırakıp hızla yanımdan ayrıldı. Tek yapabildiğim arkasından bakıp gözlerimi devirmek olmuştu.
Taksiye binip babamı aradım. Hafta sonunu babamla geçirmek istiyordum. Bu akşam bir aile yemeği de fena olmazdı.
Hastaneye girdiğimde Berrin teyzeyi yine girişte buldum. "Hep kaytarıyorsun Benninciğim," dediğimde, danışmadaki kızlarla sohbetini kesip bana dönerek kollarını açtı. "Emekli olmanın vakti geldi sanırım."
Şaka yapsam da gerçekten de Berrin teyzenin emekli olup biraz da hayatın keyfini çıkarmasını istiyordum. Altmışlı yaşlarının sonlarındaydı ama hâlâ çalışıyordu. Onu çok çalıştırmıyorlardı ama yine de işi bırakıp turlara katılmasını, arkadaşlarıyla kafede oturmasını falan istiyordum.
"Ölene dek çalışmaya devam edeceğim," derken bana sımsıkı sarıldı. Ölüm kelimesini ondan duyduğum an içim burkuldu.
Kollarından çıkıp, "Hep çalışırsan torunlarımla kim ilgilenecek?" dedim, şakaya vurarak.
Kahkaha attı. "Şükürler olsun ki o kadar yaşamayacağım. Sana yeterince baktım zaten biraz da senin çocuklarına bakarım bana yeter. Sonra herkes yerine."
Ona tekrar sarıldım. "Bu aralar en son duymak isteyeceğim şeyler bunlar."
"Sen iyi misin küçük böcek?" diye sordu sessizce. Kafamı olumsuzca iki yana salladığımda beni kimsenin olmadığı bir kenara çekti.
Ondan başka konuşabileceğim kimse yoktu.
"Deniz'le küstüm."
Herkes gibi o da çok şaşırmıştı bu habere. "Ama siz çok yakınsınız Açim. Kardeş gibisiniz. Daha önce küstüğünüzü hiç görmemiştim ben. Kocaman kızlar olmuşken nasıl başardınız bunu?"
Doğru söylüyordu. Salak çocuklarken ya da o en deli ergenlik zamanlarımızda bile küsmemişken hiç beklenmedik bir zamanda küsmemiz tuhaftı.
"Aslında çok da önemli bir konu değil. Şu an çok konuşmak da istemiyorum. Her şey bu kadar da değil zaten. Okuldan bahsederken İrem diye birinden bahsetmiştim hatırlıyor musun?"
Bir süre hatırlamaya çalıştıktan sonra, "İsimleri aklımda tutamayacak kadar yaşlandım sanırım," dedi.
"Çok bahsetmemiştim zaten. Neyse, son zamanlarda onunla gerçekten yakın arkadaş olduk. Müthiş bir kız ama babasının başı dertte, sanırım yasa dışı olaylara bulaşmış. Biraz uzaklaşmak için annesiyle İtalya'ya gittiler. Deniz yok, İrem yok. İlk kez bu kadar yalnız kaldığımı hissediyorum."
Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Ben varım ya."
İyi ki de vardı. Berrin teyze benim büyük annem gibiydi. Anne ve babamla yolları annem bana hamileyken kesişmiş. Kendi ailelerinin vermediği desteği o vermiş. Annemle babamın boşanacağını öğrendiğinde günlerce ağlamıştı. Küçük ailemiz için çok değerliydi.
"Biliyorum. Bu akşam babamla vakit geçireceğim. Yarın belki sana gelirim."
Bir anda yüzünde güller açtı. Ben nasıl ki onu büyük annem gibi görüyorsam, o da beni torunu gibi severdi.
Yukarı çıkıp babamın odasına girdiğimde ayağa kalkıp yine teatral bir edaya büründü. "Aman Allah'ım! Bu gözler, bu yüz, bu saçlar. Sen... Sen benim kızım mısın gerçekten? Ne kadar büyümüşsün!"
"Baba ya! Hep yapmak zorunda mısın şunu?" diye sitem ettim, yanına gitmek için masasının etrafından dolaşırken.
"Sana vicdan yaptırmak çok hoşuma gidiyor," dedi keyifle ve kemiklerimi kırarcasına sarıldı.
Boğulduğumu belli etmek için boğuk bir sesle konuştum. "Anladım, beni özledin." Kollarını gevşetti hemen. "Ama mükemmel oyunculuğunu üzerimde kullanmazsan sevinirim."
Sahte bir azarlayıcı tavra büründü. "Oyunculuk falan değil küçük hanım, babayım ben baba! Hem de hayırsız bir evlada sahip bir baba!"
Kollarından çıkıp komik bir şaşkınlıkla suratına baktım. "Hayırsız demek! Görürsün sen hayırsız evladı!"
Çıkmak için arkamı döndüğümde babam kolumdan yakaladı. "Tamam tamam, şaka yaptım."
Kararsız ve biraz da tripli bir ifadeyle suratına baktım. "Tek bir şartla affederim."
Yan tarafındaki masasının ucuna hafifçe oturup kollarını bağladı. Kaşlarını çatıp, yüzümü dikkatle incelermiş gibi bir ifadeyle baktı. "Allah Allah. Ergenlikten çıktın sanıyordum ben ama... Demek ki araştırmalar yanılmamış, ergenlik yirmilerin ortalarına dek devam ediyormuş."
Surat asıp yine gidiyormuş gibi yaptım. "Sen bilirsin."
"Gel ya, şaka yaptım. Neymiş şartın?"
Yüzümde hınzır bir sırıtışla hemen geri döndüm. "Akşam aile yemeği."
"İki güzel hanımefendi ile yemek mi?" Ellerini omuzlarıma koyup bana doğru eğildi. "Bu anca ödül olur bana." Ben gülerken beni ters tarafa çevirip, bu sefer de arkamdan tuttu omuzlarımı. "Hadi hemen gidelim!"
Odadan çıkarken, "İyi ki oyuncu olmak falan istememişiz," dedim.
"Dünyanın en kötü oyuncuları olurduk," dedi babam, bana katılarak.
Aslında yemek saatine daha vardı ama erkenden Lullaby'a gittik. Annem bizi gördüğünde işini bırakıp hemen yanımıza geldi. O ışıldayan gülümsemesiyle, "Açelya? Yanındaki yakışıklı bey de kim?" dedi oyunbaz bir cilveyle.
'Ne kadar da tiyatro sever bir aile' diye geçirdim içimden ama dışımdan söylemedim. Şu an birbirlerine kur yapmalarını bozmak hayatta en son isteyeceğim şeylerden biriydi.
Babam annemin elini tutup bir centilmen gibi öptü. "Can ben. Bu muhteşem güzellikteki hanımefendinin adını öğrendikten sonra dünyanın en şanslı adamı diye hitap edebilirsiniz bana."
Ah! Birbirlerine bal gibi de âşıklardı işte. Boşandıklarından beri –ilk ayları saymazsak- gayet güzel anlaşıyorlardı. Evliyken alıp veremedikleri ne vardı anlamıyordum.
Gülüşerek her zaman oturduğumuz masaya geçtik. Lullaby'ın bahçesi, kış bahçesine dönüştürülmüştü. Çiçekler yerini kış bitkilerine bırakmış, dekorasyon kışa uygun olarak değiştirilmişti. Henüz tam olarak kış geldi denemezdi ama havalar kışı aratmıyordu. Bu sene değişiklik biraz erken yapılmıştı. Ben Lullaby'ı yazın ayrı, kışın ayrı seviyordum.
"Sınav nasıl geçti?" diye sordu babam, oturur oturmaz. Sormakta geç bile kalmıştı.
Babamın derslerime annemden çok daha fazla ilgi gösterdiği kesindi. Annem için hayatta dersten daha önemli şeyler vardı. Babam içinse benim yaşımda dersten daha önemli bir şey olamazdı.
"Ben de ne zaman soracaksın diye bekliyordum. Bayağı geç kaldın bu sefer."
Babam elimi tutup yumuşak bir ses tonuyla konuştu. "Seni sıkmak istemiyorum ama artık sonuna geldik Açi. Bu sene çok önemli senin için."
Sanki her sene aynı şeyi söylemiyormuş gibi...
"Sınav gayet iyi geçti. Emin olamadığım birkaç soru var yalnızca."
"Tam da senden beklediğimiz gibi," dedi annem ve hemen sonra konuyu değiştirdi.
Her zamanki gibi keyifli bir yemeğin ardından annem bizi kapıya kadar geçirdi. "Beni özleyecek misin?" diye sordum, ona sarılıp kafamı göğsüne yasladığımda.
Başımın üstünden öptü. "Tabii ki özleyeceğim."
Babam da uzaktan vedalaştıktan sonra oradan ayrıldık.
Babamın evine gittiğimizde, çoğu zaman yaptığımız gibi film izlemeye karar verdik. Mısır ve içecekleri ayarlamak babamın, film seçmek benim görevimdi. Birlikte eski filmleri izlemeyi seviyorduk.
"İndiana Jones?" diye seslendim mutfaktaki babama.
"Daha önce iki kere izlemedik mi onu?"
"Evet, ama uzun zaman geçti."
"Tamam o zaman."
Babam hazırladıklarını getirdiğinde koltuğa kurulup filmi başlattık. Bu sakinliğe, alışılmışın rahatlığına ihtiyacım vardı.
Yarım saat kadar sonra telefonuma mesaj geldi.
Kaan: Savaşta son durum ne?
Aptal bir sırıtışla okuduktan sonra aynı şekilde cevap yazdım.
'Bil bakalım hiç başlamamış bir savaşta bile kaybeden tarafta olmayı başaran kişi kim? Doğru! Ben! :)'
Hemen mavi oldu. Yazıyor...
Kaan: Pes mi ettin?
'Sanırım en doğrusu bu.'
Kaan: Bu kadar çabuk mu?
Cevap vermeden önce bir süre ekrana bakıp düşündüm. Kafamı karıştırmıştı.
'Sence ne yapmalıyım?'
Kaan: Ne yapmak istiyorsun?
Ne mi yapmak istiyordum? Melis'i mahvetmek tabii ki...
'Yapmak istediğim şeylerin peşine düşmüyorum uzun zamandır.'
Kaan: Neden kendini reddediyorsun peri? Sen bir savaşçısın.
Kaan: Sonra yine konuşacağız bu konuyu.
'Kendine dikkat et.'
Kaan: Sen de peri.
Çevrimdışı.
Kaan'ın mesajından sonra bir süre filme odaklanamadım. Yalnızca boş boş ekrana baktım. Kaan'ın hayatıma girdiğinden beri yaptığı en iyi şey buydu sanırım. Bir anda ortaya çıkıp kafamı allak bullak ediyordu. Kendim olmamı, olduğum gibi olmamı, içimdeki savaşı bitirmek istediğini biliyordum. Bunu ben de istiyordum, hem de her şeyden çok.