ANKA KIZ (ASKIDA)

By sevval_1_nazli

332K 23.2K 17.5K

#1 Kehanet #23 Bilim Kurgu #2 Anka #13 Tarihsel Anka, Anka Kuş, Anka Ölüm ve Anka Kız bu isimler sadece tek b... More

BİLGİLENDİRME
1. Bölüm (DÜZENLENDİ)
2. Bölüm (DÜZENLENDİ)
3. Bölüm (DÜZENLENDİ)
4. Bölüm (DÜZENLENDİ)
5. Bölüm (DÜZENLENDİ)
6. Bölüm (DÜZENLENDİ)
7. Bölüm (DÜZENLENDİ)
8. Bölüm (DÜZENLENDİ)
9. Bölüm (DÜZENLENDİ)
10. Bölüm (DÜZENLENDİ)
11. Bölüm (DÜZENLENDİ)
12. Bölüm (DÜZENLENDİ)
13. Bölüm (DÜZENLENDİ)
14. Bölüm (DÜZENLENDİ)
15. Bölüm (DÜZENLENDİ)
16. Bölüm (DÜZENLENDİ)
17. Bölüm (DÜZENLENDİ)
18. Bölüm (DÜZENLENDİ)
19. Bölüm (DÜZENLENDİ)
20.Bölüm (DÜZENLENDİ)
21. BÖLÜM PART 1 (DÜZENLENDİ)
22. BÖLÜM PART 2 (DÜZENLENDİ)
23. BÖLÜM (DÜZENLENDİ)
24. Bölüm (DÜZENLENDİ)
25. Bölüm (DÜZENLENDİ)
27. Bölüm (DÜZENLENDİ)
28. Bölüm (DÜZENLENDİ)
29. Bölüm (DÜZENLENDİ)
30. Bölüm (DÜZENLENDİ)
31. Bölüm (DÜZENLENDİ)
32. Bölüm (DÜZENLENDİ)
33. Bölüm (DÜZENLENDİ)
34. BÖLÜM PART 1 (DÜZENLENDİ)
35. BÖLÜM PART 2 (DÜZENLENDİ)
36. Bölüm (DÜZENLENDİ)
37. Bölüm (DÜZENLENDİ)
38. Bölüm (DÜZENLENDİ)
39. Bölüm (DÜZENLENDİ)
40. Bölüm Sezon Finali
⛔DUYURU⛔ HERKES OKUSUN LÜTFEN⛔
Anka Kız 2

26. Bölüm (DÜZENLENDİ)

5.2K 524 390
By sevval_1_nazli

Düzeltilme tarihi; 06.09.2020
Instagram adresi; p.phoenix_girl

⚔⚔⚔

İnsanların neden benden korktuğunu bir kez daha anladım. Gücüm çok büyüktü ve tehlikeli, bunu onca yıl nasıl kontrol ettiğimi artık sorgulamaya başlıyorum. Belki de artık gücümün sonuna kadar kullanmamı sağlayan çok sevdiğim arkadaşlarım olduğu içindi? Pek emin değildim açıkçası ve büyük ihtimalle şu an bu koridorda olmak saçma şeyler düşünmemi sağlıyordu.

Benimle birlikte diğerleri de revirin koridorunun duvarına yaslanmış Jesica'yı tedavi eden doktorun dışarı çıkmasını bekliyorduk. O Alişya adında ki minyon kızla olan dövüşünden sonra Jesica'nın kırılan kemikleri hemen iyileşmemişti bunun nedeni ya çok aç olmasından ya da çok sayıda hasar aldığından iyileşmesi fazla uzun sürmesiydi. Büyük ihtimalle çok fazla yara aldığı için iyileşemedi ve bu durum gerçekten şok ediciydi.

Erica'ya antrenman alanında bizzat sormuştum onları ve bana ergen bir grup olduğunu açık açık söylemişti ama Jesica'yı neredeyse yerden yere vuran o minyon kız bana göre hiçte ergen bir kurt gibi değildi. Alişya denilen kurt kız bana bile meydan okuyabilmişti ki bu genel bir durumdu niyeyse gelen geçen bana meydan okurdu ancak kızın duruşu ve hissettiğim o yoğun güç gerçekten çok baskındı. Benim gibi değildi daha çok Alişya, Chris ve kardeşi Clark'ın birleşimi gibi bir şeydi.

"Ciara! Millet Jesica nasıl iyi mi?" dedi merdivenlerden ikişer ikişer inen Chris ve hemen arkasından da onu takip eden arkadaşları telaşla geliyordu. Yanlarında kızıl saçlı fazladan bir kafada görmek artık alıştığım bir durum olduğu için sadece bakmakla yetindim. "Doktor hala içeride durumu nasıl bilmiyoruz." Benden önce somurtarak cevaplayan Stephanie omuz silkerek başını duvara bastırdı. Yanıma gelen Chris kaşlarını yukarı kaldırarak bana şaşkın şaşkın bakıp bir şeyler dememi bekledi ama ne bekliyordu ki? Yapabileceğim bir şey yoktu bu Jesica'nın güçsüzlüğünden ve rakibini çok küçümsemesinden olan bir tahlilsizlikti.

Ben ne kadar güçlü olsam da asla rakibimi küçümsemezdim ayrıca anlaşılan arkadaşlarım bizim gibi Kurt Okulundan gelenleri iyi analiz edememişlerdi ki bu da bizim haneye fazladan bir eksi ekliyordu. "Siz nereden geliyorsunuz? Derste miydiniz?" dedi hemen karşımda yerde oturan Bill, kızarmış gözlerini görmeyelim diye başını öne eğmişti fakat bunu herkes eminim ki görebiliyordu. Durumu çaktırmamak için olsa gerek Oll seslice boğazını temizleyip "Tarih dersindeydik dövüşü duyar duymaz buraya geldik." dedi alttan alan sakin bir tavırla anlaşılan eski haline en sonunda dönebilmişti.

"Bay Nick döndü mü?" dedim istemeden meraklı bir tavırla ve evet biliyorum bu durumda sormamam gerekiyordu belki ama Nick'in babasıyla biraz daha zaman geçirmesini isterdim. Bu sefer Oll kaşlarını yukarı kaldırıp ağzını bir süre açıp kapadı sonra gözlerini kırpıştırarak "Hayır Bay Nick bugün izinli onun yerine başka bir öğretmen geldi." dedi ve hala anlamsız gözlerle bana bakmayı sürdürdü. Bu durumda sormamı anlamamışlardı çünkü onlara daha Nick ve babası olan en yakın arkadaşım Abros'u anlatmamıştım. Anlatacak pekte zamanım olmamıştı ama her neyse şu an durumlar zaten karışıktı ve anlatılacak çokta önemli bir şey değildi(!)

Alt tarafı yüz yıl önce ölen arkadaşımı geri diriltmiştim! Ne var ki bunda?

Bana göre hiç geçmeyen saniyelerin ve dakikaların ardından revirin çift kapılı geniş kapıları gıcırtı eşliğinde açıldı. Herkesin gözleri benimde dahil olmak üzere kapıdan çıkan genç beyaz önlüklü ve genç olmasına rağmen saçlarına aklar düşen erkek büyücüye döndü. "Merhaba çocuklar siz Jesica'nın arkadaşlarısınız sanırım?" dedi görüşünün aksine fazlasıyla ince olan sesi tek kaşımı kaldırmamı sağlarken bu adamda ki her şeyin fazla ters olduğunu fark ettim.

"Evet, bende ikiziyim. Onu görebilir miyiz acaba?" diyerek büyücünün hemen önüne geçen Erica'nın ardından bende yerimi alarak tuhaf görünüşlü büyücü doktora baktım. Yüzünde ki gülümseme içten bir şekildeydi fakat gözleri hüzünlü bir şekilde bize bakıyordu. "Maalesef ikizin fazla güç kaybetmiş ona ilaç takviyesi ve biraz da kan verdik şu an uyuyor. Akşama kadar da uyanmaz." dedi ince dudaklarını sarkıtarak ve büyücü doktor hepimize bakıp uzun saçlarını iç çekerek geriye attı. "İsterseniz arkadaşınız uyanana kadar bekleyin ancak çok fazla kişiyi revirin önünde istemiyorlar yani sadece birkaç kişi olursanız sevinirim." İçten bir gülümseme eşliğinde geçmiş olsun dileyerek revirin içerisine tekrar giren doktorun ardından Erica derin bir iç çekti.

Elimi omzuna koyup destek olmak amaçlı sıkarken aklımda dönüp duran konunun bahsini açmamak için alt dudağımı sertçe ısırdım. Ancak her zamanki gibi vurdumduymazlığı üzerinde olan Stephanie sinirle duvarı tekmeleyip "Hani onlar bir grup ergendi?! Nasıl oldu da Jesica'yı yerden yere vurdu o minyon kız? Ciara yoksa büyü falan mı yaptılar bir hile mi yaptılar?" dedi ve tekrar duvara tekme atıp sırtını sertçe duvara bastırdı. Kızgın olduğu çok açıktı ve mavi gözleri direkt benim ve Erica'nın üzerindeydi.

Jesica ile yeni tanışmasına rağmen hemen kaynaşmaları ilk başta beni mutlu etmişti fakat şu an hiçte mutlu değildim. Her ne kadar o kurt grubunun bende Stephanie gibi hile yaptığını düşünsem de dövüş esnasında arenayı kontrol etmiştim her hangi bir büyü gücü yoktu. Başımı istemeye istemeye olumsuz anlamda sallarken merdivenlerden kıvırcık arkadaşım Emmy nefes nefes koşturarak yanımıza geldi. Elinde ki soğuk sular yemekhaneye gittiğinin göstergesi olarak yanımıza geldiğinde anında Jesica'yı sordu. Benim yokluğumda onlarda iyice kaynaşmıştı.

Bill saçlarını karıştırıp yorgun bir tavırla Emmy'nin elinde ki sulardan birini aldı ve "Doktor az önce çıktı şu an uyuyormuş, akşama kadar da uyanmazmış ama durumu iyi sanırım." deyip ondan beklemediğim bir centilmenlikle Emmy'nin elinde ki diğer suları alarak revirin koltuklarından birinin üstüne koydu. Emmy şaşkın suratını gizleyemeyerek Bill'e bön bön baktığında aralarında ki saçma bakışmayı Mack böldü. "Doktorun dediğini yapıp bir kısmımız gitse mi acaba?"

Bakışları Chris ve arkadaşları üzerinde dolaşırken Chris bunu fark edip yüzünü asarak bana döndü. "Ciara seninle bir şey konuşmamız gerekiyordu biraz bizimle gelebilir misin?" sesi önemli bir şey konuşacağını belirten bir tonda çıktığında kaşlarımı kaldırdım fakat Chris başını iki yana sallayarak aşağı inen merdiveni işaret etti.

Gerçekten önemli bir şey olmalı ki arkasında ki üçlü de değişik değişik hareketler yaparak merdiveni gösteriyordu. Bu hallerine göz devirip Erica'dan izin isteyerek bakışlarımı ona çevirdim, Erica da bana göz devirerek eliyle kışkışladı. "Önemli bir şey olmalı Jesica ve ben sorun etmeyiz git sen." dedi ve tekrar kışkışlayıp mavi duvara monteli koltuklara kendini attı.

Yorgun ve bitkin olduğundan eminim hatta beş dakika sonra uyuyacaktı bu yüzden bir şey demeden Chris ve diğerleriyle aşağıya inen merdivenlere doğru ilerledim benim ardımdan homurdana homurdana Stephanie geliyordu. Onu fark eden Serina yüzünde pişkin bir gülümsemeyle bakarak, "Tatlım yalnız seni çağırmadık sen nereye geliyorsun acaba?" dedi kıkırdayarak ardından Stephanie de onun gibi sırıttı. "Sizinle geleceğimi kim söyledi acaba?"

Mavi gözlerini devirerek yanıma yaklaşıp diğerlerini tamamen görmezden gelerek "Caterina'nın yanına gidiyorum olayları anlatacağım belki o yaşlı bunak bir şeyler biliyordur." dedi başımla onu onaylayıp omuz silktim o da küt saçlarını olabildiğince savurup önümüze geçerek ilerledi. Onun arkasından Serina yüzünü buruşturup "Caterina da kim?" dedi ve sanki bu ismi daha önce duymuş gibi kaşlarını kaldırarak yüzüme inanmaz bir şekilde baktı. "Çarşının orada ki Cadı kadından bahsediyor olamaz değil mi? Siz yokken onu görmeye gittim belki bilgi alırım diye ama beni içeri almamıştı. Onu niye alsın ki?"

Bunu demesiyle diğer üçlü de bana kaşlarını çatarak bakıp meraklı bakışlarını attılar. Bir yandan merdivenleri inerken bir yandan da gülmemek için kendimi kasıyordum keşke Stephanie de bu hallerini görebilseydi!

"Çünkü Caterina onun büyük annesi!" Gülerek söylediğim kelimeler Serina da bomba etkisi yaratmış olmalı ki elinin tersiyle alnını tutup kendini James'in kollarına doğru bıraktı. James ve diğer iki melez ne olduğunu bilmiyorlardı ancak Caterina Winta'da ki sayılı güçlü cadılardan biriydi ve gerçekten çok seçici biridir. Ona ilk gittiğimde yaşadığım asansör faciasını asla unutamazdım!

Caterina'nın bu seçici davranışları tüm cadılar arasında bilindiğinde onu kıymetli bir elmas gibi yapıyordu ki Caterina'nın görünüşünü daha doğrusu o değişik yeşil gözlerini düşünürsek elmastan daha çok bana yeşim taşını andırıyordu.

(Caterina yaşlı hali)

(Caterina genç hali)

⚔⚔⚔

Doğrusunu söylemek gerekirse bundan iki ay önce biri bana bu dörtlü ile okulun sağ tarafında kalan gür koruda sessiz sakin yürüyeceğimi söylese ona sadece gülerdim. Ancak şu an aynı o durumdaydım. Okulun sağ tarafında Saray ile okulu ayıran gür koru da sessiz sessiz ilerliyorduk. Nereye ve neden gittiğimi bilmemem beni tedirgin etse de artık bir şey saklamadığımdan eskisi kadar diken üstünde de durmuyordum. Koru iyice sıklaşıp Sarayın uzun görkemli kuleleri iyice netleşirken daha fazla dayanamayıp olduğum yerde durdum.

"Ya biz nereye gidiyoruz? Piknik falan mı yapacağız ne yapacağız bir şey söylesenize!?" Her sesim yükseldiği çıkan aksanlı sesim tekrar kulağıma dolarken artık buna alıştığımdan yadırgamadım ve olduğum yerde kollarımı göğsümün altında birleştirip sol ayağımı cevap beklercesine çimlere vurmaya başladım. Chris, James, Oll ve Serina tam karşımda benim bu duruşum karşısında yutkunup ne yapacaklarını bilemez şekilde birbirlerini süzdüklerin de tek kaşımı kaldırarak onlara en sert bakışımı attım.

Saraya fazla yaklaşmamız ve onların benim Krallıklarda en çok aranan Anka Kız olmamı bilmeleri beni tabi ki de işkillendirmişti. Ben çabuk güvenen biri değildim, güven problemi daha önce yaşamamış olmama rağmen Dünya'da ki en güçlü canlı olmam beni istemeden güvensiz hala getirmişti. Bu durumdan çokta şikayet etmiyordum açıkçası sonuçta normal sıradan biri olsam da eminim herkese her şeyi anlatan biri olmazdım.

"Açıkçası şey, biz düşündük ki belki bize bir konuda yardım edebilirsin?" dedi canı sıkkın bir tavırla James ve ondan beklemediğim bir şekilde yorgun ayrıca bitkin durmasını da yeni fark ediyordum. Normalde capcanlı bakan yeşil gözleri şimdi solmuş gibiydiler. Oll de James'e hak vererek başını sallayıp yaklaşık 6 metre uzağımızda olan Sarayın bahçe kısmını gösterip "Bunun pek hoşuna gitmeyeceğini biliyoruz fakat artık herkesin eli kolu bağlandı ne yapacağımızı bilemedik." dedi sinirli bir tavırla ve hepsini bu kadar ciddi görmek gerçekten ilginçti yani sonuçta bir günde ne olmuş olabilir ki?

"Tamam buraya kadar geldim zaten söyleyin artık!" Duruşumu biraz daha dikleştirip doğruca Chris'in kırmızıyla siyahın uyumu olan gözlerine baktım. Kırmızı noktalar siyah gözlerine işlenmiş aramızda ki mesafeye rağmen belli olurken Chris en sonunda derin bir nefes alıp ellerini saçlarını yolarcasına geçirdi. "Hani okula geldiğimiz ilk gün sana saldıran elfler var ya aslında Sarayda ki özel birlik onların burada olduğunu biliyormuş ve neden geldiklerini anlamak içinde ülkeye girdiklerinde yakalamamışlar." Chris durup bana baktığında ben çoktan alt dudağımı dişlerimle kemirmeye başlamıştım. "Elfler bir süre sonra özel birliğe izlerini kaybettirmişler ama sonradan seninle olan dövüşlerinde tekrar yerlerini bulabilmişler. O gün elflerin hepsini canlı yakalayıp konuşturmak için hücreye atmışlar. Sorun şu ki elflerin hiçbiri konuşmamış..."

Tek kaşımı kaldırarak Chris'e doğru bir iki adım atıp kollarımı şaşkın bir şekilde iki yana açtım. "Tamam güzel işte konuşup benim gerçek kimliğimi ötmemişler, sorun bunun neresinde tam olarak?" dedim hala şaşkın bir tavırla ve Chris'ten beklediğim cevabı Serina homurdanarak verdi. "Çünkü dün akşam hepsi hücrelerinde ölü bulundu. İlk başta birbirlerini öldürdüklerini düşündük ancak hepsi ayrı ayrı ölmüş gibi gözüküyor ve nasıl olduğuna dair tek bir ipucu bile yok." İki elini gelişi güzel sallarken sinirden ve uykusuzluktan olmalı ki derin derin iç çekti. Anlattığı şeyle yüzüm hızla değişmiş şaşkınlıktan kızgınlığa geçiş yapmıştı nedeni ise çok açıktı! Elfler bizim Krallığımıza giriş izinleri var ve herhangi bir sorun çıkarmadıktan sonra onların Winta da öldürmemiz veya cezalandırmaya hakkımız yoktur. İlk başta onlar bize saldırmış dahi olsa bizde yaralanan tek bir kişi bile yoktu olsa bile onları cezalandırmadan önce kendi Krallıkları Stial'e haber verilmeliydi.

Karşımda ki dörtlüye baktığımda ise yoğun bir endişe ve bıkkınlık vardı üzerlerin de bu tavırlarına bakacak olursak ölen elflerden Stial'in daha haberi yoktu. Bu onları da aşan bir durumdu hatta direkt Krallıkların tüm savaş antlaşmaları fes etmesini bile sağlayabilirdi. Yine de bu durum karşısında benim ne yapabileceğimi anlamış değildim...

James bakışlarımdan olayı çözemediğimi anlamış olacak ki ensesinde topladığı kısa saçlarının tokasını sıktı. "İşte asıl can sıkıcı nokta buradan sonra başlıyor. Sarayda ki konsey üyelerinden biri ölü olan elfler de ki ipucuyu çözebileceğini savundu ve bunun sonucunda da Kral seni bizzat çağırmamızı istedi." Olaylar kafamda çok hızlı bir şekilde çözülürken konseyde beni öneren kadının da kim olabileceğini az çok tahmin edebiliyorum. Yine de asıl olay bu değildi!

Dudaklarımı büzüp istemeye istemeye omuz silktim, "Ölen elflerden nasıl ipucu bulurum bilmiyorum sonuçta dedektif değilim ve ölüleri de diriltme özelliğim yok." aslında var olabilir sonuçta ölen arkadaşım Abros'u dirilttim ama nasıl yaptığım hakkımda en ufak fikrim yoktu yani eğer gerçekten böyle bir gücüm varsa bile nasıl kullanılacağını bilmiyorum. Oll beni onaylayarak başını sallarken James son bir çare işaret parmağı ve baş parmağını birleştirip ufacık işareti yaparak "En azından bir baksan konsey çok ısrar etti. Bir şey yapamasan bile kimse seni suçlamaz!" dedi ve yavru kedi gibi yeşil gözlerini büyülterek dibime kadar geldi.

Bu konu hakkında gerçekten yapabileceğim bir şey yoktu ancak böyle yorgun tiplerini görünce içim acımıştı. "Eee madem buraya kadar geldik bir bakalım ama cidden bir şey bulacağımı sanmıyorum. Ayrıca Bayan Dull'a söyleyecek iki çift lafım var!" dedim sahte bir sinirle ve hızlı adımlarla hepsinin önüne geçip büyük saraya doğru emin adımlarla ilerledim. Konsey de elflere bakmamı söyleyen konsey üyesi kesinlikle Bayan Dull'dı! Başıma ne geldiyse o kadının beni sürekli bir yerlere gönderme çabasından dolayı gelmişti.

"Oha Konsey üyesinin Bayan Dull olduğunu nereden biliyorsun?" James az önce ki gözlerini tekrar bana çevirdiğinde kıkırdamamı daha fazla tutmayarak elimi önemsiz bir şeymiş gibi salladım.

"Sadece tahmin. Sanırım Anka Kız olmamın diğer özelliği de fazla zeki olmam?.."

⚔⚔⚔

Altımızdan akıp giden akarsu okul ve sarayın tam arasından bir köprü gibi gelip geçiyordu. Saraya yaklaştıkça akarsuyun kulaklara nahoş bir etki bırakan sesi daha gürleşmiş ve etrafa değişik bir koku yaymıştı. Her adımımda huzur bulurken en sonunda Sarayın ihtişamlı bahçesine girebilmiştik. Bahçede bizi ilk karşılayan fıskiyeli havuz ve havuzun belirli yerlerine konumlanmış değişik siluetler de ki heykeller insanın gözünü kamaştırıyordu.

Doğrusunu söylemek gerekirse Winta yeni kurulan ve Kralının da pek köklü olmayan bir aileden geldiğini biliyordum ancak bunlara rağmen Winta da huzur ve adalet her yerdeydi. Yönetim biçimini kesinlikle beğendim ilk Krallardandı tabi diğerleri gibi beni aramasa daha da memnun olabilirdim.

Heykelli fıskiyeli havuzu büyük adımlarla geçtikten sonra karşımıza çıkan altın renginde ki merdivenler tam bir işkence olsa da merdivenlerden çıktıkça gördüğünüz o mükemmel manzara, doğruyu söylemek gerekirse, kesinlikle buna değerdi. Merdivenleri her adımımda akarsuyun etrafını saran ormanlık alan ve gökyüzü ile birleşmiş gibi duran çiçekli arazi çok muhteşem gözüküyordu. Yine de bunlara rağmen içimde bir yerlerde bir huzursuzluk hala hakimdi. Ne yapacağımı ya da ne yapmam gerektiğinden emin değildim ya istemeden elflerden birini diriltirsem?

Bu ciddi bir sorundu sonuçta böyle bir gücüm varsa daha onu kontrol etmeyi bilmiyordum ve lanet olsun ki böyle zamanlar da Kasta'yı arar olmuştum. Bana ihanet ettiğini düşünsem de bunların hepsini Marta'nın planladığını bilmek ona olan kızgınlığımı azıcık azaltmıştı. Çok değil azıcık...

James sinirle kendi kendine konuşup çıktığımız merdivenleri öldürecek gibi bakarak, "Ah bu merdivenler beni öldürecek! Ne vardı ki bu kadar basamağı yapmaya?!" dedi ve her basamağa daha sert basıp anladığım kadarıyla hıncını almaya çalıştı. Merdivenlerin bu durumdan şikayetleri olmadığı için James'in bu hareketine sadece gülmekle yetindim. Komik bir çocuktu daha çok şapşal gibiydi ve bu hareketleri bana Bill'i hatırlatıyordu.

"Söylenmeyi kes James, az kaldı." Serina da merdivenleri çıkmaktan yorulmuş olsa da James'i uyarmaktan da geri kalmamıştı. Ayrıca Serina işaret parmağı ile James'in arkasından pantolonunun kemir takılar yerlerine asıldığı da gözümden kaçmamıştı, ondan destek alarak ilerliyordu. "Pantolonuma biraz daha asılırsan birazdan burada hiç hoşlanmayacağınız görüntüler görebilirsiniz!"

James sahte bir kızgınlıkla ona hala pantolonundan asılan Serina'ya bakıp giydiği pantolonu zıplayarak yukarı çekmeye çalıştı. Chris ve Oll ikisinin hareketlerine onaylamaz bir bakış atarken bense sadece gülümsemekle yetindim.

En sonunda uzun merdivenlerle olan sınavımızın sonuna gelip Sarayın altın işlemeli yaldızlı ve kalın kapısına gelebilmiştik. Bahçede olduğu gibi bizi bir çok heykel karşılarken aynı zamanda karşımızda iki askerde vardı. Giydikleri armalı üniformalar ve kemerlerinde çeşitli silahlarla tam karşımızda dikilmişlerdi, ilk beni gören askerler savunma pozisyonuna girdiğinde hemen arkamda olan Chris bir adım önüme geçti.

Askerler Chris ve diğerlerini gördüklerinde anında hazır ola geçip selam durdular. Bu hareketlerine ilk başta şaşırsam da bir şey demek yerine sadece izlemekle yetindim. "Rahat olun askerler Kralın emriyle birini getirdik, geleceğimizden haberi vardı." Chris'in bir anda kalınlaşan sesine mi şaşırsam yoksa askerlerin onu dinleyip kapıları sonuna kadar açmalarına mı bilemedim? Chris'in asker olduğunu biliyorum ama rütbesinin ne olduğunu hiç sormamıştım ayrıca kapıda ki görevlilere bakarsak sanırım rütbesi sandığımdan daha yüksek olabilir. Çünkü bildiğim kadarıyla Sarayın giriş kapısını koruyan askerler iyi eğitilmiş ve sadece belli önemli kişileri içeri almakla yetkililerdi.

İki kanatlı kapı gürültü ile açıldığında askerler bize tekrar selam verip başlarını eğerek sarayı işaret ettiler. Chris buna alışık olduğundan bir şey demeden direkt olarak içeri girdi hemen ardından da onu biz takip ettik. Sandığımın aksine sarayın içi dışı gibi ışıltılı göz kamaştırıcı değildi aksine daha loş ve sıradandı, genel olarak bulunduğumuz yerde bej ve kahverenginin uyumu sağlanmıştı. Işık olarak elmastan yere kadar uzanan bir avize vardı ancak etrafa sadece sarı bir ışık yaydığından giriş epeyce loş görünüyordu. Ayriyeten duvarlara asılmış tabloların kendilerine has beyaz ışığı ortamı az da olsa aydınlatıyordu ama dediğim gibi sarayın içi ile dışı bir değildi.

İşçilik olarak epey uğraşılmış olan bu saray her haliyle göz kamaştırıyordu. Bulunduğumuz giriş katının hemen ilerisinde ikiye ayrılan büyük merdivenler bizi selamlarken o merdivenlerden inen birkaç kalabalık insanı görmek istemsiz gerilmemi sağlamıştı. Onlarda güçlüydüm fakat arkadaşlarım benim gibi değillerdi bu yüzden sadece kendimi değil onları da düşünmem gerekiyordu. Merdivenlerden inen bir grup insanın hemen bir adım önlerinde ilerleyen kırmızı kalın pelerinli omuzları dik durabilmesi için konumlandırılmış demir işlemeli bir aparat ile dikkatlice yürüyen adam büyük ihtimalle Kraldı!

Sandığımdan daha genç görünen Kral uzun siyah saçlarının arasında Kral tacının daha küçüğü olan bir taç takmış gülümseyerek bizlere bakıyordu. Dümdüz uzanan saçları omuzlarının biraz aşağısında bitiyordu ve saçlarının arasında demet demet kırmızı tutamlar da vardı. Doğuştan mı boya mı olduklarını çözemesem de Kralın gelişiyle herkes referans için eğildiğinde bende eğilmek zorunda kaldım. Diğer hayatlarım da Kralların çok önüne çıkmıştım ancak daha önce hiçbir Kralın önünde referans yapmam gerekmemişti genelde zaten Krallar benden hoşlanmazdı bende onlardan tabi...

"Chris, James, Oll ve Serina! Sizi görmek ne güzel çocuklar, Krallıkta ki en güçlü gençleri sık sık görmek beni mutlu ediyor!" Kralın düzgün ve kadife gibi çıkan sesi beni etkisine aldığında ilk önce Chris daha sonra hepimiz başlarımızı kaldırdık. Kral tam ön çaprazımda duruyordu ve yakından gördüğümde daha genç gözüktüğünü söylemem gerek. Sesi gibi teni de pürüzsüz ve parlak gözüküyordu ayrıca gözleri de saçlarının aralarına işlenmiş kırmızılar gibi aynı renkte parlıyordu. "Kralım o mutluluk bize ait sizi böyle dinç görmek hepimizi çok mutlu ediyor." dedi Chris centilmen bir tavırla ve tekrar bir baş selamı verdi.

Bazen ağzı iyi laf yapıyordu bu çocuğun.

Kral kırmızı gözlerini hoşnut olmuş bir şekilde kısıp hepimizi süzdü ve en sonunda benim üzerimde durdu. Yüzümde kısaca durup beni baştan aşağı incelediğin de kıpırdanmamak için zor durdum ama neyseki gözlerini üzerimden çekip tekrar Chris'e döndü. "Bayan Dull'ın bahsettiği arkadaşınız sanırsam bu kız, ismini daha önce duymadım, bana bahşeder misiniz acaba?" dedi nezaketten hiç istifade etmeden ve gülümseyerek tekrar bana döndü. Yakın davranması tuhaf olsa da belli ki Chris ve diğerlerini çok yakından tanıdığı için böyle davranıyordu...

"İsmim Ciara Sayın Kralım ve evet Bayan Dull beni çağırmış ancak nasıl bir yarımda bulunacağımı maalesef bende bilmiyorum." dedim şimdiden işimi garantiye alarak ve Kralın yüzünde oluşan ifadeyi dikkatlice inceledim. Kaşlarını üzülmüş gibi çatıp dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı, "Evet Ciara bunun farkındayım amacım seni burada kullanmak değil ancak Bayan Dull senden bahsederken kendinden baya emindi bu yüzden şansımı bir denemek istedim. Elfler'in ölümü benim hatamdı böylesine büyük bir hatanın gözümden kaçması Krallığımız adına pek iyi olmadı." diyerek eliyle arkasında ki korumalara bir işaret yaptı. Korumalar işaretiyle anında uzaklaşırken Kral önümüze geçerek uzun saçlarını savurup ilerde ki karanlık koridora doğru yürümeye başladı.

Bu salonda ki loş ışıklar o koridoru aydınlatmaya yetmezken Chris tereddüt etmeden Kralın arkasından ilerlemeye başladı. Karanlık ve dar olan koridorda tek sıra halinde boylu boyunca bir süre ilerledik, duvarlar görebildiğim kadarıyla beyaz sade boyanmıştı ancak koridorda ilerledikçe burnuma rutubet ve küf kokusu ağır ağır doluşuyordu. Sanırsam hapishanelerin bulunduğu yere gidiyorduk ancak hapishane bölümünün bu kadar önünde bulunması fazla tuhaftı.

Doğruyu söylemek gerekirse geldiğimden beri her şey tuhaftı!

Bir kaç metrenin ardından önümde duran Serina duraksadı ona çarpmamak için bende durduğumda önümdekilerin ne yaptığını göremiyordum. Koridor ilerledikçe daraldığı için ve yeterli ışık olmadığından sadece bir kaç büyük kafa gözüküyordu. 10-15 saniyenin ardından kulaklarıma dolan 'tıkırt' sesiyle bir çeşit demirden olduğunu düşündüğüm kapı aralandı ve beklenmedik bir şekilde bulunduğumuz an hızlı bir şekilde aydınlandı. Beyaz ışık göz alırken ağır ağır yürümeye devam ettik, yine ve yine düşündüğümün aksine hapishane olarak kullanılan yer tamamen beyaz ve üst seviye teknolojili demirden kapılarla korunuyordu. Tuhaf...

Daha önce bir çok hapishane görmüştüm ancak bu kadar lüks görüneni ile ilk kez karşılaşıyordum. İlk olarak burada kötü bir koku yoktu ya da tutukluların bağırış sesleri, hatta geçtiğim bir iki hücrede ki tutuklular horul horul horlayarak uyuyorlardı. Çift ranzalı kalın yataklarda uyuyan tutukluların bulunduğu hücrede ayrıca bir tane de kapı vardı. Sanırsam o kapı tuvalet yerine açılıyordu ki bunu da ilk kez görüyordum!

Normalde hiçbir hapishane de böyle bir konfor yoktur çoğu yerde kova verip Krallar kendi bokların da boğulmalarını isterler fakat burada öyle bir şeyi istemedikleri çok açıktı. Ayrıca gayet büyük olan bu hapishane de hücrelerin çoğunun boş olduğunu da söylemem gerek neden bilmiyorum, belki Winta Krallığında çok suç işlenmiyordu ya da bilmediğimiz başka bir hapishane de olabilir?

"Evet geldik! Normalde ölü Elfleri onurlandırmak için hücreden çıkarttıracaktım lakin senin geleceğinden ötürü hiçbirine dokundurtmadım." Kralın kadife gibi sesi hapishanenin duvarlarında yankılandığında bir kaç hücreden homurdanma dolu sesler çıktı fakat onun dışında bir ses işitmedim. Burada olduğumuzu biliyorlardı, belki neler olduğunu bile biliyorlardı ancak sonuçta onlar suçluydu ve Kral sanırım onlara henüz sormaya tenezzül etmemişti.

Kralın kırmızı gözlerini üstümde hissediyordum ama ona bakmak yerine direkt ölen elflere gözümü diktim. Ne bulacağımdan emin değildim ve elflere çokta yaklaşmak istemiyordum ama içimden bir ses hücrelere girmem gerektiğini fısıldıyordu. İşte tamda böyle zamanlar da Kasta'yı çok arıyordum, şimdi ne yapmam gerektiğini o söyleyebilirdi. Belki burada olsa bana kaçmam gerektiğini bağırırdı?

Sessizliğin içinde ki huzursuzluk bedenimi ele geçirirken uzun adımlarımla beraber karşımda olan hücreye girdim. İki elf diğer hücrelerde olduğu şekilde ranzalarda yatıyordu, birinin kolu yatakta aşağı sarkmış ve morarmaya çoktan başlamıştı. Kokmuyorlardı fakat ranzanın altında yatan elfin kulakları çoktan çürümeye başlamıştı, hızlıca üst ranzada yatana baktım. Onunda sivri kulakları çok önceden çürümüştü.

Beynimde düğümlenmiş karmakarışık ipler bir şimşek etkisi gibi çözülürken gözlerimi şaşkınlıkla açıp hücreden hızlıca çıktım. Yanda ki hücreye koştururken Kral kaşlarını kaldırmış bana ayak başı olmamak için bir adım gerilemişti. Yan hücrede ölen elflerden biri yerdeydi diğeri de yatakta yatar pozisyondaydı ve ikisininde kulakları çürümüştü. Kalbim hızlı hızlı çarparken korkuyla karışık şaşkınlıkla hücreden çıkıp direkt Kralın gözlerinin içine baktım.

Diğer ölü elflere bakmama bile gerek kalmamıştı, neden öldüklerini anlamıştım ama bunu dile getirmek benim için bile çok zordu. Nereden başlayacağımı bilemeyerek bir süre diğerlerine baktım ve tekrar Krala döndüm. Resmen ağzım kilitlenmişti diyeceğim şeyler Krallık için önem arz ediyordu ama aynı şekilde benim içinde önemliydi ve anlattığım taktirde kendimi de açık edebilirdim. Bunu risk etmeyip Krala yalan söyleyebilirdim ama o zamanda Krallıklar arasında bir savaş olup arkadaşlarım zarar görebilirdi.

Kararımı vermem için zaman yoktu. Başımı olabildiğince dikleştirip Kralın şaşkın şaşkın bakan yüzüne döndüm. "Kralım bu elfler zehirlenmiş ancak zehir çok önceden verildiğini düşünüyorum. Elfleri zindana attıktan bir kaç saat sonra öldüğünü düşünürsek bu zehir onlarda en az 5 gündür vardır. İçlerinde onları yavaş yavaş öldürüyormuş, ya bunun farkındalardı ya da bu bildiklerini söylememeleri için yapılan bir çeşit önlemdi." Elbette ki doğruyu söylemiştim. Krallıklar arasında kopan bir savaşta arkadaşlarımın arada kalması en son isteyeceğim şeydi bu yüzden eksiksiz bir şekilde tahmini anlatmıştım. Kralda bundan hoşnut olmuş olacak ki yüzünde hafif bir tebessümle başını onaylayarak salladı. "Peki bunu nasıl anladın Ciara? Buraya senden önce bir kaç tıp uzmanı da geldi ancak onlar çözemedi?"

İşte tamda sormasından korktuğum soruyu sormuştu. 'Nasıl anladın?' işte bu soruya ne yanıt verirsem vereyim hep bir yerde açık kapı bırakmış olacaktım ve geçmiş yaşamlarımda öğrendiğim bir şey varsa asla açık kapı bırakmamalıydım. Kapı açıksa içeri girenleri asla ama asla tutamazdınız...

Serina bana bakıp bir adım öne atıldı ve başını eğerek "Kralım araya giriyorum ancak fark ettiyseniz elflerin kulakları bedenlerinden önce çürümüş bu da zehirlendiklerinin bir göstergesidir. Ciara ile birlikte bunu iki gün önce ailemin kütüphanesin de okumuştuk, elfler bize saldırdığında onlar hakkında öğrenebildiğimiz kadar çok şey öğrendik." deyip başını usulca kaldırdı, Kral elini çenesine götürüp yavaşça ovuşturdu ve başını tekrar onaylayarak salladı. Anladığını ve inandığını gözlerinde gördüğümde derin bir nefes vererek kızıl kafaya en içten gülümsememi gönderdim, az önce beni kurtarmıştı ve ona bu durumda borçlanmıştım.

Kral çenesini ovuşturduktan sonra elini düz olan saçlarına atıp tarak gibi aralarına geçirdi. "Demek zehir he! O zaman işler baya karışır ama olay bizden çıkmadığı için çok uğraştırmaz sanırsam zehrin ne tür olduğunu çözebilsek yeter." dedi daha çok kendi kendine konuşarak ve yanında duran Chris'in omzuna elini koyarak bana dönüp içten olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle baktı. "Her şey için teşekkürler çocuklar bu iyiliğinizi unutmayacağım gerçekten gelecek nesil çok zeki!"

Kral hepimize gülerken biz tekrar baş selamımızı verdik ve hapishaneden geldiğimiz yönde hızlıca çıktık. Beş dakika sonra tekrar loş ana salonda yerimizi aldığımızda Kralın etrafında dolaşan askerler tekrar gelmiş ve eski yerlerini almışlardı. Kralın neden onlarla hapishaneye gitmediğini anlayamamıştı sanırsam çok kişi olmamızı istemedi ya da belki hapishaneyi görmelerini istemedi?

Şöyle bir düşündüm de hapishanenin girişinde de hiçbir asker yoktu sadece şifre vardı ve o şifreyi de Kral girmişti. Hapishanenin herhangi bir yerinde de asker olmadığını düşünürsek acaba oraya girmelerine gerçekten izin mi verilmiyordu? Neden?

Kafamın içinde yeni sorular oluşurken Kral bizi zarifçe uğurlayıp biz kapıdan çıkana kadar arkamızdan uzun uzun el salladı. Bu durumda bile Kraldan şüphelenmiş olmam acaba beni paranoyak biri mi yapıyordu?

Kafamı düşüncelerimi savurmak amacıyla iki yana sallayıp James ve Serina'nın kavgaları eşliğinde uzun merdivenlerden inmeye başladık. Konuşmalar ve gülüşmeler eşliğinde okula ilerlerken beni takip eden kişinin amacını gerçekten merak ediyordum.

Bir salak mı? Yoksa her şeyi tuhaf olan Kral'ın adamlarından biri miydi?..

⚔⚔⚔

SON. Evet okuyucu aşklarım bölüm en sonunda gelebildi ki bu bölümü yazarken bir oradan bir buraya gidiyordum. Bir kaç kişi sorduğu için buradan tekrar söylüyorum.

Üniversite kaydım ve yurt işlemlerim için İzmir'e gittim. İstanbul'a döndüğümde ise hurra yeni eve taşınmaya başladık.

Bu bölüm sade gelmiş olabilir ancak her bölümde aksiyon olursa bu bir fantastik kitap değil aksiyon kitabı olurdu. Gerçi benim kitabım normal bir aksiyon kitabından bile, bence, daha aksiyonlu ama her neyse...

Ayrıca bölüm için 300 beğeni istiyorum okuyup direkt geçen vatandaşlar emek var burada EMEK!

Sizi seviyorum okuyucu aşklar!

BEĞENİ 300+   YORUM 300+

Continue Reading

You'll Also Like

KIYAMET - AV By Birol Özcan

Mystery / Thriller

8.6K 1K 35
O güne Kıyamet diyorlardı. Sonun en sonu.
KAYIP PRENSES By HBT

Historical Fiction

220K 16.6K 46
Kayıp bir prenses ve bir nefes yakınlığında olduğunu bilmeden, yıllardır onu arayan koca ülke. Kralın küçük bir hatası nelere mal olur? Bir zamanlar...
5.6K 503 37
Küçükken masalları cok severdim. Güzel prensesleri kötü ejderhalardan kurtaran yakışıklı prensler, küçük bir öpücükle prensesi uyandıranlar... Ama bü...
2.6K 136 9
Esselamun aleyküm arkadaşlar amacım doğru ve sahih bilgilerle size İslama dair bilmediğinız güzel hikayeler sözler bilgiler yayımlamak bu kitapta ki...