Kızıl Ay Doğuyor (BİR VAMPİR...

By denizimasya

254K 15.1K 438

(ASKIDA) Ölüme bu kadar yakınken, ölümün ete kemiğe bürünmüş haline aşık olmak ancak bir vampir hikayesine öz... More

KESİT
1. Bölüm UÇURUM
2. Bölüm Okyanus Gözlü Adam
4. Bölüm Bir yemeğe çıksak?
5. Bölüm Sinir Kontrolü
6. Bölüm Geçmiş
7. Bölüm Hırs mı büyü mü?
8. Bölüm Kitle
9. Bölüm Hisler
10. Bölüm Aptal
11. Bölüm (Alfa)
12. Bölüm
13. Bölüm (Her şey başa döndü)
14. Bölüm (Sanal alemde ki Elice)
15. Bölüm (Vampir kurulu)
16. Bölüm (Kanıtlayanilirim)
17. Bölüm (Sen bir vampirsin)
18. Bölüm (Rüya)
19. Bölüm (Sen bittin Justin)
20. Bölüm (Elice yaşıyor)
21. Bölüm (Uyanmak)
22. Bölüm (Kurtların Alfası)
23. Bölüm (Kader tekrar yazıldı)
24. Bölüm (Canımlasın)
25. Bölüm (Kızılay)
26. Bölüm (İsyan)
27. Bölüm (İsyan taktikleri)
28. Bölüm (Panzehir)
29.Bölüm (Sen bir kurtsun)
30. Bölüm (Vampir Alexandra)
31. Bölüm (Düello Başlasın)
32. Bölüm (Mine Çiçeği)
33. Bölüm (Doğumgünü)
34. Bölüm (Alfa kızılderililer)
35. Bölüm (Düşman)
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
KARAKTERLER HAKKINDA...
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm (Acı)
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm (Savaş Alanı)
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm (Savaş Yolculuğu)
76. Bölüm (Final)

3. Bölüm Okulda ilk gün...

8.8K 465 20
By denizimasya

Aradan koca bir hafta geçmişti. Adrian beni hiç aramamıştı. Numaramı boşuna vermenin pişmanlığıyla da sinir olmuştum. Muhtemelen numaramı alıp alamayacağını test etmişti. Amacını tam kestiremiyordum ama elimde olmadan içimde bir hayal kırıklığı besliyordum. Aptallık etmiştim. Neden arasındı ki? Beni gördüğünde terden ve çamurdan ibarettim. Hem eminim görüşebileceği bir çok kız vardı.

Muhtemelen çapkınlık peşinde koşturan bir adamdı. Kızların numaralarını alıp alıp belki de arkadaşlarına veriyordu. Oysa amacım etkileyici olabilmekti. Ama yanılmıştım. Nasıl etkileyici olabileceksem, adamı o kadar terslemiştim. Neden benimle görüşmek istesin ki? Zaten bugün okula başlamam gerekiyordu. Gardımı düşürüp hedeflerimi bir anlığına geri plana atmıştım. Evet, ben koca bir aptaldım.

Okul için hazırlanmaya başladım. Siyah eteğimi, beyaz gömleğimi giydim. Çantamı hazırlamayı unutmuştum. Al işte! Bak, boş yere vakit kaybediyordum. Saçlarımı rastgele bağlayıp hızlı bir şekilde çantama yöneldim. İçine bir kaç defter ve kalem yerleştirdim. Spor çantamı da aldım. Ders seçimlerini yapıp tekrardan sıkı bir program oluşturmalıydım. Ayrıca bu hafta uyku düzenimi yarım saatlik bir arayla alt üst etmiştim. Tamamen düzenimi değiştirmeliydim.

Odamdan çıkıp karşı odaya gittim. Alice her sabah servisle giderdi okula. Bizde genellikle Alex ile beraber giderdik arabayla.
"Alex hazır mısın?"
Seslendim ama duymamıştı. Odasına girdim. Hala uyuyordu.
"Alex okula geç kalacaksın kalk hadi!"
"Ben arabayla gelirim. Sen git!" Göz devirdim. Beni yürütmesi şart mıydı yani?
"İyi o zaman sen bilirsin." Dedim ve odasından çıktım. Sonra aşağı indim. Mutfağa girip su doldurdum. Suyu içtim. Bardağı tezgâha bırakıp kapıya yöneldim. Ayakkabılarımı giydim. Ve evden çıktım. Gözlerim kol saatime kaydı, geç kalıyordum...

Yürümeye başlamıştım ki Adrian geldi bir hafta sonra. Motoruyla yanımda durdu. İnanamıyorum gelmişti! Ne diyecekti ki acaba?
"Hey! Okula mı gidiyorsun?" Evet, gerçekten süper bir cümle olmuştu bu söylediği. Ne bileyim? Hiç değilse bir selam deseydi ya.
"Sizi tanımıyorum. Bir hafta falan görmemiş olabilirim." Dedim şakayla. Buna gülerken aslında mahçup olmuş bir yüz ifadesi vardı.
"Ben özür dilerim. Seni ihmal ettim. Hadi arkama bin. Seni götüreyim." Her ne kadar ona kızmış olsamda yüzünü görünce içim yumuşamıştı.  Yine de, "Neden?" diye sorup imalı bir bakış attım. Sanırım buna 'naz yapmak' diyorlardı.
"Sadece telafi etmek istiyorum. Lütfen..." Her ne kadar bu nazlı konuşmayı uzatmak istesemde geç kalıyordum. Belki bunu sonraya erteleyebilirdim.
"Tamam." Bagajdan kaskı ve montu alıp giydim. Sonra arkasına bindim.
"Nerde okuyorsun?"
"Yopyangir lisesi." Dedim. Arkasını dönüp şaşkınca baktı.
"Gerçekten mi?"
"Evet. Neden?"
"Yok, bir şey." Dedi. Önüne döndü. Omuz silktim. Motoru sürmesiyle korkudan ona sarıldım. Kıkırdadığını duyabiliyordum.

***

Okulun önünde durduk. Arkasından indim. Sonra montu ve kaskı bagaja bıraktım.
Tam ona veda etmeye hazırlanıyordum ki o da bıraktı kaskını ve montunu. Şaşkınca ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. O neden inmişti ki?
"Sen neden indin?"
"Şu okulun sağ tarafındaki binanın ne olduğunu biliyor musun?" Gözlerim yanda ki binaya döndü. Kimsenin yaklaşmadığı o efsanevi bina.
"Dövüş ve askeri eğitim binası." Dövüş eğitimlerinin verildiği askeri bir binaydı. Sadece erkek dövüşçülerin olduğu söyleniyordu. Ve neden liselilerin yanında ki bina oluğunu anlamıyordum.
"He! İşte ben orada öğrenciyim. Okul çıkışında seni arayacağım." Dedi. Ve gitti. Ne yani? Okullarımız yan yana mıydı onunla?
Arkasından yetişip kolundan tuttum. Bana döndü.
"Ciddi ciddi bu okulda okuyorsun yani?" Dedim şaşkınca. Gülümsedi.
"Evet. Bu kadar şaşmamalısın. Aynı kasabadayız." Dedi ve gitti. Arkasından okula girişini izledim...

ADRİAN:

Dişlerim kamaşıyordu. Elice'nin kan kokusunu derisinin altından bile alabiliyordum. Onu ısırmaktan ve öldürmekten, ona zarar vermekten o kadar çok korkuyordum ki bir hafta onu aramaya çekinmiştim. Bunun yerine onu hep uzaktan izlemiştim. Yanına her gitmek istediğimde ise kendime engel olmak için mine çiçeği kokusunu hatırlamaya çalışmıştım. Aklımı meşgul tutmak için motorumla ilgilenmiş, hatta baştan sona temizleyip tamir etmiştim. Ama okul günü geldiğinde fark etmeden tekrar yanına gitmiştim. Bu sefer evin önünden geçip gitmeyi düşünürken kapıdan çıkan Elice ile göz göze gelmiştik. En sonunda tüm irademi ve gücümü kullanıp onunla konuşmuştum. Ondan uzak durmam gerekiyordu, biz vampirlerin insanlarla görüşmesi pek doğru değildi.
Her şeyiyle beni kendine çekiyordu. Onu biraz daha tanımak istesem de kanının kokusuna karşı koymak hiç kolay değildi. Kendimi sürekli kasıyordum. Hatta çoğu zaman farkında olmadan umursamaz ve kaba davranabiliyordum. Ben bir vampirdim. Safkan olmaya çalışan bir vampir. Kızılay geldiğinde tüm irademle ve yüreğimle hazır olmak zorundaydım. Kızılay beni tamamen değiştirecek, bedenimi ve ruhumu güçlendirecekti.

Binaya girdim. Profesör beni bekliyordu.
"Profesör? Neden burada bekliyordunuz?"
"Seni beklediğimi aklımı okuyarak anlamıştın zaten!" Yamuk bir gülüşle karşılık verdim ona. Kızılay gününe kısa süre vardı. Bunun için antrenman ve bazı testler yapıyorduk. Bedenimi ve zihnimi güçlü tutmam gerekiyordu.
"Adrian. Seninle bugün bir test daha yapacağız. Bu kana karşı koyabilmekle ilgili olacak. Kana karşı koymazsan, insanlara zarar verebilme eğiliminde olursan, Kızılay seni layık görmeyecektir." Dedi. Başımı salladım. Bunun en iyi örneklerinden biri de Elice'ye aitti. Onun kanının kokusu beni korkutuyordu. Dişlerim kamaşıyor ve yüzümdeki damarların hepsi kan için atıyordu. Gözlerimin renginin değiştiğini fark etmemesi için sürekli ondan uzaklaşmaya çalışıyordum. Kızılay beni değiştirirse eğer, çok daha iradeli bir vampir olabilirdim. En azından artık bedenimin ve ruhumun bir canavarın benliği gibi yaşamasına engel olabilirdim.

Profesörün odasına girdik. Kapıyı kapattım. Ve profesörle dolabın arkasındaki gizli kapıdan içeri girdik. Asansöre binip aşağı indik. Asansörün kapısı açıldığında kurtboğan kokusunu aldım. Bu vampirlerin, kurtların her hangi bir saldırısına karşı korunması için kullanılıyordu. İçerde ki herkes, dövüş eğitimi, kana karşı koyabilme, sinir kontrolü ve gerekli diğer bilgilerin eğitimini alıyordu. Yan binanın zemin katında da kurtların eğitim yeri vardı. Ama orası da Mine çiçeği ile dolu olduğu için vampirler giremiyordu. Kurtlarla resmi olarak sadece yarışmalarda, yılda iki kez karşılaşıyorduk. Ama genelde kendi aramız da çekişmelerimiz de oluyordu. Pek anlaşabildiğimizi söyleyemiyeceğim. Bizden nefret ediyorlardı.

Profesör beni sadece aynası olan boş bir odaya getirip, kilitledi. Burası sanal alem odasıydı. Hayali kişiler ya da canavarlarla bile dövüşüyorduk burada. Mesela çok eskiden var olan Ejderhalar gibi. Ama yılın bugününde onların artık bulunmadığı biliniyor.

Profesörün vereceği gözlükleri bekledim. Onlar sayesinde kendimi gerçekten de başka bir dünyadaymışım gibi hissedecektim ve sınavımı olacaktım. Kim bilir beni ne bekliyordu? Profesör turuncu mercekli gözlükleri camın altından uzattığında elime aldım ve gözlerime yerleştirdim. Gözümde patlayan bir ışıktan sonra bambaşka bir yerdeydim. Tanıdık...

Karanlıktı, ay ortaya çıkıp etrafı aydınlatmıştı. Evlerle dolu olan caddenin kaldırımında yürümeye başladım. Bütün evler lüks ve bir o kadar da büyüktü. Her evin bir arka bahçesi olmalıydı. Hava oldukça aydınlık ve orman sadece bir iki kilometre uzaklıktaydı. Bir dakika! Burası Elice'nin oturduğu evin sokağıydı. Neden buraya gelmiştim ki?
Ben adımlarımı atmaya ve etrafı keşfetmişken karşıma çıkan kişi beni hayrete sokmuştu. "Elice, ne yapıyorsun burada?"
Cevap vermedi. İfadesiz bir şekilde yürümeye devam etti. Bende arkasından gitmeye başladım. Eve mi gitmeye çalışıyordu? Niye beni umursamıyordu? 
"Bana cevap vermeyi düşünüyor musun?" Dedim. Cevap vermedi ve yürümeye devam etti. Üstünde beyaz uzun kollu bir elbise vardı, etekleri dizinin biraz üstünde bitiyordu. Sırtına vuran dalgalı uzun saçlarına takıldı gözlerim. O kadar güzel bir kahverengiydi ki, yürüdükçe dalgalanıyor ve rüzgardan ara sıra burnuma değiyordu. Yalın ayaklarıyla ağır ağır evin sokağında yürüdü. Niye beni beklemiyor, cevap vermiyordu?

Tam ağzımı açmıştım ki yanımızdan bir araba geçti. Arka camından bir adam çıktı ve Elice'ye silahıyla ateş etti. Kolunun üç kısmından yaralanmıştı. Elice sesini bile çıkarmadan yere yıkılmıştı. Beyaz elbisesi hızlı bir şekilde koyu kan lekesiyle boyanmaya başladı. Kan kokusu o an bütün bedenimde dolaşıyor gibiydi. Tüm isteğimle kanı istemeye başlamıştım. Kaslarım geriliyordu. Göz bebeklerim kırmızı halini almış ve mor damarlar yüzümde belirmişti. Bu benim bile kendime bakmak istemeyeceğim vampir yüzümdü. İşte bu yüzden ona yaklaşmak istemiyordum.

Elice gözleri kapalı bir şekilde yerde öylece yatıyordu. Kaldırıma akan kan damlalarının yere düşme sesini büyük bir yankıyla duyabiliyordum. O ölebilirdi. Gerçekten ölebileceğini düşündüğüm için kendimi durdurmaya çalıştım ancak bu hiç kolay değildi. Vücudumun kasılmasıyla bir an ona saldıracak gibi oldum ama kendimi birkaç kez tokatlayıp sakinleştim. Öfke ve korkuyla bağırdım. Başımda toplanan o baskıyı ve uyuşmayı hissedebiliyordum. Onu nasıl kurtaracaktım?

Hemen yanına oturdum. Üzerine yattığı omzunu düzeltip yüzünü kapatan saçları kenara ittim. Ormanda bayıldığı gün geldi aklıma. Onu takip etmiş ve yeni avım olarak görmüştüm. Ama yanına yaklaşıp güzel yüzünü görünce onu orada bırakmıştım. Uyanmaya başladığını fark ettiğimde ise hemen ağaçların arkasına saklanmıştım. Beni görmemiş ve sonrasında uçuruma doğru gitmişti.
"Adrian." sesini duyduğum gibi kendime gelmiştim. Anılardan ve düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştım. Elice kan kaybından ölebilirdi. Onu kurtarmak zorundaydım.

Derin bir nefes aldım ve elbisesinin kolunu yırtıp omzunu sımsıkı bağladım. Bağladığım kumaş parçasını iki kez düğümledim. Kolundaki kan akışını kesmeye çalışıyordum. Tişörtümü çıkartıp yaralarının üstüne bastırdım.
"Elice, gözlerini aç! Lütfen!" Elice yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Şaşkınlıkla irkilip geri çekildim.
Birkaç saniye betonla bakıştığım sırada her şey değişti ve yine o boş odaya döndüm. Sanal âlem de olduğumu unutmuştum. Bütün dikkatim dağılmıştı.

Profesör içeri girdi. Bende gözlükleri çıkarttım.
Alkışladı.
"Nasıldım profesör?"
"Çok iyi dayandın. Tebrikler. Kana karşı koydun Adrian. Ve sanal dünya da olduğunu unutmuştun. O kız... Elice. Ondan hoşlanıyorsun sanırım." Dedi gülümseyerek.
"Evet. Yani sadece flört... Her neyse. Peki, bu aşamayı da geçtim mi?"
"Evet. Son bir aşamadan sonra artık safkan vampir olabilirsin."
"Sinir kontrolü."
"Hı-hı. Onu da aşarsan Kızılay da safkan olabilirsin." Başımı salladım. Ve tişörtümü alıp odadan çıktım. Saate baktım. Elice'nin çıkmasına iki saat vardı. Daha doğrusu dersin bitmesine.

ELİCE:

Son sınıfın dersleri sandığım kadar kolay değildi. Gelecek yıl üniversiteye girileceği için bu sene fazlasıyla yoğun bir dönem olacaktı.
Daha ilk günden çok yorulmuştum. Neyse ki son iki dersimde antrenmana gidecektim. Yeni koçumu çok merak ediyorum. Umarım disiplinli biridir. Çünkü kendimi salmak istemiyordum. Yarışları kazanmak istiyordum.

Ders bittiğinde koridora gittim. Dolabımı açıp içinden spor eşyalarımı aldım. Giyinme odasına gitmek için adımımı atmıştım ki yine lanet baş ağrısı girdi başıma. Gözlerim kısa bir anlığına kararıp eski haline döndü. Derin bir nefes aldım. Bütün gücüm vücudumdan çekilmiş gibiydi.
Hızlı bir şekilde giyinme odasına gidip içeri girdim. Kimse yoktu benden başka.
Sabah çantama sıkıştırdığım kıyafetleri banka koydum. Siyah, beyaz çizgileri olan taytımı, beyaz tik simgesi olan spor atletimi ve siyah beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı tarayıp sıkı bir atkuyruğu yaptım. Bozulmaması içinde saç bandı taktım. Sonra eşyalarımı dolaba koyup spor salonuna gittim. Yeni koçum orada bekliyordu. Engel malzemelerini kenara koymuştu. Anlaşılan sıkı çalışacaktım.
"Jones Maker, siz misiniz?"
"Evet. Sende Elice Stone olmalısın."
"Evet."
"Tamam. Bir an önce başlayalım mı?" Dedi gülen surat ifadesiyle. Başımı salladım.
"Elbette."
"Öncelikle hızını görmek istiyorum. Şimdi spor salonunu bir turda gez. Sonra elimde görmüş olduğun bayrağı al." Başımı salladım. Başlangıç noktasına gittim. Koç kronometreyi hazırladı. Sonra seslendi.
"Hazır... Başla!" Dedi. Bende koşmaya başladım. Tempolu bir şekilde bütün gücümü kullandım. Ve yeterince hızlıydım. Koç bir kronometreyi gözlüyor, bir de bana bakıyordu. Sonunda bayrağı almaya geldim. Tam alacaktım ki bayrak çekildi. Bende yavaşlamaya çalıştığım için az kalsın düşüyordum. Ama öne doğru parende atıp durumu kurtardım.
"Çok iyisin. Ama durma konusunda biraz daha uyanık davran. Yine de attığın parende çok iyiydi."
"Teşekkür ederim."
"Şimdi sırada engelli koşu var. Onu da aynı süre de aşmak için yapabildiğin kadar uğraş. Olmazsa sorun olmaz. Ama yaparsan çok güzel olur." Başımı salladım.
"Ne kadar sürede normal turu koştum."
"Sürpriz." Dedi. Omuz silkip engelleri kurmasında koça yardım ettim...

ADRİAN:

Her ne kadar bedenimdeki enerjiyi bitirmeye çalışsam da vampirler için bu pek sürekli yenilenen bir vücutta çok zordu. Büyülü kum torbasını defalarca patlatmıştım. O da tekrar kendini düzeltip yumruklanmaya hazır hale gelmişti. Koçun söyledikleri, Elice'nin yerde kanlar içinde yatışı aklımdan çıkmıyordu. Hayatımı Kızılay'da safkan bir vampir olmak üzere hazırlanmaya adamıştım. Eğitimler, antrenmanlar, ruhsal bir savaş...
Şimdi Elice aklıma girmiş ve oradan çıkmak bilmiyordu. Beni resmen hapsetmişti kendine. Hem ona karşı koymak hemde ondan bu kadar etkilenmek zihnimi oldukça yormuştu. Bedenimi yorup düşünmemeye çalışıyordum. Ama sürekli kendini yenileyebilen bir bedene sahip olmak yorulmama engel oluyordu.
Kum torbasını bırakıp ağırlıklara gittim. Sehpaya uzanıp ellerimi dambıla yerleştirdim. Derin bir nefes alıp kancalarından ayırdım onu. Kalbimi yorup sanki Elice'yi ayırabilecekmişim gibi davranıyordum. Aslında kendimi boşuna yoruyordum. Ya da en azından yormaya çalışıyordum. Sürekli kahverengi dalgalı saçlarını, koyu renk gözlerini ve ince sesini düşünüyordum. Kendimi ondan uzak tutmak istemiyordum. Bunu aşmanın bir yolu olmalıydı.

Son seti bitirmek üzereyken bir el dambılı ağırlaştırmaya başladı. Kafamı kaldırıp elin sahibine baktığımda Justin'i gördüm.
"Ne istiyorsun?" dedim ters bir şekilde. O da tüm siniriyle elini dambıla bastırmaya başladı. Hemen karşı koydum.
"Profesör senin bu yıl ki Kızılay için seçildiğini söyledi! Bu doğru olamaz! Safkan olmak benim hakkım!"
Dambılı sertçe itip kancalara oturttum. Ayağa kalkıp Justin'in karşısına dikildim.
"Bunu kimsenin değil, Kızılay'ın seçtiğini sende çok iyi biliyorsun!" diye karşı çıktım.
"Hayır! Bu iş burada bitmedi sende çok iyi biliyorsun!"
Omzuma çarpıp yanımdan çekip gitti. Gözlerimi devirdim. Sakinleşmeye çalıştım. Tam arkamı dönüp Justin'e seslenecektim ki profesör ile göz göze geldik. Kollarını göğsünde kavuşturup uyarırcasına bana bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp 'tamam' dercesine başımı salladım. Sonra soyunma odasına gittim. Elice'nin çıkmasına çok kalmamıştı...

ELİCE:
Koşu parkuru hazırdı. Şimdi başlayacaktım.
"Hazır..." Birden yanımda biri belirdi. Ama bakmadım.
"Başla!" Düdük sesini duyduğumda çoktan başlamıştım. Yanımda ki kişi her kimse beni geçiyordu. Bir tahtanın üstünden atladım. Sonra daha yüksek olanının altından geçtim. Diz üstü geçmem gereken bir ağ vardı. Dizlerimle oradan süründüm. Yanımdaki kişiye bakmadım henüz. Ama benim kadar hızlıydı. Aklıma daha da hızlı olmam gerektiği geldi. Ve bütün gücümle devam ettim. Zikzak şeklinde çizmem gereken hunilerin arasından koşmaya devam ettim. Rakibim orada bana yetişemedi. Son engel olarak iple asılmış tahtaların üstünden geçmekti. Onları da rahatlıkla geçtim. Bu arada yanımda ki kişi yetişmeye çalışıyordu. Onu siluet olarak zor görüyordum. Köprüyü geçince son hızımla koşmaya başladım. Bayrağı kapmalıydım. Ama koçun bayrağı birden çekebileceğini hatırladım. Ve uyanık davrandım. O tam çekerken öbür tarafından koşup bayrağı aldım. Siluette bana yetişti. Sadece bayrağı ben uyanık davrandığım için kapabilmiştim. Yoksa gerçekten çok hızlıydı. Kim olduğuna baktığım da beynim şoka girdi. Adrian!
"Adrian! Sendin demek!"
"Çok-çok hızlıydın!" Nefes nefese kalmıştı. Benden öyle bir şey bekleyemezsiniz. Üç yılımı nefes egzersizleriyle geçirmiştim. Koşarken çok kontrollüydüm.
"Sen de çok iyiydin."
"Koç ders bittiyse onu almak istiyorum."
"Peki. Elice. Seni tebrik ediyorum. Umarım çalışmalarımız devam eder."
"Umarım M.r Maker."
"Bana Koç de."
"Tamam Koç."
Adrian'a dönüp,
"Ben bir duş alıp geleyim."
"Tamam. Ben dışarı da bekleyeceğim."
"Tamam." Dedim. Ve duş kabinlerine ilerledim...

Vote ve yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar...

Continue Reading

You'll Also Like

2.6M 124K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...
34K 161 12
bir gün telefonla uğraşırken bir mesaj gelir "selam bebeğim"...
106K 8K 31
(5) Gavin Drew, gözlerinin tüm kadınları tavlayabileceğine inanıyordu. Ne var ki Novella Flores, mavinin her tonundan nefret ederdi.
27.7K 1.2K 45
kampta duyduğu korkulu hikayenin adım adım gizemini çözmeye çalışan genç kızın tüm hayatı değişir ve ilk aşk deneyimini yaşar.bu benim ilk hikayem...