YANGIN VE YAKUT

By aromeda8

402K 17.2K 2.3K

Değerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirs... More

GECENİN NEFESİ | PROLOG
GECE MAVİSİ - PROLOG II
1. BÖLÜM: MUTLAK KADER
2.BÖLÜM: ATEŞE ATILMIŞ YAKUT
3. BÖLÜM: SANRI VE SANCI
4.BÖLÜM: YALANLAR VE MUMLAR
5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ
6.BÖLÜM: ÖLÜME SIĞINMAK
7.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
8.BÖLÜM: YAĞMUR VE RÜZGAR
9.BÖLÜM: OLAĞANÜSTÜ DÜŞMAN
10.BÖLÜM: KUTSAL DUDAKLAR
11.BÖLÜM: O ŞEY!
12.BÖLÜM: ZAMAN
13.BÖLÜM: SANCILI TESLİMİYET
14. BÖLÜM: SALDIRI
15.BÖLÜM: SAKLI OLAN
16.BÖLÜM: İTİRAF VE İHTİRAS
17.BÖLÜM: TANRININ HEDİYESİ
18.BÖLÜM: RUHTAKİ ATEŞ
19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS
20. BÖLÜM: ARAF BÜYÜSÜ
21.BÖLÜM: KAYIP KONTROL
22.BÖLÜM: KANLI İNTİKAM
23.BÖLÜM: FİNAL
24. BÖLÜM: KAN VE KEHRİBAR
26.BÖLÜM: OCAK GÜLLERİ
26. "Savaş için hazırlanmalısın, anne."
27. BÖLÜM: ASENA
KAN VE KEHRİBAR: GİRİŞ

25. BÖLÜM: KANIN IŞILTISI

3.5K 339 35
By aromeda8

Sakin ol, dedim kendime içten içe. Sakin ol. Bunu sen istedin. Onu sen zorladın, unutma.

Kan dolu kadehlerin bezendiği bir sofraya bakan, susamış gözler gibiydi, gece mavisi gözleri. Buzdu, kordu, alev oldu. Tehlikenin vücut bulmuş haliydi.

An itibariyle olacaklardan ürküyordum.

Elimi sımsıkı tutuyor, çenesini kasıyor ve sert adımlarını inatçı seviyede tutuyordu. Ona görmek istediğimi söylemiştim. Avlanırken nasıl bir hale büründüğünü deli gibi merak ediyordum çünkü. Bunu uzun zaman önce söylemiş olsam da, bugün aynı bahsi açınca, o da sinirlenmişti ve bu ısrarıma karşın sanki beni cezalandırmak ister gibi avlanmasına şahit olmama izin vermişti.

Şimdi bu karanlık, soğuk ve tekinsiz sokakta ikimizden başka kimse yoktu. Hızla ilerliyorduk. Büyüttüğüm gözlerim, soğuktan buz kesmişti.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

Gözlerini sabit istikametinden ayırmadan cevapladı. Sesi tenimi ısıran soğukluktan bile daha soğuktu. "Bildiğini sanıyordum." Beni tersliyordu.

"Onu demek istemediğimi biliyorsun." Yanaklarımı içe çekip, dişlerimin arasına sıkıştırdım. Öyle çok sıkmıştım ki, canım acıyınca serbest bıraktım. "Nerede avlanacaksın?"

"Görürsün."

Yaklaşık bir otuz metre daha ilerlediğimizde, şehrin ışıklarını ara sokakların ardında bırakmıştık. Mutlu yıllar yazan dükkan camekanları, ışıl ışıl süslenen ağaçları...

"Şu köşede dur." dedi elimi bırakıp. Kirpiklerimi şaşkınca kırpıp, beni öylece bırakışına baktım. Karanlık yolun üzerinde yavaş adımlarla ilerliyordu. Biraz da sallanıyordu, sanki sarhoş gibi. Birkaç adım sonrasında, iki kişi görüş mesafeme girdi. Yüzlerini tam seçemiyordum ama kıyafetleri avamdı.

"Hey!" dedi uzun boylu olanı. Eliyle Alain'i işaret ediyordu. "Paran var mı?"

Alain, boş olan ceplerini dışarı çıkardı ve "Üzgünüm beyler." diye cevapladı onları. Bir an yanına gidip gitmemekte kararsız kaldım.

"Şu şişeyi versene," dedi kısa boylu kilolu adam. Gözleri yarı kapalıydı. Kendi hallerinde insanlardı, bu belliydi. Alain, sırf ben istedim diye suçsuz iki insanı öldürecekti ama buna engel olmalıydım.

"Alain," diye fısıldadım. Omzunun üzerinden bana baktı. Gözleri boş gibi görünen gizli sözcüklerle dolup taşıyordu. "Gidelim."

Yutkundu. Yumruklarını bir kere sıkıp, serbest bıraktı. Başta tereddüt etse de hemen sonra vazgeçti ve bana doğru yürümeye başladı. Onu vazgeçirdiğim için rahatlamıştım ama iki saniye sonra o adamların sarhoş ağızlarından çıkanlar, bu rahatlamamı anında yok etmişti.

"Yine karını dövüp tüm parayı cebe indirdin değil mi?" dedi, sesinin hangisine ait olduğunu anlamadığım adamlardan biri.

"Sanki senin benden aşağı kalır yanın var." İkisi de kahkaha attı.

Alain sıkı sıkıya tuttuğu elimi aniden bıraktı ve gözlerini içine düşen şeytani bir açlıkla karanlığa dikti. Gülümserken dişlerini gıcırdatıp, dilini damağına sürttü. Beni birkaç adımda varabileceğim uzaklıktaki duvara doğru kibarca itekledi ve iki üç adım geriye gidip mekanik bir hareketle kurbanlarına döndü. Yüzündeki acılı gülümseme gözlerimin önünden gitmiyordu.

"Beyler," diye söze başladı. Onlara doğru son derece düzgün adımlar atarak yaklaşıyordu. "Demek siz kadınlarınızı dövüyorsunuz," Alaycı bir kahkaha attı. Adamlar şaşırmış ve yamulmuş bir yüz ifadesiyle, Alain'in yüzüne bakıyorlardı.

"Sen," dedi parmağını sıska olan adama uzatıp, "Beni de dövebilir misin? Ama bahse girerim sen daha kolunu bile kaldırmadan ben seni yere sererim." Onları kışkırtıyordu. Bunu neden yaptığını anlamaya çalışıyordum. Hemen öldürmek varken, biraz eğlenmek mi istiyordu? Ya da sinirini çıkarmak?

"Seni tek bir yumruğumla devirim ben serseri." dedi zayıf olan sarhoş. Kilolu olan biraz tırsmıştı ama buna rağmen arkadaşının sözüne gülerek eşlik etmişti." Şişeyi o işe yaramaz kafanda patlarım." Cümlesini tamamlamaya çalışırken zorlanmıştı. Eminim Alain'i bile doğru düzgün göremiyordu. Ama sonra bakışlarını bana kaydı. Alaycı bir sırıtış kondu sakallı yüzüne. "Onu bile elinden alırım senin." dedi beni elinde tuttuğu şişeyle işaret ederek. Sadece bir saniyelik bir zaman diliminde Alain omzunun üzerinden bana baktı, yüzünde anlık bir sırıtış vardı.

"Tabii." dedi gülüşünün ardına saklanmış saf bir öfkeyle.

Tehlikeli gülüşü başını eski yönüne çevirirken soldu. Anlık bir hamleyle, adamın elinden şişeyi alıp, kafasına indirdi. Cam parçaları bir ampul gibi patladı ve etrafa saçtığı parçacıkları karanlıkta ışıklar saçtı. Adamı ensesinden tutup sokağın sol tarafında bulunan duvara fırlattı. Diğer kilolu adamın elindeki içki şişesi yere düştü. Korkudan titriyordu.

"Tabii ki şahit bırakmamak gerek." dedi ve adamın tombul boğazına iri ellerini geçirdi. Bir süre sıkarak öylece bekledi, sonunda cansız bedenini parmaklarının arasından yere serildi. Diğer adama doğru vahşice yürürken, kendimi büyük bir şaşkınlıkla duvara sinmiş olarak buldum.

"Seni öldüreceğim." dedi duvarın dibinde yatan adam. Ölmemişti.

"Biraz daha sert vurmalıymışım. Ne kalın kafalıymışsın." Adam ayağa kalkmak için debeleniyordu, Alain ise karşısına çökmüş, çatık kaşlarıyla onu izliyordu. "Çocukların var mı?" diye sordu. Sanki var dese öldürmekten vazgeçecekti. Adam cevap vermeyince Alain, saçlarından tuttu ve kafasını kaldırdı. Yüzüne bakmasını sağladı. "Sana çocukların var mı diye sordum?" diye yineledi sorusunu.

"Bir kızım var," dedi Adam. "On yedi yaşında." Bunun üzerine Alain ile göz göze geldik. Eğer adamı öldürürse kızı babasız kalacaktı ve ben bir kızın babasız kalmasını istemiyordum. Üstelik sırf bencil merakım yüzümden. "Oda annesi olacak kadın gibi bir fahişe." Bu cümle içimdeki tüm merhamet duygusunu, önce şaşkınlığa bıraktı ve ardından öfkeye dönüştürdü. Alain ile göz göze gelmemize gerek yoktu zaten o ne hissedeceğimi biliyordu. Beni o kadar iyi tanıyordu ki bu yüzden omuzlarını dikleştirdi ve adamın göğsüne tırnak uçlarını geçirdi. Bir çığlık yükselirken karanlığın içinden, olduğum yerde kaskatı kesildim. Rüzgardan yaşarmış gözlerim etrafı hızla taradı ve herhangi bir görgü şahidi olup olmadığını yokladı. Hemen sonra tekrar vahşetin sergilendiği sahneye odaklandı. Kurbanın önü açık kalan montunun arasından beyaz kazağına bulaşan kanı görebiliyordum. Bu beni dehşete düşürse de, kızıyla ilgili söylediği şeyler sebebini bilmediğim bir nedenden ötürü beni üzmüştü.

"Her ne kadar cehennemin en derin çukurunda yanmayı haketsem de, önce seni oraya yollamanın daha adil olduğunu düşünüyorum." dedi Alain. Boşta kalan diğer eliyle adamın başını benim olduğun yöne doğru yatırdı ve açıkta kalan boynuna yüzünü gömdü. Çıkan o cılız ısırık sesini duyabilmiştim ve bu beni ayrıca şaşırtmış dehşete düşürmüştü. Onu her şeyin başlangıcı olan o gece adamlarla avlanırken gördüğümde, şu an etkilendiğim kadar çok etkilenmemiştim. O zaman benim için bir yabancı olan bu adam, şimdi aşık olduğum adamdı. Beni olumsuz anlamda etkilemesi çok doğaldı.

Kurbanının kanını yedi saniye de kurutmuştu. Hatta tırnaklarıyla deştiği göğsünden bile artık kan akmıyordu, onun yerine solmuş bir kırmızılık vardı.

Ayağa kalktığında bir süre gözlerimin içine bakmakta başta zorlandı. Düz kaşları sanki aklına kötü bir şey gelmiş gibi çatıldı ve aralıklı gözleri susamış bir aslan gibi sonuna kadar açıldı. Bir şeyin kokusunu almış gibi burnunu çekti. Boğazından bir gürleme çıktı ve ters istikamete doğru fırladı. Karanlıkta saniyeler içindeki yok oluşuyla iki cesetle kalakaldım. Başta kırık adımlarla yürüsem de, çok geçmeden gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Koştum... Koştum...Nereye gittiğimi bilmeden koştum. Birkaç sokak ötede kulağıma değen sesler yüzünden duraksamak zorunda kaldım.Dört saniye sonra ağlamaktan makyajı akmış genç bir kadın köşeden çıktı. Yanımdan geçerken ona yol verdim ama yine de koluma çarpmasına engel olamadım.

"Bekle!" diye bağırdım arkasından. Büyük ihtimalle başına kötü bir şey gelmişti. Peşinden gidip gitmemekte tereddüt ettim, çünkü ondan önce bulmak istediğim biri vardı. Kadın ayakkabılarını çıkarıp eline aldı ve çıplak ayaklarla koşmaya devam etti. Çok uzaklaşmıştı. Aslında koşsam yetişirdim ama olduğum yerde öylece bakmaya devam ettim. Onun için dua etmek istedim. Başına bir şey gelmemiş olmasını diledim. Arkamı döndüm ve rotamı değiştirmeden hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Kadın yaklaşmakta olduğum sokaktan çıkmıştı, büyük ihtimal orada bir şey olmuştu. İki ara vardı; biri geniş bir sokak diğeri geçidi andıran dar sokak. Algılarım tekrar Alain'e odaklandığında, içimdeki endişe ve heyecan arttı. Eğer yanımda olsaydı belki o kadına da yardım edebilirdik diye düşürken, geniş sokağın girişine çoktan varmıştım. Ancak göz ucuyla bir görüntüyü kaçırmıştım. Hemen beş adım gerimde yaşanan görüntüyü.

Geri geri yürüdüm.

Başımı çevirdiğimde gördüğüm en vahşi sahneyle karşılaştım. İki ceset kanlar içinde düzensiz bir şekilde yerde yatıyordu. Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktığımda, kanlarının kurumuş bütün kanın çekildiğini fark ettim. Bedenleri çökmüş gibiydi.

Alain'in ellerinde çırpınan bir adam vardı. Gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmış ve kan dolmuştu. Alain, boğazını sıktığı için nefes alamıyor ve çığlık atamıyordu. Henüz kanı damarlarından çekilmemişti. Gözleri yavaşça kapanırken, Alain elini çekti ve adam yere düşmeye hazırlanmadan, iri ellerini montunun yakasına geçirdi. Göğsünün ortasına açtığı oyukla organlarını saniyesinde dışarı çıkardı. Kan ve et kokusu midemi bulandırmıştı gördüklerim öğürme isteğimi tetiklemişti. Bu çok iğrençti. Fakat aşık olduğum adam... bundan zevk alıyor gibiydi.

Kanını iştahla son damlasına kadar içti. Ve sonrasında onu da diğer adamın yanına attı. Hepsi mahrem yerleri de dahil paramparçaydı.

Gözlerimden yaşlar hızla akmaya başladı. Ölüm bir rüzgar çanı gibi soluğum da çınlıyordu. Dudaklarım titriyor ve sanki hayalet parmaklar boğazımı sıkıyordu.

Tedirgince yönünü bana çevirdi ve kirpiklerinin altından baktı. İsteğimi defalarca geri çevirmesine rağmen onu dinlememiştim, uyarısını yeterine ciddiye almamıştım. Bu gece gördüklerim hayatımda gördüğüm hiçbir acımasızlıkla kıyaslanamazdı. Korku filmleri, işkence sahneleri... Hiçbiri bu kadar korkutucu ve bu kadar vahşi olamazdı.

Usulca yutkundum. Bana bakmayı kesmişti ama ona doğru yürüdüğümü fark edince tekrar baktı. Gece mavisi gözlerine kanın ışıltısı düşmüştü.

Montumun cebinden bir peçete çıkardım. Yaptığım ya saçmaydı ya da aklından zoru olan birinin yapacağı bir eylemdi. Ama ona korkmuş ve şahit olmaktan pişman olmuş biri gibi görünmek istemiyordum. Kemiklerim bir soğuk algınlığının belirtisi gibi sızlıyordu. Bunu daha önce hiç yaşamamıştım ama kuzenlerimin ya da arkadaşlarımın söyledikleri gibiyse eğer bu hissettiğim, doğru bir benzetmeydi. Göğsüm içe çökmüştü sanki, bayat bir tat vardı genzimde. Kalbimin yankısı kulaklarımın duvarlarında atıyordu.

Kanlı dudaklarını ıslak mendille silerken, manidar bakışları yüzümde geziyordu.

"Dur," dedi usulca "Gerek yok."

"Var." Kıyafetlerinde kan lekeleri yoktu ama yüzüne damla damla sıçramıştı.

Elimi tuttu. Bakışlarım dudaklarında takılı kaldı. "Görmek istediğin bu muydu?" dedi yarı sert yarı kadifemsi bir sesle. Cevap vermedim. "Gördün işte. Bir daha bunun konusunu açmazsın sanırım?"

Cevap vermeden önce derin bir nefes aldım.

"Açmam."

Yüzünü temizlediğim süre boyunca bakışları ifademde gezindi. Sonra Telefonuna sarıldı ve Andre'yı aradı. Cesetlerin icabına bakılması gerektiğini söyledi. Andre'nin öfkeli sesini duyabiliyordum. Alain'i azarlıyordu, yaptığının sorumsuzca olduğunu söylüyordu. Fakat yine de arkadaşının söylediğini yapmak zorunda kalmıştı. Alain, Andre gelmeden tüm cesetleri topladı. Onları oyuncak bir bebek gibi katlayıp çöp konteynerine attı ve hepsini aleve verdi. Ateş sönene kadar bekledik. O sıra Andre yanımızda belirdi, gözlerindeki kızgınlığı görebiliyordum.

"Ne güzel. Sırf Sima istedi diye zararsız insan..." Alain'in gözlerine bakarken susup kaldı."Tamam o kadar da zararsız değillermiş. Ama yine de bu gece yapman şart mıydı?"

Alain kaşlarını önemsiz bir şey duymuş gibi kaldırdı. "Oldu bir kere." dedi. "Delileri yok etmen gerek."

"Başka çarem mi var?" Dedi suçlarcasına."Birimizin işlediği vukuatlar hepimizi ilgilendirir." Üçümüzde çöp konteynerinde yanan cesetlerin karşısında durup yükselen ateşi izliyorduk. Öyle iğrenç bir koku yayılıyordu ki burnumu tıkasam bile kokudan kurtulmamın olanağı yoktu. Cesetler küle döndüğünde, Andre hepsini toplamaya başladığında kar yağışı da başlamıştı. "Kan lekesi de var tabi..." diye homurdandı.

"Onunda icabına bakmanı umut ediyorum." dedi Alain.

Andre sinir ve alayla karışık söylendi."Emredersiniz, Binbaşım. Kızların yanına dönmem gerek evde yalnız kaldılar."

Krem renkli çuvalı küllerle doldurduktan sonra "Ben şu kanları da temizleyeyim." dedi ama adım atar atmaz aniden durup Alain'in gözlerinin içine baktı. "Bir daha riske girecek şekilde avlanma!" diye uyardı ve gözle görülmeyecek bir hızla kayboldu.

*

Meydana inmemiz beş dakikamızı almıştı, Alain üzerine çeki düzen vermişti. Onun mutluluktan ırak olan yüzü, karamsar bakışlarıyla özdeşiyordu. Özlemini çekmek ise bana düşüyordu, çünkü yüzünü gözlerimden esirgiyordu.

Kalabalık, rengarenk caddenin içinden geçerken, soğuk rüzgarın titreyen dansı yanan ruhumu kırbaçlıyordu.

Alain'in bana olan kızgınlığı yavaş yavaş gidiyordu. Ama biliyordum ki onun kızgınlığı bana değildi, isteğime karşı koymaktan usanıp, pes ederek gerçeklerle yüzleşmemi sağlamasıydı. Yani sonuç olarak kızgınlığı kendineydi. Böylelikle bana hiçbir zaman göstermek istemediği diğer yanı ifşa olmuştu. Onun sözünü ya da önerilerini hiçbir zaman tam anlamıyla dinlememiştim ve her seferinde de başıma iş açmıştım.

Korkmuş muydum? Daha çok ürkmüştüm. İğrenmiş miydim? Kesinlikle iğrenmiştim. Hala da midem bulanıyordu. Aslında kendimi hazırlamıştım, ne göreceğimi az çok tahmin ediyordum, sadece bu kadar mide bulandırıcı olacağını düşünememiştim. Alain'in diğer yüzü, benim hayal edip de kafamın içinde renklendiremediğim bir tuvaldi. Ve o tuval bu gece gözlerimin önünde kıpkırmızıya boyanmıştı. Şu an elimi tutan ve ne olursa olsun sonsuza kadar tutmasını istediğim bu adam, bugüne kadar gördüğüm en acımasız, en korkutucu ve en güçlü varlıktı. Ama ne garip ki gördüğüm en güzel varlıkta oydu. Bu gece onda şahit olduklarım, onun gözümde daha da büyümesine, biraz daha farklı bir kalıba girmesine neden olmuştu. İçimde ona karşı besleyip büyüttüğüm hislerim olmasaydı, belkide an itibariyle arkama bakmadan kaçardım.

'Hayır' dedi, ruhumun saf kesesinde yaşamını sürdürmekte olan çocukluğum. 'Ondan kaçmazdın. Korkardın ama kaçmazdın. Çünkü senin de kanında vahşetin tohumu var. Atalarının günahları ve sana yüklenen bedelleri var.'

Cadde üzerinde bulunan bir markete girdiğimizde beyaz ışıklar gözlerimi kamaştırmış ve yüksek derecede rahatsız etmişti.

"Neden girdik?" diye sordum, usulca. Sanki avazım çıktığı kadar bağırmıştım da sesim kısılmıştı.

"Bize bir şeyler almak istiyorum. " Durdu ve elimi saran parmakları açılıp kapanırken, saniyenin üçte biri kadar düşündü. "Birkaç içki almam gerek."

"İstediğin bir şey var mı?"diye sordu bana, cips reyonunun önünde duraksayıp. Elimi tutmaya devam ediyordu.

"Hayır, teşekkür ederim." dedim, yüzüne bakmadan. Midem hala bulanıyor ve ağrıyordu. Psikolojik olarak beynim altüst olmuştu ve bu mideme vurmuştu.

"Sima?" dedi yüzüme pür dikkat bakarak. Ben hala montunun açıkta kalan yakasına bakıyordum.

"İyiyim. Ne alacaksak bir an önce alalım ve gidelim."

Bunun devamında konuşmadı. İçki reyonundan farklı farklı içkiler aldı ve kenarda duran boş market arabasının içine koydu.

Aldığımız ürünleri tel arabadan çabucak çıkarıp kasanın üzerine dizdi. Kasiyer kız ürünleri sistemden geçirirken indirim kartımızın olup olmadığını sordu. Siyah küçük çantamdan cüzdanımı çıkardım, kartı tam vermek üzereyken Alain, aldıklarımızın toplam tutarını kızın eline çoktan saymıştı. Poşetleri hızla doldurmaya başladım. Ağzına kadar dolu dört poşeti bir arada görünce alış verişin ucunu kaçırdığımızı fark ettim.

"Çok fazla şey aldık," dedim, Alain elimdeki iki ağır poşeti aldı sol elindeki diğer poşetlerin yanına ilave etti. "Çok ağır. Birazını ben taşıyayım."

Sağ kaşını kaldırdı. "Ağır mı?" diye sordu, yüzünün bir kısmını buruşturup.

"Taksiye binecek miyiz?" Sürekli konuşarak, acizce çırpınıyordum. Bana surat yapmasına sinirlenmiştim, çünkü bu tavırları onda görmeye alışık değildim.

Eve varana kadar pek konuşmadık, sadece önemsiz birkaç diyalog dışında. Taksinin parasını öderken, ben elimdeki poşetlerle arabadan çıkmaya çalışıyordum.

"Ne yapıyorsun?" diye azarladı beni. Artık bu kadarı da fazlaydı.

"Çocuk muşum gibi davranmayı kez artık." diye anında yapıştırdım cevabı. "Bırakır mısın?" Ama benim dinlemedi. Poşetleri elimden tek hamle de kapıp bir çırpıda dışarı çıkardı. Taksinin kapısını öyle sinirli açtım ki neredeyse tekme atacaktım.

Hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşıp evine girdi.

"Senin amacın ne?" diye bağırdım arkasından. Alain, poşetleri kapının iç tarafına koyduktan hemen sonra yönünü bana çevirdi.

"Tartışmak istemiyorum!"

"Ne demek tartışmak istemiyorum?" Yanına doğru sertçe adımladım.

"İçeri gir!"

Parmağımı yüzüne doğru kaldırdım. "Bana sakın emir vermeye kalkma!"

Alt dudağını ısırdı. Gözlerini sokağa çevirmişti ve sakinleşmeyi bekliyordu. Ben de bakışlarımı ona dikmiş konuşmasını bekliyordum. "Sıkıyorsa içeri sok beni." dediğim an meydan okumamı dikkate alarak, kolu bir yılan gibi belimin çevresinden dolandı, bedenimi kendi bedenine yapıştırdı ve kendiyle beraber beni eve soktu.

"Güzel. Demek zorbalığa da başla-" Buz kadar soğuk olan dudaklarını dudaklarıma yapıştırdı. Yumruklarımı sıkıp omuzlarına vurdum ancak o kollarımı tutup sırtımda birleştirince tamamen etkisiz hale geldim. Eğer ki inanılmaz biçimde güzel öpüyor olmasaydı ona karşı direnmeye devam ederdim. Öpüşüne aynı vahşilikte karşılık verirken bileklerimi bıraktı ve kalçalarımın hemen aşağısından tutarak bacaklarımı ayırdı ve beni kucağına aldı. Tırnaklarımı ceketinin sırt kısmına geçirirken, diğer elimle yakasını parçalamaya çalışıyordum. Ceketinden hızla kurtulunca gömleğini açmaya çalıştım.

Hiç hissetmediğim kadar deli bir istek patlak veriyordu içimde. Onu istiyordum! Doğru veya yanlış, umurumda bile değildi. Şu an beynimin odak noktası Alain'di. Ona tamamen sahip olma arzusu aklımı kaçırmama neden olabilirdi. Ayrıca şimdiye kadar onu hiç bu kadar vahşi görmemiştim. Elbisemi uzerimden bir çırpıda çıkardı. Bu beni fazla şaşırırsa da aslında içten içe bunu yapmasını istediğimi fark etmem uzun sürmemişti. Ayakkabılarımı beni yasladığı duvara tek vuruşta ayağımdan çıkardıktan sonra üzerindeki ipek gömleğinden kurtuldu.

Dudaklarımızın ayrılır ayrılmaz gözlerim vücuduna kaydı. Kollarımdaki bedenin gerçek olduğuna inanmak çok güçtü! Canlanmış bir heykel gibiydi sanki...

Ve benimdi.

Onu seyretmeye devam ederken beni tekrar öpmeye başladı. Elleri sütyenimin kopçasına gittiğinde içimi bir panik duygusu sardı. Bunun nedeni anlamlandıramadım. Dudakları dudaklarımdan boğazıma akarken bedenim yay gibi gerildi bir kedi gibi kıvrıldı. Başım geriye düşerken dudakları göğsümün tam ortasında duraksadı.

"Sorun ne?" Diye sordum nefes nefese. Cevap vermedi. Hızlı hızlı soluk alıp veriyor, sıcak nefesiyle göğsümü yakıyordu. Tekrar sorunun ne olduğunu soracağım sırada sanki canı yanmış gibi inledim.

Tabii ki. Onu yakıyordum ve canı acıyordu.

"Bu benim elimde olan bir şey değil biliyorsun..." Başını kaldırıp yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdi. Kollarımın altındaki bedeni sıcacıktı.

"Seni ne çok istiyorum, tahmin bile edemezsin." Diye fısıldadı. "Fakat sanırım bu, bu gece mümkün değil."

Bedenimi saran güçlü kollarını yavaşça çekti. Yerde duran elbisemi alıp giymem için ellerime bıraktı.

"Giyin ayışığım.' Deyip sol gözümün üstüne tatlı bir öpücük bıraktı. Daha sonra kapının kenarında duran poşetleri alıp mutfağa gitti.

🔱

Poşetleri yere koyup içinden aldıklarımızı çıkarmaya başladım ama ben daha bir kaçını çıkarmışken, Alain hepsini tezgahın üzerine dizmişti bile.

İkimizde biraz önce yaşanan o garip, utanç verici, saçma konuyu unutmaya çalışıp yemek yapmaya konsantre olduk. Mutfak konusundaki yeteneksizliğimi biliyordu, eh o da bir ahçı kadar iyi değildi ama kendimle kıyasladığımda mükemmeldi.

"Yemek yapmasını bilmiyorsun değil mi?" diye sordum kalçamı tezgaha yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Gülümsedi. Gülümserken düz bir hal alan kaşları yukarı doğru kıvrıldı ve tatlı bir hal alan ifadesiyle bana baktı.

"Sanki sen biliyorsun."

"Biliyorum tabii." Kaşlarını hafifçe çattı, ciddi bir şey söyleyeceğimi zannedip bekledi. "Omlet yapabiliyorum."

Gözlerini devirdi. "Onu on yaşındaki çocuk bile yapar." Konservelerin kapaklarını kolayca açtı ve hemen ardından mutfak dolaplarından birini açıp meze tabaklarından en az altı tane çıkarıp tezgahın üzerine dizdi. O konservedeki yemekleri cam tabaklara dökerken bende işini hızlandırmak için yardım ettim. "Üç dört tane domates yıkayabilir misin?" Ben domateslerin icabına bakarken o da soğan ve sarımsakları doğradı.

"Sarımsak?" dedim,efsaneleri hatırlatmak amacıyla. Gülümsedi.

"Sarımsaktan çok korkuyorum, evden koşarak uzaklaşmamak için kendimi zor tutuyorum." dedi şakayla. Temizlediklerinin içinden bir diş sarımsağı alıp yüzünün hizasına getirdi. "Böyle saçma bir dedikoduyu kim çıkardı bilmiyorum." Bu durum onu eğlendirmişti. "Neden şu küçücük şey vampirleri korkutsun ki?" Sonra kaldığı yerden işine devam etti. "Tuz ve karabiber!" dedi elini bana uzatıp. Sırıttım. İster istemez komiğime gitmişti yaptığı hareket. İstediklerini ona uzattım. O mezeler için soslar hazırlarken bende salona geçtim ve yemek masasını bir bez yardımıyla silip temizledim. Mutfağa geri döndüğümde Alain'in elinde küçük içki şişesi gördüm.

"Şimdi ne yapıyoruz?"

"Sana kokteyl yapacağım." dedi. Cam şişenin üzerindeki * Remy Martin yazısını okuyunca sırıttım. "Ne oldu?"

"Senin şu soyadına olan takıntın." Tezgahın temiz tarafına doğru gittim ve taşlıktan destek alarak zıplayıp tezgaha oturdum. "Araba seçimlerinden sonra içki."

"Bu Fransız da üretilen bir konyaktır. Lütfen!" dedi alaycı bir sitemle.

"Biliyorum. Sonuçta bir yıl boyunca barda çalıştım. Kendini çok bilgili sanma." diye burun kıvırdım. Umarsız bir tavır takınarak sağ dizimi içe doğru kırıp, sol dizimin üstüne koydum. O kokteyli yaparken bende sessizce izlemeye koyuldum. Mutfak dolabından iki tane Margarita kadehi indirdi. Yanında duran poşetlerin birinden siyah uzun bir içki şişesi daha çıkardı, onun üzerinde de aynı markanın adı yazıyordu. Önündeki çekmeceden kokteyl yapımlarında kullanılan Jigger'i çıkardı. Barda bile ne zaman bu şirin araçla işim olsa kimyacı tüpü görünümüyle bana komik gelirdi.

"Önce o küçük cam şişeyi dökmen gerekiyor ona." dedim.

Sözlerimi küçümser bir tavırla süsledi. "Bir yıl boyunca bargirl'lük yapmış olabilirsin ama benim kadar deneyimli olamazsın." Bu sözlerinin üzerine ağzımı açıp tek bir kelime bile edemedim. Sinir olmuştum ve bu gece laf koyma konusunda havamda değildim. İçkileri dediğim gibi Jigger yardımı ile metal görünümlü genelde adına Shaker denilen kokteyl yapımlarında olmazsa olmaz olan bardağın üzerine boşalttıktan sonra buz dolabından bir tane limon ve bir kova dolusu buz çıkardı. Buz kovasını kenara koydu, limonu hızla yıkayıp ikiye böldü. Bir sıkacak yardımı ile boş bir bardağa suyunu akıttı. Limonu jigger yardımı ile buzları da bir başka Shaker ile toplayıp içkilerin içine döktü. Sonra Shaker'ları ağız ağza verip iyice çalkaladı.

Margarita kadehlerinin kenarları tuza buladı. Ve en son olarak hazır olan kokteyli mini bir süzgeç yardımı ile kadehe döktü.

"Harika! Portakal almayı unutmuşuz." dedi.

"Önemli değil. Limon kabuğuyla da süsleyebiliriz." diye ikinci bir alternatif sundum. "Elmada olur aslında." Cümlem biter bitmez çok ama çok hızlı bir şekilde limon kabuğu kadehte yerin almıştı bile.

"Önce bayanlar." dedi kadehi bana kibarca uzattı.

"Bende sana, yaz geldiğinde karpuz suyundan votkalı kokteyl yapacağım. O zaman görürsün bak kimmiş deneyimli."

"İçmeni bekliyorum."

"Anlaştık mı?"

Sabırla derin bir nefes aldı. "Anlaştık. Şimdi lütfen karşında görmüş olduğun, son derece etkileyici adamın elleriyle hazırladığı lezzetin tadına bakar mısın?"

Tadını az çok tahmin ediyordum, bu hayatımda ilk içki içişim değildi. Yalnız dediği gibi bu konuda oldukça iyiydi. Damağımı tatlı tatlı yakıp, içime doğru yağ gibi aktı.

"Güzel olmuş." dedim hala burnumdan kıl aldırmıyordum. Ama o sanki daha güzel şeyler söylememi bekliyormuş gibi duraksadı. "Sen harikasın! Daha önce ellerinden bu şahane şeyi neden içmedim ki? Dememi mi bekliyorsun?" dedim.

Başını üzgün bir şekilde eğdi. "Sana yaranılmaz, biliyorum."

"Of, dalga geçme." Dedim ama karşılık vermedi. Bir müddet gözlerimi kısıp bekledim. Sonunda "Şaka yaptım." dedim üzüldüğünü sanıp. Başını yerden kaldırmadı. "Alındın mı? Şaka yaptım. Ciddiyim. Mükemmel olmuş. Hey!" Başını aniden kaldırıp, muzip muzip gülümsedi. Bana tuzak kurmuştu. "Seni yalancı."

"İtiraf et, benim üzülmeme kıyamıyorsun."

Omuzuna hafifçe vurup " Çok konuşma." Dedim. "Şimdi sana ceza, tek başına hazırlayacaksın yemekleri. "

Tüm hazırlığı tek başına hazırladı. Ben sadece masayı hazırlanmasına yardım ettim.

Yemek masasında karşılıklı yerimizi aldık. Dışarıdan bakıldığında ambiyans oldukça romantik görünüyordu ama ne iyi ki mumdan şamdanlar yoktu.

Müzikte çalmıyordu. Açlıktan transa geçtiğim için on dakika boyunca konuşmadık çünkü ben sessizce yemeğimi yerken o içkisini içerek bana eşlik etti. Önünde duran tabak bomboştu. Vampirlerin insan yemekleriyle pek arası yoktu bunu biliyordum.Elbette istedikleri zaman yiyebiliyorlardı ve bu onları rahatsız etmiyordu, çünkü yemekler henüz midelerine gitmeden parçalanıyor asit gibi eriyordu. Ama bu gece yemek yememesinin nedeni tamamen bundan ibaret değildi. O yeterinden fazla toktu.
Aniden ürperdim. Ve avlandığı sahneyi gözlerimin önünden def etmeye çalıştım. Ardınan sorusuyla kulaklarıma çarpan sesi sayesinde dikkatim dağıldı.

"Yeterince yemek almış mıyız? Eğer doymadıysan..."

"Doydum elbette."

"Bunu yakın zamanda üç tane hamburger yiyen kız mı söylüyor?" dedi gülümseyerek. Dudaklarım gülümseyişine eşlik etti.

"Sadece acıkmıştım, tamam mı?"

"Sadece acıkmıştın?" diye sordu. "Çok acıksaydın" Parmaklarını çenesine koydu. "Ne olurdu merak ediyorum doğrusu." Elimin altında duran çatalı ona fırlattım, tabii kolay bir hareketle havada yakaladı.

"Çok vahşice. Tahrik oldum."

"Edepsizsin." Dedim bıyık altı gülümseyerek.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Alain bir müzik açtı. Tanrım! Bu bir dans şarkısıydı. Romantik olmadığını söyleyen adam romantik atmosferler yaratmadan duramıyordu. Ben de romantik değildim yani içimdekileri tüm çıplaklığıyla dışa vuramıyordum, aynı şekilde o da. Fakat dans etmek ve... Bu kıvranışımın altında büyük bir öz güvensizlik patlaması yaşıyordum aslında. Eskiden bu yana hiç bir zaman bir kız arkadaş kılıfına girebilecek biri olarak görmemiştim kendimi. Kitaplarda, filmlerde o sevilesi kadın karakterlerle kıyaslardım kendimi ve sonunda asla onlar gibi olmayacağımı bilirdim. Çok da takılmazdım bu konuya ama... Bugün içinde bulunduğum duruma baktığımda, aslında bu saçma düşüncelerin zihnime nasıl da yapıştığını görebiliyordum.

Alain ellerime kenetlediği ellerimi kendine doğru çekti. Ona doğru adımladım, gerçekten dans edecektik. Kesinlikle sarhoş değildim, birazcık olsun başım dönmüyordu. Alain de gayet sağlamdı. Ellerimi bırakıp tek elini belime koydu. Parmak uçlarının ılıksı dokunuşu tüylerimi diken diken etmişti. Sol kolumu boynuna sardım, boşta kalan kolumu kaldırdı, elimi tuttu ve kalbinin üzerine götürdü. O zaman bile elimi tutmayı bırakmadı.

O kadar heyecanlanmıştım ki. İrademin ısrarla direttiği istifasını kabul etsem, Alain'in kollarına düşecektim. Ondan gelen yoğun amber kokusunun keskinliği, duyularımı deli bir savaşın ortasına götürüp, bırakmıştı. Çalan şarkı zaten benliğimi çılgına çeviriyordu. Şarkıda erotizm yoktu aslında; Kayboluş, acı ve tutku vardı ama en önemlisi gözyaşlarıyla yıkanmış bir aşkın notalarda can bulmuş haliydi. Yüreğime takılmıştı tüm notaların çengeli.

"Bu şarkının adı ne?" diye sordum bakışlarımı yüzünü görmek için kaldırdım.

" My Oblivion."

"Şarkı sanki... Bize uygun değil gibi?"

Tebessüm etti.

"Aslında yoruma çok açık bir şarkı." Şarkıdan alıntı yaptı. Sana zaten bildiğin şeyi söyleyemem, sana zaten karşında duran bir şeyi gösteremem, ben iyileştiremem, o yaralarını."

"Haklısın." dedim. Beni etrafımda döndürdü ve tekrar bedeniyle kavuşturdu. "İyileştiremezsin yaralarımı... Ben istemediğim sürece."

"Peki istiyor musun?"

"Hayır." dedim. "Artık gereği yok." Yaralarım kabuk bağlamıştı zaten, benimle bir bütün olmuştu. Ölene kadarda içimde kalacaktı. O yüzden iyileştirecek bir yaram yoktu.

"Yaraların benim yaralarıma bağlı, nasıl iyileştirebilirim ki?" Dedi. "Ayrıca yaraların öyle güzel ki kanayan yerlerine avuçlarımı bastırıp kader çizgilerime bulaştırmak istiyorum. Sırf geleceğim de olasın diye." Sonra, gülümsedi. "Ama..." Tekrar şarkıdan alıntı yaptı yine. "Aşkımızın sınırları, yıldızlardadır." Beni tekrar kendi etrafımda döndürerek milyonlarca uzaklıklarda var olan yabani bir kainata götürdü. Bedenlerimiz tekrar çarpıştığında dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Öyle ki bedeninin aniden kasılması, bu ani öpücüğümü beklemediğini gösteriyordu. Uzun uzun öpüşmedik, bu öpücük kısa ve tek nefeslikti.

Son bir şarkı daha çaldı. Fransızcaydı. "Benim için çok değerli." demişti. Yüzündeki gizli duygusallığı görebilmiştim. Gözleri sanki dolmuştu. Şarkının onu çok ama çok eskilere götürdüğü belliydi.

"Çok derin." dedim başımı göğsüne yatırmıştım. Olduğumuz yerde hafifçe sallanıyorduk; fırtınanın kollarında aheste aheste sallanan demir bir salıncak gibi. "Neden senin için bu kadar önemli?" İç çekti. Kaşlarımı çattım ve konuşmasını bekledim.

"Trajikomik bir şekilde geçmiş hayatımı özetliyor." Fransızca bilmiyordum, ama böyle söylediği için şarkının sözlerine olan merakım biraz daha artmıştı. Merak ettiğimi anladığı için açıklamaya başladı. "Ülkesinden ayrılan bir adamın çektiği sıkıntıları, geride bıraktıklarını anlatıyor. Hüzünlü hayatının nasılda sebepsiz yere sürüp gittiğini... Güneşinden ve denizinden ayrılışını. Sonra terk ettiği bir kız arkadaşı."

"Kız arkadaş mı?" dedim, başımı oynatmamış aniden kendimi geri çekip ona bakmamıştım. Reflekslerim yüzünden saçma sapan hareketlerde bulunmak istemiyordum.

"Evet... Özlemin selinde boğulan deniz gözleri olan çok güzel birini. Annemi."

Bu sefer başımı yavaşça göğsünden kaldırdım ve onun özlemle yıkanan gözlerine baktım.

"Bu şarkı her daim annemi hatırlatır bana. Memleketimi. Belki çok küçüktüm oradan ayrıldığımda ama dün gibi hatırlıyorum. Bilirsin, " Parmağını şakağına dokundurdu. "Bizim gibilerin hafızası çok güçlü olur."

"Onu çok özlüyorsun?" dedim bu bir soru değildi. Kaşlarını hafifçe çattı ve gözlerindeki özlemi çehreme akıttı.

"Seni gördüğümden bu yana özlemim dindi. "

"Annene mi benziyorum?"

Gülümsedi. "Görünüşün değil," dedi. "Tavırların benziyor. Mimiklerin..." Başımı tekrar omuzuna yatırdım.

"Peki ilk tanıştığımız gece... hangi tavrım sana anneni hatırlattı?" Yanağını başıma bastırdı. Hala olduğumuz yerde sallanıyorduk.

"Saklandığın köşeden fevri ve cesurca dönüşün, sonra yüzüme şüphe ve şaşkınlıkla bakıp kalman... Daha doğrusu yüzündeki o tarifi imkansız duygular...Annemin yüzüne her baktığım zaman sende yansıyan o gizemli duyguları görürdüm."

Derin bir nefes aldım. "İçinde bana karşı doğan hislerinin nedeni-"

"Hayır." diyerek mani oldu sözlerime. "Erkekler annesine benzeyen kadınlara sadece muhtaçlık ve şefkat duyarlar."

"Güzelliğe aşık olurlar." dedim aklıma ilk gelen buydu.

"Çoğu. Ancak bir insana ilk görüşte aşık olabilmek için önce o insanın ruhunu görebilmek gerek. Ruhu görebilmek aslında hissetmektir. Bu Tanrı tarafından bahşedilen çok kıymetli bir lütuftur. "

"Sen benim ruhumu hissettin mi? Ve bu nasıl oldu?"

"Sana o an ne olduysa aynısı bana da oldu. Kainat sanki durdu, sen hariç diğer tüm odak noktalarına kör oldu algılarım. Sadece senin suretin aydıklıktı. Sanki yüzünden başka bir yere baksam nefessiz kalacak ve ölecektim. Bu beni öyle korkuttu ki ne yapacağımı bilemedim." dedi.

Aynısını ben de hissetmiştim fakat beni ilk etapta etkileyen yakışıklılığı olmuştu. Bu su götürmez bir gerçekti.

Başımı göğsünden kaldırmadan susmaya devam ettim.

Yaklaşık bir on dakika sonra kapı çaldı.

"Bizimkiler olabilir mi?" dedim, çünkü bu saatte onlardan başka tanıdık biri buraya gelmezdi. Bakışlarımı televizyonun bulunduğu taraftaki duvara çevirdim, şaşırmıştım. "Saat sabahın dördü olmuş!"

"Sen burada kal." dedi koridora çıkmadan hemen önce. Dediğini yaptım, bekledim. Ama Alain geri dönmeyince peşinden gittim. Kapı açıktı ve öylece sırtı dönük halde ayakta dikiliyordu. Başı biraz öndeydi ve yere bakıyordu sanırım.

"Ne oldu? Kimmiş?" Yanına vardığımda taze kan kokusu aldım. Doğrudan gözlerini takip ederek baktığı yere baktım. Tam eşikte, gri betonun üzerinde kanlı harflerle MUTLU YILLAR! yazıyordu.

*

"Bunu kim yazmış olabilir?" diye sordum. Koridordaydık. Işıkları söndürmüştük, sadece duvarlardaki minik aplikler yanıyordu. Etraf loştu ama yüzünü yinede net bir şekilde görebiliyordum. Ben yerde oturuyordum o ise ayakta dikiliyordu. Kanlı yazı ikimizi de atağa geçirmişti ama ben her an sürpriz durumlarla karşılacağımızın bilincinde olduğum için onun kadar alevlenmemiştim.

"Tabii ki Dragos! Başka kim olabilir ki?"

"Dragos'un Moira'nın yanında yer aldığını mı düşünüyorsun?"

O korkak orospu çocuğu kaçmıştı. Thalia'nın ordusundan saklanmanın bir yolunu bulmuştu. Şimdi de ölen efendisinin kardeşinin yanına sığınmayacakta kime sığınacaktı? "Doğru ya başka seçeneği mi var."

"Aklı sıra bizi tehdit ediyor," Ellerini kemerinin üzerine koydu. "Neden bize ormanda saldırdıkları gece onu öldürmedim ki?"

"O zaman öyle gerekiyordu. Frank'in gözü korkmalıydı."

"Bir işe yaradı mı peki?" Ben cevap vermeyince devam etti. "Hayır."

Sırtımı soğuk duvara yasladım. Yine başlıyorduk. Yine diken üstündeydik. Sevdiklerimi korumak için bu sefer elimden gelenin fazlasını yapmam gerekiyordu. Ama duygusal davranmamalıydım. Lanet mantığımı çalıştırmalıydım!

"Bir şey sormak istiyorum," dedim. Zihnimde bir an da kocaman bir soru işareti belirmişti. "Asena hamile ya, " Başını salladı. "Bu tür vakalar - ben buna bu gözle bakıyorum - daha önce yaşandı mı?"

"Evet." dedi direkt. "Thalia'nın annesi bir insandı."

"Gerçekten mi? Thalia yarı insan mı?"

"Artık değil. Hikayesini tam olarak bilmiyorum ama bir şekilde dönüşüm geçirmiş. Her neyse, sen Asena için endişelenme sakın. Onu koruyacağız biliyorsun. Onu ve bebeğini olabildiğince içinde bulunduğumuz durumdan uzak tutmalıyız."

Continue Reading

You'll Also Like

8.1M 45.9K 16
TÜM BÖLÜMLERİYLE SİZLERLE TAMAMLANDI
4.6K 244 23
"Sana yalvarmayacağım." "Ruhun çoktan dizlerinin üstünde yalvarıyor,"deyip bıçağın sivri ucunu göğüs kafesine değdirdi. Bıçağın parlak yüzeyine yansı...
24.6K 4.5K 40
"Terk edilmiş bir şehir..." Kaşları çatıldı. Kafamı tekrar salladım. İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Kafamın içinde terk edilmiş bir şehir var." ...
620K 23.2K 43
Sevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düş...