YANGIN VE YAKUT

By aromeda8

402K 17.2K 2.3K

Değerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirs... More

GECENİN NEFESİ | PROLOG
GECE MAVİSİ - PROLOG II
1. BÖLÜM: MUTLAK KADER
2.BÖLÜM: ATEŞE ATILMIŞ YAKUT
3. BÖLÜM: SANRI VE SANCI
4.BÖLÜM: YALANLAR VE MUMLAR
5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ
6.BÖLÜM: ÖLÜME SIĞINMAK
7.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
8.BÖLÜM: YAĞMUR VE RÜZGAR
9.BÖLÜM: OLAĞANÜSTÜ DÜŞMAN
10.BÖLÜM: KUTSAL DUDAKLAR
11.BÖLÜM: O ŞEY!
12.BÖLÜM: ZAMAN
13.BÖLÜM: SANCILI TESLİMİYET
14. BÖLÜM: SALDIRI
15.BÖLÜM: SAKLI OLAN
16.BÖLÜM: İTİRAF VE İHTİRAS
17.BÖLÜM: TANRININ HEDİYESİ
18.BÖLÜM: RUHTAKİ ATEŞ
19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS
20. BÖLÜM: ARAF BÜYÜSÜ
21.BÖLÜM: KAYIP KONTROL
22.BÖLÜM: KANLI İNTİKAM
23.BÖLÜM: FİNAL
25. BÖLÜM: KANIN IŞILTISI
26.BÖLÜM: OCAK GÜLLERİ
26. "Savaş için hazırlanmalısın, anne."
27. BÖLÜM: ASENA
KAN VE KEHRİBAR: GİRİŞ

24. BÖLÜM: KAN VE KEHRİBAR

4.1K 337 34
By aromeda8

Aykuşağı serisi II. Kitap
KAN VE KEHRİBAR

*

Keyifli okumalar ❤

Geçti zaman...

Öyle uzun geldi ki sanki bin yıl geçmişçesine bir his filizlendi içime. Ektiğim tüm tohumlar çürük meyveler verdi, bahçeme giren herkes o meyvelerin tatlı kokusuyla zehirlendi. Vicdan azabı, pişmanlık, nefret, sadakat, hırs ve aşk; hepsinin bedelini zor da olsa ödedim. Ama sonu gelmedi, gelmiyordu. Bahçemin tatlı kokusunun zehri içime sızdı sızalı, ruhumda bir zakkum ağacı yeşermeye başladı.

Koparamadım.

Huzursuzca, hırgür içinde yetişen benliğim dizginlendi; bazı şeylerin asla düzelmeyeceğini anladım. Bozulmaktan, sarpa sarmaktan başka bir işe yaramıyordu şansım. Sadece...

"Kuzuların sessizliği." dedi Bilge, zihnimdeki cümleler domino taşları gibi sırasıyla devrildi. Çatık kaşlarımı gevşetip, eğik başımı kaldırdım ve ona baktım.

"Ne?"

"Evdeki sessizlik diyorum." İfademdeki anlaşılmazlığa bakıp gözlerini devirdi."Maşallah sende çok konuşkansın." Elindeki kırmızı topları yapay çam ağacının dalına astı.

"Bence bu kadarı yeterli." dedim yeşil boyun süslerini ona uzatırken. Boyu yetişmediği için sandalyenin üzerine çıkmıştı ve başındaki Noel baba şapkasıyla çok komik görünüyordu. "Bunları da ekle tamamdır."

Evin içine belki bininci kez göz gezdirdim. Duvarlarda rengarenk boyun süsleri, tavanlardan sarkan süslü fenerler, salonun köşesinde toplu halde duran kırmızı balonlar... Şu an her şey harika görünüyordu ama ertesi gün dağınıklığı toplama işi bana kalacaktı. Çünkü Bilge'nin umurunda değildi. O hala işin eğlencesindeydi. Bir buçuk ay öncesine kadar yaşanan tüm olaylardan hala habersizdi. Sadece eski haline nazaran biraz daha olgun davranıyordu. Nedeni belki de Asena'nın hamileliği yüzündendi. O bu durumu büyük bir şaşkınlıkla karşılasa da, sonrasında destek vermişti.

Asena demişken; hamile olması hepimizi - en çokta beni - şaşırtmıştı. Hatta buna şiddetle tepki göstermiştim ama o da bende biliyorduk ki hamile olmasına değil, yıllarca kendine görev bildiği doğrularını bize de dayatması ve sonunda tüm bunları dalga geçer gibi yerle bir etmesiydi. Aynı şeyi ben ya da Bilge yapsaydı, eminim ki benim verdiğim tepkinin on katını verirdi. İşte bu yüzden sinirlenmiştim.

Benden böylesine bir tepki beklemediği için, bu onu hüsrana uğratmıştı ama bu evde hiç kimseye çifte standart uygulanmayacağını birinin ona hatırlatması gerekiyordu. Evet, çok acımazsızca davranmıştım, fakat gelin görün ki tüm o acımasızlığım sanki hiç ortaya çıkmamış gibi bir süre sonra kaybolmuştu.

Haftalar boyu derin bir bunalım yaşamıştı, gerçi hala tam olarak atlatmış sayılmazdı. Bunun yanı sıra ondan sakladığımız sırlara karşın bize tavır almıştı ama çektiği acı daha baskın çıkıyordu. Bir kaç kez hesap sorma girişimlerinde bulunmuştu, hatta Andre'ye bile çıkışmıştı fakat hiç birimizle küs kalamamıştı. Yüzümüzü görmek istemese bile bizden başka sığınacak ve ona yardım edebilecek kimsesinin olmadığının pek ala farkındaydı. Tüm bunların dışında bebeği aldırmayı bile düşünmüştü. Ama Andre, bunu duyar duymaz öfkeyle karşı çıkmıştı. O bebeklerinin doğmasını istiyordu. Ama çok riskliydi! Karnında ki normal bir bebek değildi, yarı vampir yarı insan ve... Yarısı da benim türümdü.

Bu kulağa imkansız gibi gelse de gerçek buydu işte. Hamile olduğunu öğrendiğimiz günden bir hafta sonra Asena, göz yaşları içerisinde başına gelenleri itiraf etmişti. Frank, onun rahmine, yüzyıllardır sakladığı Kurtlan zehrini enjekte etmiş ve bebeğiyle beraber ölüme terk etmişti. Ama zehir mucizevi bir şekilde aksine işlemiş, hem annenin hem de bebeğin damarlarına uyum sağlamıştı.

O iblis, ölürken bile yapacağını yapmıştı. Yaşananlar daha dün gibi hafızamın içinde yankılanıyordu. Onunla karşılaştığım güne kadar bana ve soyumdan gelenlere yaptıklarına dayanabilmiştim ama annemin ölümüne sebep olduğunu söylediğinden bu yana içimde yeni bir ateş filizlenmişti ve bir türlü sönmek bilmiyordu. Eleanor, kız kardeşinin intikam almaya geleceğinin haberini vermişti ama korkmuyordum. İçimdeki nefret ateşini yeni düşmanımı öldürerek söndürecektim.

Şimdilik tek sorunum Asena'ydı. Onun sağlıklı bir şekilde hayatta kalmasıydı. Yalnız önemli bir nokta vardı; doktora götüremiyorduk, herhangi bir sağlık kontrolünden geçemiyordu, çünkü mutlaka tahlillerde bir gariplik olduğu anlaşılırdı.

"Sima!" Bilge kulağımın içinde çınlayınca irkildim. "Şunu da ver." elini uzatmış bekliyordu.

Bilge, artık tüm gerçeği biliyordu. Olanları korkuyla değil ihtiyatla karışlamıştı ve Asena'ya nazaran bana kızmamıştı bile. Yaşına göre olgun davranmış ve yanımda olduğunu dile getirmişti. Başından beri yaşanan tuhaflıkların, o korkunç saldırının arkasında yatanı fark etmişti. Bundan böyle ondan ve Asena'dan gizli saklı yapmayacak olmam içimi rahatlasa da tehlikede oldukları gerçeği değişmiyordu.

"Yahu yeter artık, ağacı mahvettin. Yapacak başka işin yok mu senin?" Dedim.

"Herhalde yok. Biliyorsun, süsleme işi benden sorulur." Kendiyle övünür gibi gülümsedi. "Yemek yapma işi de Asena'dan." Sandalyeden atladı, ellerini belinin iki yanına yerleştirdi. "Çok güzel oldu." dedi küçük boyuyla, iki metrelik çam ağacının yanında cüce gibi görünüyordu.

"Şu tipine bak," Başından şapkasını aniden alıp, "Bu ne şimdi?" dedim.

"Ver şunu."

Kolumu havaya kaldırdığım için zıplayarak şapkayı almaya çalışıyordu. "Biraz daha zıpla kızım." Kıvırcık saçları yay gibi dalgalanıyordu. Bir de makyaj yapmıştı ama dürüst olmam gerekirse, gerçekten çok güzel olmuştu. "Al hadi." dedim nefes nefese kalmasına dayanamayıp.

"Ne giyeceksin?" diye sordu, şapkayı başına geçirirken. Ben henüz cevap vermemişken sandalyeye yeniden çıktı ve süsleri düzeltmeye başladı.

"Görmüyor musun? Giyiniğim zaten."

Korkunç bir şey duymuş gibi gözlerini açtı ve üzerimi süzdü.

"Kot ve kazak?" Başımı evet anlamında salladım. Bir süre durdu ve aniden bağırmaya başladı. "Asena!..."

"Ne yaptığını sanıyorsun?"

"Sen sus!"

Bir elimle saçımın ön kısmını kavrarken, diğer elimi belime koydum."Of!"

İkimizde bir süre Asena'nın cevap vermesini bekledik ama beklentimize karşılık alamayınca pes ettik. Belimde ki elimi serbest bırakırken, diğer elimle Bilge'nin kolunu tuttum ve sandalyeden aşağı inmesini sağladım.

"Zaten evde olacağız, neden süsleneyim?" diye sordum.

"İyi böyle bakımsız dur." Sandalyeyi eline alıp, çıkışa doğru yürümeye başladı. "Erkek Fatma." Gözlerimi devirdim. Kendimi yakınımda bulunan üçlü kanepeye atmadan evvel, Bilge'nin bana yakıştırdığı o sözü sesli bir şekilde düşündüm.

"Erkek Fatma mı?" Ne yani, o kadar mı kötü görünüyordum? Kanepenin kolluğuna oturdum, ellerimi birleştirip açık kalan bacak arama koydum.

"Sizinkiler biraz sonra gelir." Bilge, salona dönüş yaparken gevezeliğe devam ediyordu. "Asena, çok güzel giyinmiş. Andre kesinlikle bir kez daha aşık olacak ona." Sözlerinde iğneleme vardı.

"Ne?" dedim, omzumun üzerinde ona bakarak. "Bana laf mı çarpıyorsun sen?"

Omuzlarını silkti. O esnada Asena salona giriş yaptı. Üzerinde diz hizasında biten pudra pembesi triko bir elbise vardı. Saçlarını ilk kez düzleştirmişti ve ön kısımdaki saçlarını arkaya doğru toplamış, bebek yüzünü açığa çıkarmıştı.

Flashback

Zaman sıkıntılıydı. Zaman sancılıydı. Zaman duygusuzdu; ruhsuz, tatsız ve tuzsuz... Benim gözümde asla hataya yapmayan, tamamen mükemmel bir Tanrıça olan Asena, şimdi bedeninin gizli kafesinde saklanan o küçük canı barındırıyordu. Saniyeler gözyaşı görevi üstleniyor, bu evin içinde yaşayan tüm varlıkların üzerine bir yağmur gibi yağıyordu. İncecik bir rahimin çadırında uyuyan zararsız bir canlı tüm dengeleri değiştirmişti. Bir anda olduğumuzdan daha tedirgin, daha ürkek ve daha mutsuz etmişti bizleri. Onu isteyip ya da istememek değildi mesele. Tüm mesele davetsiz düştüğü ruhun sahibiydi. Annesi. Bu sıfat her ne kadar Asena için biçilmiş bir kaftan etkisi görse de, benim açımdan inanılmaz şekilde zordu. Onun için ise; pişmanlık, korku, kırık bir sevinç. Hissettiği cılız mutluluk yaraya batırılan tuz gibiydi.

"Karnı ne zaman büyüyecek?" diye sordu Bilge, Andre'ye. İkisi de büyük pencerenin yanında karşılıklı konuşuyorlardı. Aslında konuşan bizim kızdı. Taze baba adayı büyük bir sabırla bizim küçük gevezenin sorularını dinliyor ama cevap vermiyordu. Onun yerine her defasında Eleanor yanıtlıyordu.

"Henüz çok erken." diye cılızca mırıldandı Elenaor. Salonun ucundaki tekli kanepede oturuyordu.

Terleyen avuçlarımı dizlerime sürttüm. Üşüyor gibiydim. Günlerdir odasına kapanan kuzenimin halini deli gibi merak ediyordum, bu da bende garip semptomlara neden oluyordu. Arada bir ani titreyişler geçiriyordum, sağ göz kapağım kendi kendine hareket ediyordu. Alain, son zamanlarda yaşadıklarımıza bağlıyordu bu tuhaf tepkilerimi.

Ona da üzülüyordum... Bizimle birlikte perişan olmuştu; bir an bile yanımızdan ayrılmamıştı. Asena'nın kapısına gidip dışarı çıkması için defalarca ikna etmeye çalışsa da başaramamıştı.

O odadan duyduğumuz tek şey, hıçkırık sesleriydi.

"Asena, lütfen aç kapıyı..."

"Git buradan!"

"Neden bize bu kadar öfkelisin? Acını anlıyorum ama-" Kapıyı aniden açtı. Kan çanağına dönmüş gözleri öfkeyle parıldıyordu.

"Ne mi yaptınız? Bize başından beri yalan söylediniz! Gerçekleri sakladınız." Kolunu havaya kaldırdı ve savurdu. "Hepiniz! " Salona doğru bağırdı. "Bizi aptal yerine koydunuz! "

"Bilge ve seni korumaktı tüm amacım - amacımız." Mimikleri söylediklerimi küçümser gibi belirginleşti. Asena için benim geldiğim soy ve ne olduğum önemli değil gibiydi. Onun tek derdi her şeyi ondan gizlememdi. "Her şey zaten akıl almaz bir boyuttaydı ve sizi de dahil edip benimle birlikte acı-" Kapıyı aniden yüzüme kapattı. "Sonsuza dek orada kalmayacaksın!"

*

Beynimi taş ve çekiç yardımıyla ezen yakın zaman anıları, yanlışlıkla açılan televizyonun yüksek sesiyle parçalandı. Asena'nın eli, yakınında bulunan kumandaya değmişti. Ben anılara dalmışken, çoktan yanıma gelmiş ve büyük sehpaya oturmuştu.

Rastgele açılan son dakika haberine kayarken bakışlarım, zihnim kendini toparlamaya çalışıyordu. Televizyonda, bu gece aniden bastıracak olan kar yağışının uyarısı veriliyordu. Büyük bir fırtına kopacağını ve halkın dikkatli olmasını söylüyordu, spiker.

Umursamazca "Benzer haberler." dedi, kumandanın kırmızı tuşuna basarken. Sonra bana döndü. "Belki bu gece Alain ile dışarı çıkarsınız? Hatta belki hep beraber çıkarız, meydandaki kutlamaları kaçırmak istemiyorum."

"Ben de!" diye bağırdı Bilge, uzaktan.

Asena boynunu ileri doğru uzatıp bağırdı. "Laf yetiştireceğine dolaptan tabakları ve bardakları çıkar." İstemsizce sırıttım. "Ne oldu?" diye sordu gülümsediğimi görünce.

"Senin eski haline dönmene seviniyorum." dedim. Karnımın üzerinde birleştirdiğim ellerimi çözdüm ve birini ona uzattım.

"Tam olarak değil." Elimi sıktı. Güçlü kalmaya çalışıyordu. İkimiz de iç geçirdik. Ne kadar süre geçtiğini hesaplamadım ama uzunca bir zaman dilimi boyunca sessiz kaldık. "Hadi," dedi hala elimi tutuyordu. "Kalk ve üzerine uygun bir şeyler giyin." Gözlerimdeki olumsuzluğu görünce ekledi. "Alain ile tanışmanızdan bu yana hiç pantolon ve kazaktan başka bir şey giydin mi?"

"Hayır."

Tek kaşını kaldırırken başını salladı. "Giyimini kötü açıdan eleştirmiyorum beni yanlış anlama. Kötü giyinmiyorsun hatta görünüşünüz bile çok uyumlu ama bu gece önemli bir gece ve en azından bir kereye mahsus da olsa giyimine özen göster."

Kaşlarımı çattım. "O beni bu şekilde beğeniyor."

"Tabii ki beğeniyor, aksini iddia eden mi var? " Bana doğru eğildi. "Bak, eminim ki o da bu geceye özel giyinecektir."

"Alain, takım elbiseden nefret eder." dedim, üste çıkmaya çalışarak.

"Ben de topuklu ayakkabıdan nefret ederim." Geride duran tek ayağını öne çıkarıp gösterdi.

"İstisnalar kaideyi bozmaz." diye mırıldandım.

"Yani."

"Ne yapmam gerekiyor? Elbise mi giyineceğim?" Zihnimin içinde ağzına kadar koyu-soluk renklerle dolu gardırobum beliriverdi ve içlerinde tek bir tane bile elbisemin olmadığı gerçeği de.

"Benim kıyafetlerimden ödünç alabilirsin." dedi, ne düşündüğümü anlayıp.

"Eleanor geldi." diye bağırdı Bilge henüz zil bile çalmadan. Asena, göz kırparken ayağa kalktı ve çıkışa doğru gitti.

Yavaşça doğrulduktan sonra oturur pozisyonu aldım. Alain beni sürekli bu giyim tarzı içerisinde görmüştü; siyah tayt, kot pantolon sonra koyu renkli kazaklar, siyah botlar... Acaba bu görüntümden sıkılmış olabilir miydi? Bu özensiz hallerim onda antipati yaratmış olabilir miydi? Ama asıl soru şuydu; aşık bir adam sırf bu tür sorunlar yüzünden aşık olduğu kadından kolayca soğur muydu?

"Sima, sürekli saçmalıyorsun." diye sesli bir şekilde mırıldandım.

"Evet, saçmalıyorsun." dedi Eleanor. Paldır güldür adımlarla kanepenin etrafından dolandı ve soluğu dibimde aldı. "Bu halin ne?"

"Sizin sorununuz ne?" diye bağırdım. "Ciddiyim. Neden hepiniz bana taktınız?" Eleanor kimsenin konuşmasına fırsat vermeden, bileğimden tutup beni koltuktan kaldırdı. Son anda ona karşı dirensem de başaramadım çünkü çok güçlüydü. "Güç için iksir falan mı içiyorsun?"

*

On beş dakika boyunca odamda yatağıma serdiğim elbiseyle bakışıp durduk. Ne o gel beni giy diyordu, ne de ben giymek için can atıyordum. Aslında güzeldi, yani giyebileceğim bir modeldi ama ne var ki alışık değildim.

Omuzları açıktı, etekleri dizimden on parmak yukarıdaydı. Asena bu elbiseyi nereden almıştı? O böyle şeyler giyer miydi? Bu kadar kısa? İç çekip, işe koyuldum.

Elbise vücuduma tam oturmuştu ve kıvrımlarımı o kadar güzel ortaya çıkarmıştı ki... Kırmızı renk, beyaz tenimle etkileyici bir uyum sağlamıştı. Uzun zamandan sonra ilk kez koyu renklerden başka bir rengi kendime yakıştırmıştım.

Salondan gelen neşeli gürültüleri duyuyordum, bir yandan da kadife ayakkabılarımı giyiyordum. Aptal topuklu ayakkabılarımı. Bunlar yanılmıyorsam iki yıl önce almıştım ve belki de bir kez giymiştim. Odanın içinde birkaç gez yürüyerek alışmaya çalıştım ama sabrım bu gibi şeyler üzerinde direncini koruyamıyordu. Tekrar yatağıma oturdum ve sivri ayakkabılarımı topuklarından tutup bir hışımla ayağımdan çıkardım. Odanın ortasına gelişi güzel fırlatırken homurdanmadan duramadım.

Bunlar yerine daha uygun bir ayakkabı giyebilirdim. Mesela zaman zaman giydiğim ve çok sevdiğim bilek botlarım vardı, bence onlar bu elbisenin altında gayet uyumlu bir görünüm sağlardı. Yataktan inip, dizlerimi kırdım ve yatağın altına göz gezdirdim. Annemden öğrendiğim bir alışkanlıkla, ayakkabılarımı kutularıyla birlikle daima yatağımın altına istif ederdim.

Fazla ayakkabım yoktu, yani bir elin beş parmağını bile geçmezdi. Bu yüzden bulması hiçte zor olmamıştı. Yeşil dikdörtgen kutuyu çıkarıp parkenin üzerine koydum, geri kalan kutuları ise eski yerlerine gönderdim.

Botlarımı giymeden önce içinde katlı duran özel bezi ile temizleyip parlattım. Uzun süredir elime almadığım için gözüme yeni gibi görünmüştü.

Aynanın karşısına son kez geçip, kıyafetimle olan uyumlarına baktım. "Bence oldu." diye mırıldandım. Her ne kadar topukların uzunluğu standart ölçüleri aşsa da ve boyum bir zürafa gibi uzamış olsa da, aynada ki kızı beğenmiştim. Diğer kızlar gibi öz güvenle gülümsemek istedim ancak nedense beceremedim. Yapamadım. Ama biraz zorlayınca yapmacık da olsa gülümseyebildim.

Tam o esnada Bilge kapının ardından seslendi. "Geldiler."

Kalbim tekledi. İçim sıcak sıcak kaynamaya başladı ve ısı hızla bedenime yayıldı.

"Tamam." Boğazım kurumuştu. Hislerim karmakarşıktı şu an. İlk defa farklı görünüyordum ve buna sadece bir gecelikte olsa alışmam zor olacaktı. Aslında bu karmaşıklığı yaratan tabii ki süslenip makyaj yapmam değildi, Alain'in bu görüntüm hakkında ne düşüneceğini merak etmemdi. "Sakin." dedim kendi kendime. "Sakin."

Merdivenlerden inerken dizlerimi zar zor kontrol edebiliyordum, öyle ki tırabzanlardan destek almak zorunda kalıyordum. Diz kapaklarımda çelik etkisi yaratan ani kilitlenmeyle, bakışlarımı, oturma odası ve holün birleşme noktasında bekleyen siyah kartala odakladım. Siyah kartal tüm ihtişamıyla mekanik ve çarpıcı bakışlarını bulunduğum tarafa çevirdi. Gözlerimiz buluştuğu an, anlayamadığım bir güç kol küreklerime hafif bir baskı uygulayarak beni aşağı doğru itekledi ama tahta zemine öyle bir çakılmıştım ki kimsenin beni buradan sökmesine imkan yok gibiydi. Üstelik onun gözleri... Ruhumun gırtlağına pençeleriyle çökmüş, fani bedenimden koparmaya çalışıyordu. Boğazım zorlanıyor gibiydi ama hemen sonra bunun heyecan yüzünden nabzımın şah damarımda çılgınlar gibi atması sonucunda gerçekleştiğini anladım.

Bir şey söylemek istedi ama son anda vazgeçti. Bana doğru yavaş ve zarif adımlarla yaklaştı. Benimse yüzüm cayır cayır yanıyordu. Genelde kızarmazdım, ama yüzümün domates gibi olmadığını iddia edemezdim. Gerçi öyle olsa bile taşıdığım kimyasal maske bunu saklardı.

"Çok..." dedi, dudakları egzotik bir hazla kıvırılırken. Tepkisi daha çok heyecanlanmama neden oldu. "Güzelsin." Kaşlarını çattı ve sanki daha fazla şey söylemek istiyormuş gibi ya da zihninde yeterli kelimeler arıyormuş gibi düşündü. "İnanılmaz görünüyorsun!"

"Teşekkür ederim." dedim lanet dilim bir çıngıraklı yılanın çıkardı çatlak ses gibi tutulmuştu. Ve boğazım kurumuştu. Organlarımın piştiğini hissedebiliyordum, bedenimi hissetmiyordum. Kollarımı, bacaklarımı hatta başımı bile. Her an Alain'in kollarına düşebilirdim. Bu düşünce edepsiz yanımı kışkırtmaya yetmişti hatta hınzırca sırıtmasına sebebiyet vermişti. Bir an bedenimin ona doğru devrilmesini fark edince gizli dileğimin gerçekleştiğini sanıp kalp krizi geçirecektim, ta ki Alain'in elimi tutup beni kendine doğru çektiğini fark edinceye kadar. Onun soğuk eli bile tenimde yükselen ateşi söndüremiyordu.

Son iki basamağı inerken hala yüzüne bakıyordum. Keskin gözleri bacaklarımdaydı. İstemeden de olsa bu bakışları baldırlarımın kasılmasına neden olmuştu. Merdivenden iner inmez boylarımızın birbirine yaklaşıp yaklaşmadığına baktım ama o hala çok uzundu. Topuklularla bir seksen üstü olmuştum ve buna rağmen boy eşitliği sağlayamamıştık.

Gözlerim, kuzgun karası saçlarından çenesine, oradan da kıyafetine aktı; bizim kızlara hak vermem lazımdı, çünkü Alain bu gece için dış görünümüne epey bir özen göstermişti. İlk defa beyaz gömlek giymişti ve sanki bu rengi saklamak istercesine, lacivert süveter ile kombin etmişti. Pantolon olarak koyu lacivert tercih etmişti ve oldukça pahalı görünen parlak şık ayakkabılarla da mükemmel görünüyordu. Onun içerisinde bende hipnoz etkisi yaratan mistik kokusu da bu gece tatlı bir işkence olacak gibiydi bana.

Saat dokuzu beş geçiyordu.

Yürüdüğüm bu tehlikeli yolda, karşıma çıkan dikenli telleri, kanlı elleriyle söküp alıyordu; canının yanıp yanmamasını umursamadan parçalıyordu, ta ki artık bana zarar vermeyeceğinden emin olana dek. Ama fark etmeden önüme döküyordu gece mavisi alevlerini, akıyordu ateşten bir nehir gibi ve uzanıyordu doğru gibi görünen ya da tamamen yanlış olan geleceğime doğru. Kadere istinaden dile getirdiği isyanını benimle paylaşıyordu. Izdırabını hissediyordum ve en kötüsü de kelimelerle anlatacak kadar dağarcığım yoktu, ki zaten hiçbir zaman yeterince olmamıştı.

Hayatıma bir yıldırım gibi düşmeden önce, inancım zifiri bir karanlıktı, ufacık bir aydınlık bile sızmıyordu. Enkaz altında can çekişiyordum ve biri veya birilerinin beni fark etmesini ümit ediyordum ya hani, işte o birden ve birilerinden çok her şey oldu bana. 'Bir insanın kurtarabileceği her şekilde kurtarmıştı.' demişti Rose, Jack için. Alain'de beni her şekilde kurtarmıştı ve kurtarmaya, koruyup kollamaya devam ediyordu. Gözbebeklerinde okyanusun kalbini taşıyordu, irislerinde ise kainata çöken karanlığın maviliğini.

Deyim yerindeyse, kırk yıl düşünsem asla aklıma gelmezdi bir adama böyle delicesine aşık olacağım. Onun uğruna bütün limanları yakacağımı, kırık inançlarımdan ödün vereceğimi, tabularımı yıkacağımı; günaha girecek kadar çok seveceğimi. Ancak kolay olmamıştı. İnadımın bel kemiğini kıran tek adam olsa da, onaran da yine o olmuştu.

"Bu gece seninle yalnız kalmak istiyorum." Dedi, kulağıma eğilmişti ve buz alevi dudakları tenimi gıdıklıyordu. Usulca yutkundum. Cevap veremedim. Alain benimle konuşurken artık eskisi gibi çekinmiyordu, mesela dokunurken ya da kolunu boynuma dolamak isterken izin istemiyordu ki zaten istemesine gerek yoktu. Sadece şimdi biraz daha cüretkardı. Ben romantik biri değilim deyip duruyordu, aslında hem romantikti hem de sertti. Bunu nasıl dengelediğini bilmiyordum ama başarıyordu. Bir bakıma bende onun gibiydim. Başlarda adeta yontulmamış bir odun görüntüsü sergilediysem de, şimdi öyle değildim. Tıpkı onun gibiydim, ne romantik ne sert. Ayrıca hala aklımdakileri kolay kolay dile dökememeye devam ediyordum.

"Evet, yeni yıla son on saniya kaldı." Diye sevinç çığlığı kopardı Bilge. "Işıkları yakıp söndüreceğiz tamam mı?"

Gözlerimi Alain'e çevirdim. Kaşlarını kıvırmış, ifadesine de tatlı bir gülüş kondurmuştu. Diğerleri ondan geriye sayarken, Alain başını hafifçe salona doğru çevirdi, sonrasında yavaşça bana döndü ve ani bir hamleyle beni kolları arasına alıp merdiven boşluğunun karanlık kuytusuna götürdü.

"Rujunu sevdim," dedi baş parmağını alt dudağıma bastırırken. "Genel olarak ruj sürmeye alışık olmadığın için seni rahatsız ediyor olmalı."

"Biraz," dedim heyecan içinde. Az önce ki sinirimden eser yoktu şu an. Ona yansıttığım yüksek derecede ki adrenalini hissetmesi üzerine, aniden burnunu burnuma dayadı ve tutkuyla fısıldadı.

"O zaman onu," Üzerime doğru eğildi, gözlerimi sımsıkı yumdum. "Dudaklarından söküp almalıyım?"

Fısıldadım. "Al."

Ve içimdeki tüm arzular, ruhumun yıpranmış duvarlarını boyadı. Onun diri dudaklarıyla buluşan dudaklarım canlandı, hiç bilmediğim bir ritimle dans etmeye başladı. Dilimin üzerinde ki o yavan tadın yerini farklı ve tatlı bir aroma aldı. Sanki ağzımın içinde patlayan şeker tanecikleri vardı ve dudaklarımın her hareketinde parçalanıp dört bir yana dağılıyorlardı. Bunun yanı sıra hiç beklemediğim bir anda kadınlığımın gizli geçitlerinde ki hareketlilik sarsılmama neden oldu. Dudaklarımız iki saniyeliğine ayrıldığında gözlerimi yavaşça araladım. Onun yanan mavi gözleri kararmıştı, kavruluyordu ve kendiyle beraber istekli benliğimi de yakıyordu.

"Mutlu yıllar, ay ışığım!" diye fısıldadı.

Salondan yükselen coşkulu seslerin arasından yakaladığım son rakamlar ve dışarıda patlayan havai fişeklerin sesleri, Alain'in dudaklarıma yeniden yapışmasıyla beraber karanlığa gömüldü.

***

Salonda Reamonn - Tonight' şarkısı çalıyordu. Asena ve Andre bir şey hakkında tartışıyordu. Eleanor çam ağacının yanında elindeki şarap kadehi ve yüzünde oluşan komik bir ifadeyle ikisini seyrediyordu.

Ve olanları münasip bir yerine bile takmayan Bilge, kanepede bağdaş kurmuş, kucağındaki cam kasenin içinde olan tüm çerezleri midesine indirmekle meşguldü. Özellikle de çam fıstıklarını. Alain ve ben ise kimseye fark ettirmeden dışarı çıkmanın fırsatını kolluyorduk.

"Hadi hediyeleri verelim!" diye bağırd Bilge. Elindeki kaseyi kabaca sehpaya koydu.

Tam da o an da Alain "Hadi gidelim artık." Elimi tuttu. Hemen portmantoya uzanıp ceketimi aldı. Dış kapının yakınında olduğumuz için kaçışımız gayet kolay oldu.

Bahçeden çıkar çıkmaz "Meydandaki kutlamalara katılmak ister misin?" diye sordu. İki saniye kadar düşündüm. Aslında biraz kafa dağıtmak iyi olabilirdi her ne kadar beynimin içi konser alanı gibi olsa da.

"Tamam." Dedim, mimiksizce gülümseyerek. İşaret parmağı ile baş parmağını iki yana açarak, çenem ve alt dudak kenarlarımın altındaki boşluklara dokundu.

"Gülümseyince buraların da küçük çukurlar oluşuyor," Tebessüm etti. "Bu görüntüyü seviyorum."

"Normalde insanların yanaklarında olur." Dedim önemsizce. Gerçi yanaklarımda da belli belirsiz gamzeler vardı. Kolunu boynuma dolayıp beni kendine çekti. Yürümeye başladık.

"Sen sıra dışı olanların safında bulunuyorsun."
"Espri miydi?" Dedim başımı ona kaldırıp.

Kahkaha attı. Derin bir soluk alırken omuzlarının hareket etmesine izin verdi. "Aslında değildi. "

*Piata Sfatului meydanı rengarenkti. Havai fişek gösterisi devam ediyordu. Çocukken bu renkli ve gürültülü kutlamaları severdim ancak ne zaman havai fiseklerin kuşları korkudan öldürdüğünü öğrendim işte o zaman nefret ettim.

İnsan yığınından oluşan, renkli meydanı birazcık ardımızda bıraktık. Meydandaki o koskocaman ışıklı Noel ağacının etrafında, yüksek sesle çalan hareketli şarkı eşiliğinde dans eden insanları seyrederken Alain'in alnı başıma düştü. Kollarını yine bedenime zincirledi, alnını başımdan çekti ve eğilerek dudaklarını kulağımın üzerine değdirdi. Konuşmak ister gibi dudaklarını araladı ama nefesinden başka bir şey sızmadı dudaklarının arasından. Etrafımız gürültülü olsa da, ikimiz yan yanayken her şeye sağır olabiliyorduk.

"Bir sonraki rotamız neresi?" diye sordum. Ellerimi belimi sarmalayan sert kollarının üzerinde gezdiriyordum.

"Sen nereyi istersen orası." dedi dudakları saçlarımın arasında geziniyordu. "Ama önce hediyeni vermek istiyorum."

"Senden hediye istememiştim, ayrıca sen de benden istememiştin unuttun mu?"

Kıkırdadı. "Hile yaptım." dedi arsız bir ses tonuyla.

"Hileyi ne çok sevdiğini unutmuşum. Verdiğin sözde durmadın. Sana ceza vermeliyim."

"Ne verirsen... Konu sen olunca boynum kıldan ince." Gülüyordu, nefesine gülüşünün ritmi vuruyordu. Derin bir nefes aldım. Önce başımı sol omzuna yatırdım, ardından çekici olmaya çalışarak kıvrılıp yönümü ona çevirdim. Tabii ki olamadım. Elleri belimi kavradı, ben de kollarından tuttum.

"Aslında bu cezayı kendi çıkarım için vereceğim," dedim. Gözlerini şüpheyle kıstı. Sinirlenmemesini ümit ederek kelimeleri sıraya dizdim. "Bana nasıl avlandığını göstermeni istiyorum." Tabii ki sinirlendi. Merakla kısılan gözleri şimdi öfkeyle aralanmıştı. "Cezan bu." Tek kaşını kaldırırken, konuşmak adına dudakları aralandı ama koşamadı. Ellerini belimden çekerken dişlerini sıktı.

"Bana bunun için söz vermiştin unuttun mu?" dedim.

Bir iki adım geri gitti sonra hiç beklemediğim bir anda "Neden hala vazgeçmiyorsun?" diye sesini yükseltti. "Neden ısrarla görmek istiyorsun? Eline ne geçecek?"

"Merak ediyorum. Senin o yönünü de tanımak istiyorum." dedim. Gözlerinde bir sarsıntının yansıması belirdi, ani esen bir rüzgar gibi geçip gitti.

"Tanımasan olmaz mı?" Sesi şimdi daha alçaktı ve kararımdan dönmemi bekliyordu.

"Olmaz." dedim başımı iki yana sallayıp. "Söz vermiştin."

Gürledi. "Ben..." Sakinleşmek adına derin bir nefes alırken gözlerini kapatıp açtı. "Sana söz vermedim."

"İnkar etme!"

Dudaklarından sert bir küfür kaçtı. Sonra o küfürlerin ardı arkası kesilmedi. Çok sessizdi ama ben duyabiliyordum.

"İyi o halde. Gel de gör!"

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 100K 26
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
620K 23.2K 43
Sevmek biraz da vazgeçmektir aslında. Biraz kendinden vazgeçersin... Biraz da hayallerinden...Bazen ise sevdiğin için hayatını altüst edersin hiç düş...
24.6K 4.5K 40
"Terk edilmiş bir şehir..." Kaşları çatıldı. Kafamı tekrar salladım. İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Kafamın içinde terk edilmiş bir şehir var." ...
14.2M 228K 116
Bir kadın.. Bir adam.. Bir ev.. Peki bu üçü bir araya geldiğinde neler olacak dersiniz? Merak ediyorsanız Cihangir 'Numara 12'de buluşalım.