YANGIN VE YAKUT

By aromeda8

402K 17.2K 2.3K

Değerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirs... More

GECENİN NEFESİ | PROLOG
GECE MAVİSİ - PROLOG II
1. BÖLÜM: MUTLAK KADER
2.BÖLÜM: ATEŞE ATILMIŞ YAKUT
3. BÖLÜM: SANRI VE SANCI
4.BÖLÜM: YALANLAR VE MUMLAR
5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ
6.BÖLÜM: ÖLÜME SIĞINMAK
7.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
8.BÖLÜM: YAĞMUR VE RÜZGAR
9.BÖLÜM: OLAĞANÜSTÜ DÜŞMAN
10.BÖLÜM: KUTSAL DUDAKLAR
11.BÖLÜM: O ŞEY!
12.BÖLÜM: ZAMAN
13.BÖLÜM: SANCILI TESLİMİYET
14. BÖLÜM: SALDIRI
15.BÖLÜM: SAKLI OLAN
16.BÖLÜM: İTİRAF VE İHTİRAS
17.BÖLÜM: TANRININ HEDİYESİ
18.BÖLÜM: RUHTAKİ ATEŞ
19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS
20. BÖLÜM: ARAF BÜYÜSÜ
21.BÖLÜM: KAYIP KONTROL
22.BÖLÜM: KANLI İNTİKAM
23.BÖLÜM: FİNAL
24. BÖLÜM: KAN VE KEHRİBAR
25. BÖLÜM: KANIN IŞILTISI
26.BÖLÜM: OCAK GÜLLERİ
26. "Savaş için hazırlanmalısın, anne."
KAN VE KEHRİBAR: GİRİŞ

27. BÖLÜM: ASENA

3.6K 299 9
By aromeda8

Asena...

Her şey yalandı. İnandığım, bildiğim her şey palavraydı. Dünya dürüst değildi. Sevdiklerim dürüst değildi. Karnımdaki şişlik benim hayatımı kökten uca değiştiren, işlediğim günahın bir meyvesiydi. Beni mahvetmişti. İçimde hissediyordum onu, çok tuhaf ama gerçekten hissediyordum. Annelik denen o kutsal duygu henüz içime işlememişti. Şaşkındım, korkaktım ve gözü yaşlıydım. Andre'ye duyduğum aşk sonsuzluk gibi, kör bir gözün kendi yarattığı ışıktan başka bir ışığı görmemesi gibiydi. Onunla birlikte olduğum için pişmanlık yaşamamıştım başlarda ama kaçırılmam ve aşık olduğum adamın bir vampir olduğunu öğrenmem, rahmime sızan o zehirli lanetten sonra vicdan azabı, koca bir yokluk gibi sardı her tarafımı. Eğer annem yaşasaydı beni anlar mıydı? Yasmin teyzem yaşasa beni kınar mıydı?

Sima bana çok kızmıştı. Belki kendince haklıydı ama yalancılığıyla bana kızmaya hiç ama hiç hakkı yoktu. Yaptığım bu şey beni ilgilendiriyordu, onun yaptıkları ise hepimizi. Andre'nin bir vampir, kuzenimin ise doğaüstü bir varlık olduğuna hala inanamıyordum. Düşündükçe çıldırmanın eşiğine düşüyordum. Herkese kızgındım. Herkesten nefret ediyordum. Ne Andre'nin ne Alain'in ne de Sima'nın yüzünü görmek istiyordum. Bilge, tüm bu olanları sıradan bir durummuş gibi kabul etmişti. Ve sanki böyle yaparak o da bana ihanet etmişti.

Aradan iki hafta geçti. Kısa gibi görünen cehennemden farksız koca iki hafta! Odamdan çıkmadım, kimseyle konuşmadım. İşe bile gitmedim. Zaman zaman karnımdaki misafirle konuştum. Kendimi tam anlamıyla bir aptal gibi hissediyordum. Hamileydim! Üstelik yarı vampir yarı WolMec denen o saçma bir varlığa! İnsan mıydı ya da çirkin bir yaratık mı? Defalarca aldırmayı düşündüm ama Andre izin vermedi. Bir yanım ondan ölesiye nefret ediyordu diğer yanım ise hala delicesine aşıktı. Durumlara onun gözünden de bakmak istiyordum aslında. 'sana anlatmayı o kadar çok istedim ki' demişti. Yine de saklamıştı. Onu belki affedebilirdim ama ya Sima'yı? Peki ya kendi kanımdan canımdan olanı affetmekte zorlanırken, aşık olduğum adamı nasıl kolayca affedebilirdim?

Kendimle çelişiyordum. Lanet beynim bana oyunlar oynuyordu. Kafamın içi labirent gibiydi. Ah Asena, işin içinden çık çıkabilirsen şimdi...

Belki iki saat boyunca uzandığım küvetin içinde yavaşça doğruldum. Normal şartlara göre hızlı büyüyen karnımdan gözlerimi alamıyordum. Bir aylıktı ama iki aylık gibi görünüyordu. Gözlerimden akan yaşlar, içimdeki hıçkırma istediğimle artık baş edebiliyordum. Çünkü güçlü olmak zorundaydım. Karnımdaki şey her neyse onu içimde tuttuğum sürece savaşmalıydım. Belki bu insan bedenime ağır gelen bir doğum olacaktı ve belki de ölecektim, fakat yine de o zamana kadar gücümü korumalıydım. Rahmimdeki Wolmec zehri hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bana ne gibi zararları olabilirdi? Ayrıca neden bebeği öldürmemişti? Frank'in bu zehri bana verirken ulaşmak istediği amacı şüphesiz bebek ve beni öldürmekti. Ama zehir kötü bir etki göstermemişti. Aksine, her ne kadar depresif, ağlak zamanlar geçirsem de bedenim hiç olmadığı kadar dinçti. Enerjiktim. Sadece odanın içinde dört dönen bir ruh gibiydim. Ama yine de içimdeki sıkıntıdan kurtulamıyordum. Çünkü konuşamıyordum. Derdimi anlatamıyordum. Bu tıpkı, bir yazarın eline aldığı beyaz kağıda saatlerce bakması gibi, bu süre zarfında kalemi bir kere olsun o beyazlığa değdirememesi gibi. Sonrasında buruşturup kenara atması ya da masadaki tüm malzemeleri tek bir darbede etrafa saçması gibi. Acı veriyordu, zihnimi çıkmaz bir kaosa sürüklüyordu.

Bir müddet sonra başka çaremin olmadığını kabullenmiş ve depresif hallerime bir son verme kararı almıştım yani ailenin içine karışmıştım. Onlara hala inanılmaz derecede kızgındım. Yalnızca öfkem kendini sevgiye bıraktığı zamanlarda yanlarında bulunuyordum, tam tersi bir durum söz konusu olduğunda hemen yalnız kalmak için odama çekiliyordum. Andre ile olan ilişkimiz yavaş yavaş normale dönüyordu ama onu zaman zaman terslemiyor değildim. Yine de ne olursa olsun ben de sütten çıkmış ak kaşık değildim. Karnımdakini tek başıma yapmamıştım. Aşkın ve tutkunun nabzımı hızlandıran şehvetine kapılmıştım, bir günaha girmiştim. Gerçi artık günah olup olmaması da umurumda değildi.

"Sabır Asena..." dedim kendi kendime. "Sadece sabır." Duştan çıktıktan sonra üstün körü saçlarımı kuruladım. Islakken yeterince kızıl görünmüyorlardı. Bu ara kırmızıya yakın tüm renklerden nefret ediyordum. Aynadaki aksime bakmak beni üzüyordu. Bedeni kilolu ruhu zayıf bir kadın vardı gözlerimin önünde ve ona hiç yakıştıramıyordu şimdiki yüzü. Sima'nın ten renginden bile daha soluk benizliydim. Kanlanmış mavi gözlerimden akan sıcak gözyaşlarımı sildim. Derin bir nefes aldım. "Ağlama. Güçlü ol." Tekrar derin derin nefesler aldım. Elim istem dışı yine karnıma gitti. Sanırım artık bu bende bir alışkanlık haline gelmişti.

Salona geçtiğimde kimsenin olmadığını fark ettim. Evde kimse yoktu. Güneş batmak üzereydi. Dün geceden kalma eğlence kalıntıları salonu bir çöplüğe çevirmişti. Bu korkunç görüntüden hemen kurtulmalıydım ama önce bir şeyler yemeliydim. Mutfağa doğru yol alırken Bilge merdivenlerden hoplayarak iniyordu.

"Kimse yok." dedi.

Mutfağın kapısında duraksadım. "Neredeler?"

"Andre ve Sima çıktı. Sanırım toplandı yapacaklarmış."

Hemen odama gidip telefona sarıldım. Artık haber vermeden ortadan kaybolmaları canımı sıkmaya başlamıştı. Güler yüzlü davranmaktan bıkmıştım. Ama şimdi hepsinin ağzına tek tek edecektim. İlk Andre'yi paylayacağımı düşündüm fakat mesaj kutusundaki bildirime bakınca Sima'nın kısa notunu gördüm.

Gönderen Sima:

Asena, biz birliğe gidiyoruz. Bu çok acil. Sen uyuduğun için haber veremedik. Merak etme yakında döneceğiz. Seni seviyorum.

Bu mesajı okurken cinlerim tepeme çıkmıştı. Delirmiştim. Önce Andre'yi aradım fakat telesekreterin sesiyle karşılaştım bu beni daha da sinirlendirdi tabii. Sima salağına küfür dolusu mesajlar attım. Bunu saatlerce sürdürenilirdim, o derece öfkeliydim. Aradan geçen bir buçuk saat sonrasında nihayet Andre'den haber alabildim.

'Beş dakika sonra oradayım aşkım.' diye sesli bir şekilde taklidini yaptım.

Andre holün ortasında durmuş, başına gelecek olan gazabını bekliyordu.

"Neredesin?" diye bağırdım.

"Birlikteydim." Bilge araya girmeye çalıştı ama var gücümle ona bağırıp odasına çıkmasını söyleyince aceleyle merdivenleri tırmandı. "Sana ne oluyor Tanrı aşkına!"

"Sen ateist değil miydin? Nereden çıktı şimdi bu Tanrı aşkı?"

"Saçmaladığının farkında mısın?"

"Yeter artık! Beni olayların dışında tutmaktan vazgeçin."

Kollarımdan tuttu. "Aşkım sakinleşir misin?"

"Neden?" dedim omuzlarımı silkerek ellerinden kurtuldum. "Bebeğimize bir şey mi olur?" Dişlerini sıktı ve öfkeyle yüzüme baktı.

"Biraz dışarı çıkalım mı?" diye sordu, hala sinirli görünmesine rağmen orta yolu bulma çabasındaydı. Bu hal ve hareketleri beni daha da sinir ediyordu. Sorduğu soruya karşılık ona sert bir şekilde bakmaya devam ederken yakınımda bulunan sandalyeyi havaya kaldırıp, var gücümle çıkış kapısına doğru fırlattım. Öyle vahşi bir refleksle yapmıştım ki bunu, ahşap sandalye çelik kapıya çarptığı andan itibaren parçalara ayrıldı.

Bilge, panikle merdivenlerden inerken korkmuş bakışlarını teğet geçtim ve doğrudan Andre'nin yüzüne odaklandım. Katran karası gözleri şaşkınlıktan titriyordu. Bu fevri hareketimle onu gafil avlamıştım. Kendime de şaşıyordum ama neden bu kadar sinirli olduğumu ve nasıl böyle güçlü olduğumu biliyordum. İçimdeki bebek sayesinde oluyordu tüm bunlar. Sima, taşıdığı zehir yüzünden hem öfkeli hem güçlüydü ve şimdi aynı zehir benim de damarlarımda yaşam sürdürüyordu. Artık normal bir insan değildim. Hah! Ben artık tam anlamıyla insan bile değildim.

"Bilge, odana dön!" dedim bakışlarımı Andre'den ayırmadan. Bilge, dediğimi yapmayınca, bağırdım. "Hemen!" O merdivenleri panikle çıkarken Andre, parçalara ayrılmış sandalyeyi toplamaya başlamıştı bile. On beş saniye kadar sandalyenin kopan bacaklarını yerleştirip, onarmakla uğraştı. Tahta olduğu için tamir edilmesi kolaydı. Sandalyeyi yerine koyduktan hemen sonra elimi tuttu ve beni kendiyle beraber çıkışa doğru çekiştirdi. Kaba değildi ama ben direndiğim için biraz güç kullanmak zorunda kalıyordu. Bu da canımı azıcık da olsa yakıyordu.

"Bilge!" diye seslendi normal bir sesle.

"Efendim?"

Başımı çevirip arkama baktım. Bilge, birinci merdivenin en tepesine oturmuş başını tırabzanlara yaslamış garip garip bize bakıyordu. "Biz biraz dışarı çıkıyoruz, diğer herkes gelene kadar dönmezsek söylersin, tamam mı?"

"Peki." dedi usulca. Mahzun bir halde öylece bakıyordu ve az önce ona bağırdığım için pişman olmuştum. Ama Bilge'nin gönlünü almak kolay olduğu için bunu dert etmedim. Montumu ve ayakkabılarımı ağır ağır giyerek Andre'nin uyuz olmasına neden oldum. Onu kızdırıyordum ve bu hoşuma gidiyordu.

"Birçok şeye kızgınsın... Seni anlıyorum," diye lafa giriş yaptı.

Meydana gelmiştik. Meydanın tam ortasında bulunan küçük havuzun karşındaki tahta bankta oturuyorduk. Karlar erimeye durduğu için yerler ıslaktı, bu yüzden havuza doğru inen taş basamakların üzerinde oturamamıştık. Yakınımızda insanlar yoktu, böylece rahat konuşabilecektik. "Daha önce defalarca konuştuk seninle. Ne yapsam sana kendimi affettiremeyeceğim biliyorum. Benden nefret etmeni de anlıyorum,"

"Senden nefret etmiyorum Andre!" Dedim düşüncesinin ne kadar saçma olduğunu ima ederek. "Kızgınım, evet ama sadece sana değil. İnsan yerine konulmamaktan. Evet benden bir çok şeyi gizlediğiniz, bunu beni ve Bilge'yi düşündüğünüz için yaptınız. Fakat artık her şeyi biliyorum ve olayların dışında kalmak istemiyorum. Farkındaysan karnımda doğaüstü bir canlı var. İkimize ait olan. Ve ikimize ait olanı zehirlediler." Sol elimi karnımın üzerine koydum.

Eğilip, dirseklerini dizlerinin üzerine koydu ve yüzünü ellerinin arasına aldı. Bir süre öyle kaldı. Daha sonra parmaklarını gözlerine bastırıp, ellerini yüzünden çekti ve tekrar dikleşti. Yüzünü bana çevirip çok ciddi ama bir o kadar da içten şekilde "Artık her anımda yanımda olacaksın. Sana söz veriyorum Asena! Dışında kaldığın tek bir olay bile olmayacak. Senden iğne kırığı kadar bile olsa hiçbir meseleyi saklamayacağım, saklanmasına izin vermeyeceğim. Sana tüm şerefim üzerine yemin ediyorum." Omuzlarımdan tuttu ve bana doğru eğildi. "Yalvarırım..." Acıyla yutkundu. "Bana öyle bakma. Seni seviyorum. Seni her şeyden çok seviyorum. Eskisi gibi olamayız ama eskisinden çok daha iyi olabiliriz. Seninleyim."

Andre'yi seviyordum. İçimdeki yangını hala yerli yerinde duruyordu ve yarım derece bile soğumamıştı. O bu şekilde konuştuğunda sinirim azalıyordu. Sanki benim bir Antidepresanımdı. Ne zaman oturup konuşsak beni sakinleştiriyordu, işte bu yüzden medeni bir şekilde konuşmak istemiyordum, sonucunu defalarca yaşamıştım çünkü.

"Tamam mı?" dedi hala cevap vermemi bekliyordu.

"Son," dedim "Bu son olsun." Ne demek istediğimi anlamıştı. Başını onaylarcasına salladı. "Peki şimdi ne olacak Andre? Bu bebek bana ne yapacak? Ölecek miyim?" Dilimde çırpınan isyanın sesimde yarattığı paniği algılayabiliyordu.

"Hayır, hayır, hayır. Ölmeyeceksin tabii ki." Başımı iki elinin arasına aldı ve daha sonra büyük avuçlarını yüzümün iki yanına indirdi ."Buna izin vermem. Şimdi sadece biraz farklısın, zehir sana güç veriyor. Eleanor ne demişti?" dedi.
İkimiz de aynı anda "Zehir rahimin dışına sızdığı için şanslısın Asena." dedik. Göz bebekleri gülümsedi. "Aynen öyle. Eğer zehir embriyo kesesini tıkasaydı ve kese patlasaydı sonuçları çok daha kötü olurdu, biliyorsun. O yüzden her şey yolunda aşkım, sakın endişelenme." Ellerini yüzümden düşürdü, uzun kollarını bedenime dolayıp bana sımsıkı sarıldı. "Sana bir şey olmasına izin vermem. Vermem. Vermem." Aynı kelimeleri delirmiş gibi tekrarlıyordu. Andre söz konusu ben olduğum zaman içinde bulunduğu kriz anlarında aklını kaybediyordu.

Bir süre kadar öylece durduk sonra başımı yan yatırıp göğsüne yasladım.

"Ama hala iyi biriyim değil mi? Bu zehir yüzünden öfkem beni kötü birine dönüştürmez?"

"Tabii ki iyi birisin," dedi başımı okşarken. "Sen iyiliğin yeryüzündeki beden bulmuş halisin Asena'm." Kırık bir gülümseme yükseldi göğsünden. "Aksi halde benim gibi kötü birini nasıl dize getirebilirdin ki?"

"Seni dize getirmek mi?" dedim alayla. "Bundan emin misin?"

Derin bir nefes aldı. "İnan bana Asena'm, senden önceki halimi görmek bile istemezdin."

İç çektim. "Ağlamak istiyorum ama tek bir gözyaşı bile dökemiyorum. Yorgunum biraz... Sadece uyumak istiyorum Andre. Uyumak ve uzun bir süre hiç uyanmamak." Yanağını başımın üzerine düşürdü, çelimsiz parmaklarımla kollarını biraz daha kavradım.

"Yorulduysan eğer, ağırlığını bana ver. Senin yükünü taşımak benim için kutsal bir görevdir. Omuzlarıma devrilen kıymetli bir ödüldür."

***

Eve geldiğimizde tüm ahalinin salonda toplanmış olduğunu gördük. Kaybolan evlatlarından haber bekleyen aile üyeleri gibiydiler. Hele ki Sima, kendini doğacak olan kavgaya hazırlamış yerini Alain'in yanında almıştı. Bilge, tekli koltukta dizlerini kendine çekmiş, kollarını etrafında dolamış bu gergin ortamı seyrediyordu. Elanor ise büyük pencerenin önünde durmuş dışarıyı gözlüyordu. Ayrıca ortalık hala dağınık ve berbattı.

"Herkes toplanmış," dedi Andre doğal bir tavırla. Tüm gözler bize döndü. Bana acıyan bu bakışlara maruz kalmaktan usanmıştım. Andre'nin elini tutmayı bıraktım ve mutfağın yolunu tuttum. Sima peşimden gelecekti, biliyordum. Ve öyle de oldu. Daha ben mutfak kapısından girmiştim ki adımla seslendi.

"Sima, sorun yok. Kızgın değilim. Aklında geçen konuşmayı benimle yapmak zorunda değilsin." dedim. Parlak gri gözlerini açtı. Sanırım bu benden beklemediği bir tepkiydi.

"Kiminle konuşayım peki?" diye sordu, tek elini beline koyup. "Alain ile mi?" Hafifçe gülümsedi. Sesimi taklit ederek "Çok sinirliyim, sizin ben ağzınıza edeyim" lafının açılımını sorsam olur mu acaba?"

Güldük. Daha sonra ikimizin de yüzünde beliren gülücükler pul pul döküldü.

"Kusura bakma, hayatımda ilk kez o kadar sinirlenmiştim. Ama itiraf etmek istiyorum, sana küfür edince..." gözlerimi kıstım ve dudaklarımı birbirine bastırıp hissettiklerime uygun kelimeler aradım. Sima da gözlerini aynı şekilde kıstı ve bekledi. "Kendimi çok rahatlamış hissettim. Tabi ki bu iyi bir şey değil ama..."

"Bazı durumlarda gerekli." dedi cümlemi tamamlayıp. Omuz silktim. "Zaten artık her toplantınızda ben de yanınızda olacağım. Beni geri planda tutamayacaksınız!"

"Tabii ki. Bak sadece... Gidişimiz ani oldu. Yani sen uyuyordun." Açıklama yapmaya çalışıyordu ve şu an dünyanın en sevimli yaratığı gibi görünüyordu. "Özür dilerim."

"Anlıyorum." Kolunu tuttum. "Zaten ben de çok fevri davrandım kardeşim. Asıl ben özür dilerim." Bakışları yüzümden aşağı doğru hızla kaydı ve şişkin karnıma baktı. Buruk bir gülümseyiş belirdi yanaklarında. "Bana şu bakışı atma." dedim.

Kaşlarını çatarken, gözlerini yüzüme kaldırdı ve irislerinin rengi yüzüme bulaştı. "Hangi bakışı?"

"Acıyormuş gibi olan bakışını." Arkamı dönüp tezgaha ilerledim.

"Sana acımıyorum Asena. Böyle düşündüğüne inanamıyorum." Soluğu hemen yanımda alırken, yıkanmış tabakların arasından temiz bardak çıkarmaya çalışıyordum. Tabakları devirmeden alamayacağımı anlayınca benim yerime o aldı, çeşmeden su doldurdu ve bana verdi. O süre içinde hala konuşuyordum. "Diğerleri ne düşünüyor umurumda değil tamam mı? Ayrıca onlar da sana acımıyor. Korkularının olduğunu biliyorum ama zaten hepimiz birbirimize kenetlenmedik mi? O zaman bizi kim yıkabilir? Kim bizi korkutabilir?"

"Güzel konuşuyorsun da," dedim suyu tamamen içtim ve tekrar doldurması için ona uzattım. Elimden aldı. Bu sırada hala yüzüme bakıyordu. "Bizden daha güçlü düşmanlarımız var." Dolu bardağı elime tutuşturdu. "Konuşma, önce suyunu iç." dedi.

İçtiğim son yudumla midem koca bir su torbasına dönüşürken bardağı kabaca tezgahın üzerine koydum. "Yeterince güçlüyüm." Dedi.

Nefessizlikten yanan ciğerlerimi havayla ödüllendirdim. "Bundan emin misin?"

"Tabii ki eminim. Ne demek istiyorsun?"

"O gün..." Bir an durgunlaştım. "Beni alıkoydukları o gün ve sonraki günler... onlar çok tehlikeli Sima. Onlarla başa çıkmabilmen için hatta başa çıkabilmemiz için haddinden fazla güçlü olmamız gerekiyor."

Continue Reading

You'll Also Like

24.2K 3.8K 37
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
635 290 15
Öfke insanın en katı düşmanıdır derler ,bu laf öylesine söylenmiş bi laf değil.Bir çok insan öfkesinin kurbanı olur.Bu seferki kurban oydu Bawer.Bawe...
2.4M 100K 26
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
37.5K 2K 97
Hayat saçma bazen en kötü ne olabilir ki diyerek yaşamak lazım. Yani en kötü ne olabilir ki?