YANGIN VE YAKUT

By aromeda8

401K 17.2K 2.3K

Değerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirs... More

GECENİN NEFESİ | PROLOG
GECE MAVİSİ - PROLOG II
1. BÖLÜM: MUTLAK KADER
2.BÖLÜM: ATEŞE ATILMIŞ YAKUT
3. BÖLÜM: SANRI VE SANCI
4.BÖLÜM: YALANLAR VE MUMLAR
5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ
6.BÖLÜM: ÖLÜME SIĞINMAK
7.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
8.BÖLÜM: YAĞMUR VE RÜZGAR
9.BÖLÜM: OLAĞANÜSTÜ DÜŞMAN
10.BÖLÜM: KUTSAL DUDAKLAR
11.BÖLÜM: O ŞEY!
12.BÖLÜM: ZAMAN
13.BÖLÜM: SANCILI TESLİMİYET
14. BÖLÜM: SALDIRI
15.BÖLÜM: SAKLI OLAN
16.BÖLÜM: İTİRAF VE İHTİRAS
17.BÖLÜM: TANRININ HEDİYESİ
18.BÖLÜM: RUHTAKİ ATEŞ
19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS
20. BÖLÜM: ARAF BÜYÜSÜ
22.BÖLÜM: KANLI İNTİKAM
23.BÖLÜM: FİNAL
24. BÖLÜM: KAN VE KEHRİBAR
25. BÖLÜM: KANIN IŞILTISI
26.BÖLÜM: OCAK GÜLLERİ
26. "Savaş için hazırlanmalısın, anne."
27. BÖLÜM: ASENA
KAN VE KEHRİBAR: GİRİŞ

21.BÖLÜM: KAYIP KONTROL

5.4K 415 45
By aromeda8

Anathema: Lost Control


Çizgiler, küçük bir kız çocuğu figürü oluşturdu. Sonra o figür ete kemiğe büründü.

Kar beyazı bir elbise vardı üzerinde ama yer yer çamura bulanmıştı. Gri iri gözleri korku doluydu, siyah bebeklerindeki ışık yansımaları titriyordu.

Kucağında oyuncak ayısı, atkuyruğu yapılmış siyah uzun saçları vardı, aralarındaki beyazlık göze aşinaydı. Küçük burnunun altındaki dolgun dudakları bükülmüş, gözlerinden akan yaşların nemiyle ıslanmıştı. Bakışlarımız ansızın buluştu, onunla beraber ben de ağlamaya başladım. Nedenini bilmiyordum ama onun çektiği ıstırap canımdan can almıştı. Birkaç saniye sonra karanlık arka plan renklendi ve çok tanıdık bir evin içinde buldum bedenimi. Kız da benimle birlikteydi.

Kare şeklindeki holün dış kapısı açıldı ve uzun boylu bir adam karşımızda beliriverdi. Küçük kız 'Baba!' diye çınlayıp adamın kucağına atladı. Kırmızı pabuçları gözümden kaçmamıştı.

Kız çocuğu öyle içten gülümsüyordu ki tombul yanakları yüzünden gözleri bir çizgi halini almıştı. Benim bir zamanlar sahip olduklarıma sahipti, hayat dolu ve cıvıl cıvıldı. Ve onunla aramda çok büyük bir fark vardı, o benim sarılmam gereken kişiye sarılıyordu; çok özlediğim birine. Bense tek başıma acılar içindeydim.

Bu kıskançlık fiziksel olarak sertçe tepki vermeme neden oldu, fanusu yumrukladım. İkisinin de gözleri aniden bana döndü, sanki beni duymuş gibiydiler. Ama az sonra bunun bir tesadüf olduğunu annemin görüntüye girmesiyle anladım. - Annemi her nerede ne şekilde olursa olsun tanırdım - Onun geldiği yöne bakıyorlardı. Annem beline değen siyah upuzun saçlarıyla sanki bir büyütecin içinden çıkmış gibi dahil oldu görüntüye.

Bu o kadar gerçekti ki sanki holün ortasında bu koca fanusla duruyordum. Ama onlar beni göremiyordu. Tıpkı filmlerdeki gibi zaman makinesine binmiş ve geçmişe gitmiştim.

Annemin zarif güzelliği görüntümü süsleyen en güzel şeydi. Mavi elbisesi ne kadar da tanıdıktı. Sarsıntı geçiren görüntümün arasından çıkan, kızıl dalgalı saçlı bir kızın çekingen görüntüsü de öyle. Dış kapının ardından yüzünün yarısını çıkarmış utangaç utangaç bakıyordu. Babam onu içeri alıyor ve benimle tanıştırıyordu. Onu daha önce görmeyen küçüklüğüm şaşkınca kızın yüzünü inceliyordu. Sonra görüntüm yeniden sarsıldı, kırmızı çizgiler siyah renklere karıştı. Başka bir kız çocuğu daha gördüm; siyah kıvırcık saçlı, kürdan gibi zayıf bir kız. Ama o kadar küçüktü ki süs bebeği gibi görünüyordu.

Üçümüz, gece olduğu halde yeşilliklerin aydınlattığı bir bahçedeydik. Yere uzanmış yıldızları seyrediyorduk. Ortamızda turuncu saçlı kız vardı, şimdi çok daha büyümüştü. Birbirimize sarılmış şarkı söylerken, karanlık gökyüzü üzerimize devrildi ve annem ile babamın bedenleri belirdi.

"Gitmeliyim." dedi, babam merdivenlerin başında duruyor, annemin kollarından tutuyordu.

"Sima'ya ne diyeceksin peki?" dedi annem, acı ve korku dolu bir sesle. "Doğan, bu çok tehlikeli. Lütfen yapma!"

" Sizi bu beladan korumam gerek."

"David," dedi annem. "Asıl gidersen bizi korumasız bırakmış olacaksın."

"Kolyede benimle beraber yok olacak. Böylelikle izinizi asla bulamayacaklar." dedi babam anneme sarılırken. Öyle sıkı sarıldılar ki ayrılırken yüzlerini ağlamaklı bir ifade almıştı.

"Huzurlu bir hayat yaşayacaksınız."

"Sensizlik bize nasıl bir huzur verebilir ki? Bu çok acımasızca." diye azarladı annem babamı. Bedeni neredeyse iki büklüm olmuştu. Çaresiz olduğum zamanlarda benimde bedenim iki büklüm olurdu. Annem gibi, omuzlarım düşer ve kirpiklerimin altından bakardım.

"Üzgünüm Yasmin. En başından beri seninle evlenmekle çok büyük bir yanlış yaptım. Seni, bu akıl almaz dünyama dahil etmemeliydim."

Kanlı bir su, annemle babamın bedenlerine bulaştı ve kocaman bir damla yüzüme çarptı.

Büyük annemin kollarındaydım şimdi.

Çiçek desenli ipek gömleğinin yumuşaklığını hissediyordum. Bu çok tuhaftı, çünkü ona sarılan küçüklüğümdü. Ben her ne kadar çok yakınlarında duruyor olsam da, hissetmem tuhaftı.

"Büyük anne?" dedi, küçüklüğüm. Nadia'yı görmek beni çok şaşırtmıştı, bu hiç beklemediğim bir şeydi. Değil onunla bir araya gelmek, konuştuğumuzu dahi hatırlamıyordum. Şuan odamda olması bile, anılarım dışında kalan bir sahneydi.

"Söyle canım." Yaşlı ve titreyen parmaklarının arasına, sarı buklelerinden bir tutam alıp, oynamaya başladı.

"Babam ne zaman dönecek?" diye sordum. Bunu sorduğumu nedense hiç hatırlamıyordum. Ne zaman sormuştum? Büyük annem ben daha iki yaşındayken ölmüştü, bu soruyu dokuz yaşında sormam çok saçmaydı.

"O dönmeyecek." Boşta kalan elini çenemin altına yerleştirdi. İkisinin de profilleri uzaklaşırken, tamamen bedenleri ekranı kapladı. "Baban öldü."

"Hayır." diye inkar ettim. Büyük annemin tekerlekli sandalyede oturduğunu yeni fark etmiştim, hatta odamda olduğumuzu ve onun kucağında oturduğumu da.

"Bu kolye," dedi elini göğsüme yapıştırıp pusulayı tuttu. "Sana babanın yarım kalan emellerini tamamlaman da yardımcı olacak.

"Anne, lütfen Sima'ya böyle şeyler söyleme!" diye uyardı annem, bir anda odaya dalıp. Büyük annem, yumuşayıp kıvrılan odama karışıp, desenli bir mozaik gibi yok oldu. Küçüklüğüm yatağımın üzerinde belirdi. Elinde ki pusulayı inceliyor, neredeyse kapılmak üzere olduğu uykuya direniyordu. Annem ise önümde diz çöküp kırmızı ayakkabılarımı çıkarıyordu. Bedenimi yatırıp, yorganı üzerime kapatırken, pusulanın etrafında ki küçük parmaklarımı ayırmaya çalışıyordu.

Yarı aralık yarı kapalı gözlerimle annemin melek yüzüne bakarken, bir anda kolyem avuçlarımdan kayıp gitti. Parmaklarını boynumun altına geçirip, kolyemin klipsini açıp, onu benden tamamen aldı. Alnıma öpücük koyarken, gözlerimden akan yaşlarım yastığıma akıyordu ve o yaşlar fanusa çarpıp, sağanak bir yağmur başlatmıştı.

Kanlı yağmur, sessizce etrafımı sararken, yine kendimi odamda bulmuştum. Odam sanki yuvarlak bir dünyaydı ve bana doğru devrilmişti. Bende bu sayede küçüklüğüme tepeden bakabilme şansı yakalamıştım. Dış kapıda duran bir adama bakıyordum. Siyah giyimli, uzun boylu, hafif dalgalı siyah gür saçları vardı ve kirpiklerinin kıvrımlığı uzaktan bile belli oluyordu. Ona merakla bakarken, o da bana baktı. Gece mavisi gözleri çocuk Sima'yı korkutmuştu. Pencereden panikle geriye sıçrarken, küçük bedeni üzerime düştü.

İçine hapis olduğum su, dalgalandı; ağzıma fazladan bir kaç yudum kanlı su daha kaçtı.

Çığlık atmak yerine, göğsümden bir hırlama çıktı ve mideme doldurduğum ne kadar sıvı varsa hepsini kustum. Kusarken, geniz yollarım yine yandı. Kesik kesik hıçkırmaya başlarken, gözlerim tersine döndü, kolyemin zinciri boynumu haşladı. Görüşüm tamamen siyaha dönünce, panikledim. Sonunda çektiğim bu acı ve telaşım çığlık atmama neden olmuştu. Kollarımı iki yana açıp, yumruklarımı sıktım. Bütün kemiklerim kaskatı kesilmişti, kalbim gümbür gümbür atıyordu. Ve ağzımda pas ile karışık metalik bir tat vardı.

Gözlerim tekrar dönüp, karanlıktan kırmızıya sürgün edildi.

Düşünmeye çalışıyordum, nerede olduğumu hatırlamakta zorlanıyordum. Buraya nasıl girdiğimi bile unutmuştum. Neden kanlı bir cam dairenin içindeydim? Beni buraya kim koymuştu? Neden etlerim çekiliyordu? Neden bu kadar sıcaktı? Bir cevap istiyordum! Herhangi bir cevap. Mantıksız olsa da olurdu. Birini görmeliydim. Birileri bana ses vermeliydi. Alain neredeydi?

Derken, onun sesini duydum ve bu zamana kadar tanıdığım herkesin yüzü belirdi. Tıpkı, bilgisayar sisteminde tarayıcıdan hızla geçen fotoğraflar gibiydi her biri. Ama kimileri gülümsüyor kimileri ise ağlıyordu. Neden ağlıyorlardı? Bazılarının dudakları konuşur gibi hareket ediyordu, ama neden sesleri beynimin içinde çınlıyordu? Yumruklarım benden izinsin gevşeyip hiç vakit kaybetmeden kulağıma yapıştılar ama nafileydi. Çünkü bu sesler doğrudan zihnime işliyordu. Yüzümü buruşturup dişlerimi sıkmam savunamama destek olmuyordu.

"Duy beni Sima!" diye bağıran bir kadın sesi duydum. Sımsıkı kapattığım gözlerimi aniden açıp camın ardından yansıyan esmer kadının yüzüne kilitledim bakışlarımı. Bu kadını tanıyordum. Bu kadını daha önce defalarca görmüştüm. " Dinle beni..."

"Kimsin?" dedim dudaklarımı oynatarak.

"Az kaldı... Çok yaklaştın. " Ellerini cama koydu. Kapkara gözleri içime işliyordu. Korkunç bir yakınlık hissediyordum ona karşı. Tehlikeli ama bir parça sevgi dolu bir yakınlık. "Senin için geldiler." dediği an, arka planda yeşilliklerle kaplı bir orman yansıması oluştu. Dört ayağının üstünde güzel bir yaratığın - çok tüylü ve heybetliydi - kendisine yaklaşmak üzere olan bir kadına dik dik baktığını gördüm. Kadın çok güzel ve narindi ama tıpkı bir erkek gibi giyinmişti. Üzerinde eski döneme ait beyaz bir gömlek ve kaşe ince bir yelek vardı. Saçları tek bir yandan örülmüştü. Başındaki siyah şapkası oldukça sade ve eski görünüyordu. Elindeki antika fotoğraf makinesi de gözümden kaçmamıştı. Çok temkinli ve cesaretli yürüyordu hatta kahverengi botlarının çıkardığı çıtırtıları bile duyabiliyordum. Kuşların, böceklerin... Rüzgarın sesini, hatta ağaç yapraklarının hışırtılarını bile.

O güzel yaratık, kadına doğru büyük bir hamle yaptı; büyük patisini genç kadının üzerine savurdu. Sonra acılı bir haykırış yükseldi ormanda. Ama o esnada, inanılmaz bir hızla yaratığın üzerine biri saldırdı, onu başka bir yöne fırlattı. Fakat kadını kurtarmakta çok geç kalmıştı.

"Ben kurtulamamıştım..." dedi, varlığını bile unuttuğum yansıma. Tekrar ona baktım. Saldırıya uğrayan oydu. Bu Susan Arweyn'di. Benim büyük büyük annem. "O çok geç kaldı," diye ekledi, arka planda beliren Alain'i göstererek.

Yine - dirseklerine kadar kıvırdığı krem gömleği hariç - simsiyahtı; her zaman olduğu gibi. Bel kısmında kanca gibi bir demir vardı, ona bağlı olan deri askılar, iki taraftan kemer gibi omuzlarına ulaşıyor oradan da sırtında çapraz oluşturup belinde buluşuyordu. Ayakları çıplaktı.

Alain'i bu giysilerle görmek çok tuhaftı, üstelik ayakkabıları olmadan. Sanki geçmişte yaşamış ona tıpa tıp benzeyen başka birine bakıyor gibiydim.

Koyu mavi gözleri üzüntü içinde kısılırken, kadını orada bırakıp koşmak zorunda kaldı. İşin aslını bilmesem, korkup kaçtığını sanabilirdim ama öyle değildi, hatırlıyordum. Ormanın uzaklarından gelen kalabalık insan sesleri gittikçe yükselirken, görüntüm kapkaranlık oldu. Birkaç parlak suretler, nokta nokta yanıp söndü. Beyaz renkli tayflar oradan oraya hızla süzüldü. Kükreme ve uluma sesleri, içinde bulunduğum bu cam küreyi sarstı. Hala buraya nasıl geldiğimi hatırlamak için uğraşıyordum.

Tam beş saniye sonra, karanlığın ortasına bir ay doğdu. Pejmurde giysiler içinde olan bir grup uzun saçlı kadın belirdi. Odunlarla ateşe verilmiş, kaynayan büyük bir kazanın etrafında el ele tutuşarak çember oluşturmuşlardı. Kollarını aynı anda havaya kaldırıp, aynı anda fısıldıyorlardı. Ne dediklerini duyamıyordum ama bir kaç cümleyi yakalayabilmiştim.

"Ateşler içinde yanan kutsal kitabın aşkına; himayesinde mahsur kalmış ruhlar adına!"

"Kolyeyi ateşe atın!" diye emir verdi birisi. Yüzleri gölgedeydi bu yüzden hem konuşanın hem de kolyeyi kimin ateşe attığını göremedim. Alevler bir anda patlayarak havaya dağıldı. Kırmızılı turunculu kıvılcımlar önce rüzgara sarıldılar, ardından düşüşe geçtiler. Bununla birlikte kadınlardan biri kolunun yarısını kaynamaya devam eden kazana soktu. Hiç beklemeden kolunu ve beraberinde kolyeyi de çıkardı. Bir başkası elinde tuttuğu kırmızı kalın kitabı açıp içini sesli bir şekilde okumaya başladı. Hatırlıyordum, her şeyden bir haber olduğum zamanlarda onları rüyamda görmüştüm.

"Kutsandı. " dedi, sevinçli elini kazana sokan kadın. Zincirinden tuttuğu - tek bir noktası bile yanıp, kararmayan - kolyenin ucu parıl parıl parlıyordu. "Buna sahip olan her kim olursa olsun, o en güçlü olacak! "

Sonra hep bir ağızdan bağırdılar.
"O en güçlü olacak! Soyumuzu canlı tutacak!" Gür bağırışları, bedenlerini camdan bir puzzle gibi parçaladı. Kolye ise üzerime doğru hızla uçtu, suyun içine girdi, göğsüme kurşun gibi saplandı.

Avucumu göğsüme bastırmak isterken, suyun içinde yüzen pusulamın bir mıknatıs gibi etime yapıştığını fark ettim.

Avucumu göğsüme bastırmak isterken, suyun içinde yüzen pusulamın bir mıknatıs gibi etime yapıştığını fark ettim. Parmaklarımla sıkıp var gücümle kalbimin üzerine bastırdım. O kadar çok acıyordu ki, ne kadar bastırırsam acısı o kadar azalır diye düşündüm, ama yanıldım...

Artık hatırlıyordum, buraya bir amaç için girmiştim. Alain'in tüm o itirazlarına rağmen, isteğimden vazgeçmemiştim. Şimdi ise sözüne gelmiştim, yaptığımın bedelini ödüyordum. Başarılı olamamıştım belki evet, ama en azından denemiştim.

Bu benim suçumdu ve geri dönüşü yoktu.

Artık çırpınmaktan bitap düşmüş bedenimi, hareketsiz bırakmaya karar verdim; kemiklerimin her biri inanılmaz bir rahatlıkla gevşedi, midemden ağzıma kadar dolu olan kanlı sular, dudaklarımı araladığım an köpük köpük dışarı sızdı.

Sıcaklık artık katlanılabilir bir haldeydi, en azından ölürken üşümeyecektim.

Ayaklarım ve kalçalarım ateş gibi yanan zemine değdiği an, birinin sesini duydum, suyun içinde fokurdayan, bulanık bir sesti. Kalbime öyle yakın, öyle bağlı birine aitti ki ölüme olan boyundurluğum bir anda isyana, asi bir başkaldırışa dönüştü. Yaşamalıydım ben, o ses için hayatta kalmalıydım.

Çığlık atışları, ağlayışları yüzeye doğru yüzmeme vesile oldu. Ama kollarımı deli gibi çırpsam da yeterli olmuyordu. Gözlerim sonuna kadar açıktı ve kan yakıyordu. Yine de direndim, azmim en nihayetinde galip geldi; tekrar dik bir pozisyonda durabildim. Boynuma bir kobra yılanı gibi dolanan saçlarımı parmaklarımla çekmeye çalışırken, görüntü gözlerimin önüne seriliverdi.

Asena, karanlık taş bir odada, bileklerine dolanmış gemici ipleriyle havada aslı bir şekilde duruyordu. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kan çanağına dönmüştü. Henüz ayrılığın ardından saatler geçmesine rağmen, giymiş olduğu kot pantolonu ve sarı bluzu kirli görünüyordu. Saçları darmadağınıktı. Asılı olduğu ipi sürekli çekiştiriyor, başaramayacağını anlayınca pes ediyordu. O kadar güçlü ağlıyordu ki, kalbim iki kere teklemişti.

Görüntüye bir adam dahil olunca, korkuyla çığlık attı ve onunla birlikle bende çığlık attım. Avuçlarımı fanusun camına yapıştırdım, sanki müdahale edebilecekmişim gibi...

"Zayıf bir kuzenin var." dedi, sırtı bana dönük olan adam. "Yanında ki asker bozuntusu ile ilerlediğini sanıyor, halbuki yerinde saymaktan başka bir şey yapmıyor." Asena'nın yanına iyice yaklaştı ve parmaklarının tersiyle yanağını okşadı. Yeşil damarlı, soluk ellerini net bir şekilde görebiliyordum. Ve sesi, bana içgüdüsel olarak kim olduğunu söylüyordu; en büyük düşmanımdı, bu kainattan silinmesi ve beraberinde izi bile kalmaması gereken yaratıktı; bir ucubeydi o.

"Aslında öyle güzelsin ki... " Bu iltifat üzerine Asena, Frank'in yüzüne nefretle baktı. İlk defa bu denli güçlü bir duygunun, kuzenimin ifadesini esir aldığını görüyordum. O hiç bir zaman kötü duygulara yenik düşmezdi, her zaman iyiliği ve iyilik yapmayı severdi. Bu onun özüydü, doğuştan bahşedilmiş en değerli bir lütuftu. "Bu soya sen ait olmalıymışsın." dedi, dudaklarını Asena'nın kulak memesine değdirip.

"Asena!" diye çığlık attım. Kuzenime yakın olması, ona bu şekilde - sapıkça - davranması hem midemi bulandırmıştı hem de öfkeden dolup taşmama sebep olmuştu. Elimden gelse, bu camın içinden geçer, oraya varır ve bu yaratığı paramparça ederdim. Ama bunların dışında beni tepeden tırnağa ürperten açık bir detay daha vardı; Asena benim ne olduğumu biliyordu, öğrenmişti!

"Ama biliyor musun güzel Asena?" Bir adım geriledi. "O buraya gelecek. Seni kurtarmak için kendini feda edecek. Bağlarınız öyle güçlü ki, bunu hissedebiliyorum."

"Canın cehenneme!" dedi Asena, tükürürcesine. Frank, gürültülü bir kahkaha kopardı.

"Birlikte gitmek dileğiyle,"Son kez yüzünü yaklaştırıp, konuştu. "Güzel Asena."

Görüntüm akan bir su gibi aşağı doğru süzülürken, gözlerim kapandı ve gizil bir güç kollarımdan yakalayıp bedenimi yukarı çekti. Bu hem çok hızlıydı, hem de çok yavaştı. Asena'yı orada o ucubeyle baş başa bırakmak istemiyordum ama kendimde, üzerimde hakimiyet kuran bu güçle savaşacak hal bulamıyordum. Zaten sudan uzaklaştıkça acım azalıyor, yerini kuş tüyü bir hafifliğe bırakıyordu. Bu da tek bir yönde düşünmeme neden oluyordu.

Artık sadece ayaklarım suyun içindeydi. Çıplak bedenim ise serin ve güçlü kolların himayesindeydi; beni bu araftan kimin kurtardığını çok iyi biliyordum.

Fakat yine de manevi bir acı içimi rendeliyordu, kalbimi küçük küçük parçalara bölüyor, döküyordu. Canım yanıyordu.

"Kollarımdasın... Benimlesin. " dedi gece mavisinin efendisi. Islak kollarımı yakıcı soğuk boyununa sımsıkı dolarken, elimde olmadan kekeleyerek bir şeyler mırıldandım. Ne dediğimi ben bile bilmiyor, duymuyordum. Soğuk parmakları cayır cayır yanan çıplak bedenime saplanmıştı. Bir kolunu bacaklarımın altından geçirirken diğer kolunu sırtıma dolayıp, iri eliyle koltuk altımdan kavradı; soğukluğu serin sulara atılmakla eş değerdi, bu bana öyle iyi gelmişti ki. Bu sefer boynuna daha sıkı sarıldım, mümkün olduğunca soğukluğunu, ateş gibi kavrulan vücuduma çekmek istiyordum. Ayrıca, kollarındayken çıplak olmam dert edeceğim en son şeydi. Çünkü an itibariyle verdiği rahatlık ve biraz önce gördüklerimden farklı bir şey düşünemiyordum.

Başımda feci bir ağrı, kemiklerimde ise dayanılması zor bir sızı vardı. Çene kemiklerim gerilmişti, damaklarım ise yanıyordu.

"Şu örtüyü ver, Eleanor." dedi, hala yerinden bir milim hareket etmemişken. İki saniye içinde, Alain'in eline ip incecik bir örtü tutuşturdu, bunu bir anlığına aralanan göz kapaklarımın sayesinde görebilmiştim. Bacaklarımın altındaki kolu benden ayrılınca itiraz etmek istedim, çünkü hala soğukluğuna ihtiyacım vardı. Ama bu hareketi öyle hızlı olmuştu ki saniyenin onda ikisi kadar sürmüştü.

Üzerimi ıslak tahta kokulu tozlu örtüyle sararken yüzünü görmek için gözlerimi sonuna kadar açmak istedim ama gücüm yoktu. Boynumu dengede bile zor tutuyordum.

"Onu gördüm..." dedim, titrek bir fısıltıyla. Dudaklarım boynundaydı. "Onun elinde!"

"Tamam. Bana daha sonra gördüklerini anlatırsın, şimdi seni buradan çıkarmam gerek." dedi. Soğuk nefesi yüzümü serinletirken derin bir nefes aldım, fakat bunun sonucunda odanın odunsu kokusu midemi alt üst etti.

"Dinle beni," Midem bulantıdan çalkalanırken, nefesimi tuttum ve dişlerimi ceketine geçirdim. Karnımı sıkıp, bulantıyı defetmeye çalıştım.

"Onu hemen götür buradan." dedi, Eleanor. "İkinci kattaki yatak odasına götür Alain, çabuk."

Alain, derinden nefes alırken, hırladı. Ona öfkeliydi; içinde saklanan nefreti alevli mahzeninden çıkmak için her fırsatı değerlendirmek istiyordu sanki.

*

Yavaşça yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama bu pek mümkünmüş gibi görünmüyordu. Sanki tonlarca ağırdı bedenim. Ellerim soğuk betona değince bir anlığına da olsa ürperdim. Ardından yan dönerek doğrulmayı denedim. Uzun uğraşlar sonrasında nihayet başardım. Üzerimde desenli gri bir elbise vardı fakat daha dikkatli baktığımda bu renklerin kirden dolayı olduğunu fark ettim. Başım feci halde zonkluyordu. Ellerim farkında olmadan şakaklarıma doğru gitti. Hissediyordum, ağrı tam ense kökümden ilerliyordu. Sanki birisi kafa tasımda cam şişe patlatmıştı. Uyku sersemi gözlerimle etrafıma bakınmaya başladım. Karşımda elimi uzatsam tutabileceğimi yakınlıkta bir çöp konteyneri vardı. Etrafını ise mavi, siyah parçalanmış çöp poşetleri sarmıştı. Gördüklerim karşısında ister istemez yüzüm buruştu. Tek sebebi bu değildi tabi, burası leş gibi kokuyordu, odun, et, yanık ve çürümüş soğan. Hemen sonra ileri de üç tane sokak köpeği gördüm. Sokağın en köşesinde, ortalarına aldıkları artık yiyecekleri yiyorlardı. Ardından başımı yukarı doğru kaldırdım. Gökyüzü masmaviydi, tek bir bulut bile yoktu. Yalnız, göğe bakmadan evvel bir çıkmaz sokakta olduğumu sanıyordum. Neden binalar şimdi görünürde yoktu?

Bu şaşkınlıkla gözlerimi yavaşça devirmeye başladım ve korkunç bir şokla baş başa kaldım; bakışlarımın düştüğü her saniyede, gökyüzüne doğru taştan, eski bir bina yükseliyordu. Kubbelerini bile görmeme izin vermiyordu, çünkü ne zaman gözlerimi yukarı kaldırmayı denesem bina küçülüyor yok oluyordu. İçime düşen korkuyla bakışlarımı, biraz önce yemek yerken gördüğüm köpekleri görme ümidiyle çevirdim, ama onlar yerine küçük kedi yavrularıyla karşılaştım. Bunun bir rüya olduğundan adım gibi emindim, öyle olmak zorundaydı çünkü başka çıkar yolu yoktu. Kedi yavrularına istemsizce yaklaşmaya başlarken, bir 'çıt' sesi duydum ve gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdim. Bir bakışlık mesafede çillenmiş büyük bir ayna vardı. Ortasında deliği andıran parmak ucu kadarlık bir çatlak, çevresini ise dengesiz çizikler sarmıştı. Yalnız bunları kolayca boş vermemi sağlayacak bir ayrıntı vardı. Koskocaman bir ayrıntı hem de. Aynada yansıyan ve ben olduğumu sandığım ama aslında benden bile kat kat güzel olarak, ben olmadığımı ispat eden genç bir kız vardı. Dış görünüşümüz aynıydı, sadece güzellik açısından o daha üstündü. Yürüdüm... Yine istemsizce ona doğru yürüdüm. Çıplak ayaklarım, buz gibiydi ve soğuk taşların üzerinde ki minik sert taşlar acı acı batıyordu.

Aynadaki kız benimle birlikte kolunu kaldırıp elini cama değdirdi. Bakışlarından öyle ürktüm ki. Çünkü ben o kız kadar cani ve acımasız değildim. Kaşlarımızı aynı anda çattık, dişlerimizi aynı anda sıktık. Fakat ben yüzümü buruştururken o şeytanice gülümseyince korkuyla dondum. Bu korkumu görünce daha çok keyiflendi, boynundaki pusulayı koparıp kendi ayaklarının dibine attı ve hiç vakit kaybetmeden çıplak topuğuyla defalarca vurdu. Diğer elimi de aynaya vurup, "Hayır!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yapma!" Acılı yakarışıma, yüzünü yerden kaldırmaya tenezzüh etmeden yan gözle bakarak karşılık verdi. Hala gülümsüyordu.

"Acı çekmelisin." dedi dişlerinin arasından. "Her şey senin suçun." O an bedeninin arkasından, onun sisli yansıması çıktı. Bunun kendisine ait olduğunu zannetsem de, uzun, dalgalı turuncu saçları görünce yanıldığımı anladım. Asena'nın ruhunu andıran şeffaf bedeninin yarısı, aynadaki kızın bedenine bir girip bir çıkıyordu. Sanki orada hapsolmuştu.

"Yardım et Sima. Yalvarırım yardım et." diye çığlık atıyordu.

Aynayı kırıp, Asena'yı oradan kurtarmak için var gücümle yumruklamaya başladım. Yaşlarla ıslanmıştı gözlerim ve yüzüm. Ne yapsam da aynayı kıramıyor kardeşimi kurtaramıyordum. "Biri yardım etsin!" diye bağırdım etrafıma bakmak için başımı çevirirken. Ama koca bir hiçlikle karşılaştım; sanki farklı bir boyuttaydım. Ne göğe yükselip, alçalan o bina vardı ne de burası artık bir çıkmaz sokaktı. Gözyaşlarım şaşkınlıktan durulmuştu ama yaşlar yüzümü ıslatmaya devam ediyordu. Bunun dışında şaşkınlığıma eklenen yeni bir korku, ses tellerime asılan çığlığı bastırdı. Biraz önce köşe de duran kedi yavrularının yerine iki tane besili, kurt ve aslan duruyordu. Ortalarında kan revan içinde yatan bir kadını yiyorlardı.

"Hayır..." diye fısıldadım. "Bu gerçek değil." Telaşla yönümü aynaya çevirirken, beyaza dönen gökyüzünde büyük bir kasırga koptu. Buz gibi bir soğukluk tüylerimi diken diken ederken, şahit olduğum görüntüleri, yerden kağıt gibi süpürdü. Aynada yine görsel ikizimi görmeyi bekledim ama onun yerine, iki türe çok benzeyen başka bir türü gördüm; benim yüzümün dışında sayamayacağım hızla yansıyan yabancı yüzleri misafir etti dev göz bebeklerinde. Ancak içlerinden iki kişinin yüzünü fark edebilmiştim; babamın ve Asena'nın. Ve ona bakışımın ikinci saniyesinde Kurtlan, uluma ve kükremeye benzer bir ses ile yüzünü aynanın içinden çıkarıp, bana saldırdı. Anında kapkaranlık bir yerde buldum kendimi. Her yer ıslaktı ve üzerime yağan su damlacıkları öyle soğuktu ki.

Gözlerimi sımsıkı yumdum ve başımı ellerimin arasına aldım. O esna da biri 'gözlerini aç' dedi panik içinde. 'Sima, gözlerini aç!' Öyle sert bir dille emir veriyordu ki, o sese itaat etmekten başka çare bulamamıştım. Sanki dediğini yapınca, karanlıktan aydınlığa ulaşacaktım. Ve gözlerimi açarak onu haklı çıkardım. Etrafım bembeyazdı. Puslu görüşüm bir kaç kirpik kırpışımda normale dönünce, gördüklerimin bir kabus olduğunu anladım. Ama o kabus ile gerçeklik arasında ki büyük benzerliğin tam ortasındaydım, başımdan aşağı soğuk sular dökülüyordu. Küçük bir küvetteydim, üstelik çırılçıplak ve Alain'in kollarında. Ben nefesimi düzene sokmak için uğraşırken. "Geçti." deyip beni temin etmeye çalıştı ama geçmemişti. Kendimi hiç mi hiç iyi hissetmiyordum.

"Neredeyiz?" diye sordum, kollarından destek alırken. O da benimle birlikte küvetin içindeydi. Üzerinde sadece pantolonu vardı ve gösterişli göğsü çıplaktı.

"Hala Eleanor'un evindeyiz. Bayıldın." Hatırlamaya, parçaları birleştirmeye çalıştım. En son hatırladığım, o kanlı fanustan çıkışımdı. Ondan öncesinde gördüklerimi saniye saniyesine hatırlıyordum ancak en yakın hatıra, Alain'in kucağında gözlerimin kararması ve boynumun geriye düşmesiydi.

"Alain..." Dişlerim birbirine vuruyor, zangır zangır titriyordum. Islanmış yüzüne baktım; gözleri vücudumdaydı. Öyle çok utanmıştım ki, üşümeme rağmen kan basıncım tavan yapmıştı. Bakarken ne düşündüğünü düşünmek istemiyordum.

"Tamam," dedi usul ve derinden gelen bir sesle. Yönünü kırıp musluğu kapatmak için eğilirken, banyo duvarına yapışmaktan ısınmış sırtımı çektim, çekerken neredeyse dengemi kaybediyordum, bu yüzden de Alain'in omuzlarına tutundum. Bakışlarını benden aldığı için utancım azıcıkta olsa azalmıştı. Kenardaki beyaz havluyu alıp bedenime sardı. Kelimelerini buğulu sesinin rüzgarına örerek "Sarıl bana." diye ekledi. Bedenimi kucağına alırken, kollarımı boynuna doladım.

Banyo küçük bir odaya çıkıyordu. Etrafta pek incelenmesi gereken bir ayrıntı yoktu. Bir ranza, yanında komodin ve yerde ise koyu bir kilim vardı. Güneş son gördüğümden beri iki katı daha yükselmişti ve odanın bir kısmına düşüyordu ışığı.

"Kıyafetlerin burada." dedi Alain, beni yatağa oturturken.

"Teşekkür ederim."

"Giyinebilecek misin?"

Utandığım için yüzü yerine kendi dizlerime bakıyordum. O da tam önümde ayakta duruyordu.

"Evet. Ama sen sırılsıklamsın, kuru kıyafetler giymelisin." Yeni kıyafetlerinin olmadığını tahmin ediyordum, ama en azından geçici olarak bir yerlerden bulabilirdi.

"Sen beni dert etme." dedi ve çıkışa doğru yürümeye başladı.

"Nereye?" diye sordum.

"Kapıda bekleyeceğim."

Yalnız kalınca birkaç dakika öylece boşluğa dalıp kaldım. Zihnimin içi çok yorgundu, boş değildi ama görüntü ve ses kalabalığından geçilmiyordu. Neyi düşüneceğimi bilemiyordum. Asena'nın çığlığı hafızamda hala çok tazeydi. Fakat fanusun içinde yaşadıklarım, az önce uyandığım kabustan çok daha canlı ve diriydi.

Havluyla bedenimi kuruladıktan sonra giysilerimi üzerime geçirdim. Bunların üzerine bile odun kokusu sinmişti. Burnumu kırıştırıp, sanki kokuyu burnumdan uzaklaştırabilirmişim gibi yakamı üfledim. O an kapı gıcırtıyla açıldı, Alain içeri girdi. Çıkardığı temiz gömleğini giymişti.

"İyisin değil mi?" diye sordu tamamen yanıma gelip. Beklediğim gibi telaşlı çıkmıyordu artık sesi.

"Pek değil." diye itiraf ettim. Saçlarımı kurularken, yüzünde beklediğim ifadeyi bulmak için başımı kaldırdım. Yoktu.

"Sana bir şey olacak diye çok koktum. Ama beni yanılttın." Şimdi hem şaşkındı hem rahattı hem de benimle övünür gibi bir tavrı vardı. Bu kafamı karıştırmıştı.

"Ne?" dedim, havluyu yatağın üzerine atıp.

"Hiç çırpınmadın. Bağırmadın bile. "

"Alain sen neler diyorsun? Ben neredeyse ölüyordum. " İfadesi anında şekil değiştirdi. Kaşlarını çatarken, gözlerini dikkatle açtı. "Çırpındım. Hatta fanusu yumrukladım. Seni çağırdım ama duymadın." dedim. İstemeden sesimi yükseltmek zorunda kalmıştım. O anları anlatırken heyecanlanmıştım.

"Bir dakika!" dedi, elini aramızda ki mesafeye sokup, işaret parmağıyla dur işareti yaptı. "Sen neyden bahsediyorsun? Sen kıpırdamadın Sima."

"Yalan mı söylüyorum yani sana?"

Şimdi gerilmişti. Ortada bir şeyin döndüğünü o da bende anlamıştık.

Konuşmasını beklerken yüzüne sert bir darbe indi, dişlerini sıktı. Gözleri olduğundan çok daha parladı. Göz bebeğindeki siyahlık, sınırlarından taşıp maviliğe yayıldı. "Seni öldüreceğim." diye hırlayıp, olağanüstü bir hızla odadan çıkıp gitti. Kime gittiğini biliyordum. Ben de ardından koştum ama yetişebileceğimi hiç sanmıyordum. Dar merdivenleri ikişer ikişer indim. Son dört basamağa varmadan evvel Tırabzanlardan destek alıp atlayarak diğer merdivene sıçrayıp ilerledim. Birazdan yaşanacakları engellemek için elimden gelen tek şey koşmaktı.

Eleanor, bize bir oyun oynuyor olabilir miydi? Eğer öyleyse bu ne tür bir oyundu? Yoksa o da Frank'e mi çalışıyordu? Ama öyle olsa Alain bunu bilirdi, çünkü - bu geceki konuşmalarına göz önünde bulunduracak olursam - yıllardır birbirlerini tanıyorlardı. Gerçi Vultur'la da eski dostlardı ama o şeytanın tarafını seçmişti. İşte bu yüzden her şey mümkündü.

Ama belki de bize ihanet etmemişti. Belki de büyü benim üzerimde tersten işlemişti, bu sebepten Eleanor'u yapmadığı bir şey ile itham ediyor da olabilirdik. Bu açıdan da mümkündü. Ve şimdi benim yapmam gereken tek şey içine girdiğim bu uzun tüneli olabildiğince hızlı geçip, mahzene benzeyen büyü odasına girmekti. Neden doğruca buraya geldiğimi bilmiyordum ama yakından gelen kadın çığlığı Alain'in burada olduğunu ispatlıyordu.

Küçük demir kapıyı açıp bedenimi içeri sokar sokmaz onları gördüm. Alain, Eleanor'u boğazından kavrayıp havaya kaldırmıştı.

"Alain, dur!" diye bağırdım. Demir merdivenlerden inmeye başlamıştım ama basamaklar o kadar dar ve küçüktü ki, ne kadar adım atsam sanki bir gram ilerlemiyormuşum gibi geliyordu. O kadar hızlı indim ki merdivenleri kontrolümü kaybedip sonunda yere düştüm.

"Alain, sakın bir şey yapma!" diye bağırdım yere sertçe çakılır çakılmaz. moraracaktı. Taş zemin kemiklerimi ezmişti Alain hala Elanor'un boğazından tutuyordu ve neredeyse amacına ulaşmak üzereydi. Sırtına bedenimi çarparken, son kez bağırdım "Bırak!"

Azrail, kurbanının boğazından pençelerini çekti; kurban yere düştü, Azrail vazgeçti.

"Çabuk konuş!" diye bağırdı, parmağını Eleanor'a doğru sallayıp.

"Sima'nın dedikleri doğru mu? Neler çeviriyorsun?" Eleanor, elini boğazını koyup öksürüyordu. "Ölmemek için beş saniyen var."

"Ben bir şey yapmadım." Derin bir nefes aldı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Sonra yerde oturur pozisyona geçti. "Kolye yüzünden olmuş olmalı." dedi.

"Daha önce kız kardeşin için de aynı büyüyü denemiştin ve ölmüştü. Araf aslında boğulmayla gerçekleşiyor değil mi?" derken öyle bir kükredi ki, bana kabusum da kükreyen, o aynadaki hayvanı hatırlatmıştı.

"Kız kardeşi mi?" diye sordum sessizce.

"Evet. Onun için arafta kalıp öldüğünü söylemişti. Bana bu büyünün nasıl işlediğini de anlatmıştı ama can çekişerek son nefesini verdiğini söylememişti. "

"Bir kere, Sophie benim üvey kardeşim olduğu için cadı değildi." diye bağırdı Eleanor. Nefesi anca düzene girmişti. "Büyüye karşı tepki vermediği için ölürken çırpınmadı. Sima'nın boynundaki o lanet pusula yüzünden büyü tersten işledi tamam mı? Anladın mı?" Yüzünde hem korku hem de cesur bir ifade vardı. Lafını kendi bildiği yoldan söylüyordu ama aynı zamanda da kendisine zarar gelmemesi için gözleriyle adeta yalvarıyordu. Ama benim anlamadığım şey şuydu; madem bu büyük büyüyü yapacak kadar güçlü bir cadıydı, eh istese şuan Alain'e ve bana kolayca zarar verebilirdi. Ya da filmlerde ki gibi, eliyle, gözleriyle sihir yapamıyor muydu? Ve Sophie... Onun üzerinde, neden araf büyüsünü denemişti?

Alain, sakin ve yavaşça "Neden bana söylemedin?" diye sordu. Bir adımda mesafeyi kapatıp Eleanor'un önüne gelip çömeldi. "Seni öldüreceğimi hiç düşünmedin mi?" Şuan sırtı bana dönüktü ve bu soruyu sorarken dişlerini sıkıyordu. Ne kadar ciddi olduğunu anlamak için yüz ifadesini görmeme gerek yoktu.

"Yapma." dedim yanına gittim, eğilip elimi omzuna koydum. "Ayağa kalk." Birkaç saniye kadının korkulu ve inatçı gözlerine baktı. Daha sonra hızla ayağa kalktı. Aradan geçen uzun sessizlik ortamı çok daha geriyor, sabır sınıyordu. Açıkçası kadına birazcık acımıştım, ama bize bir oyun oynadıysa bunun acısını ben çıkaracaktım. Gerçi ne olursa olsun, onun sayesinde birçok şey görmüştüm. Bu sebepten ötürü Eleanor'a bir türlü kızamıyordum.

"Bana ne gördüğünü anlatır mısın?" diye sordu temkinli adımlarla bana doğru yaklaşırken. Yanımdaki Azrail'den çekindiği o kadar belliydi. Kadına öyle hiddetle bakıyordu ki, her an parçalayacak gibiydi. Ne olursa olsun, bir anda bu denli kaba bir adama dönüşmesine çok bozulmuştum. "Her detayını bilmem gerek." diye ekledi. Fanusun içine girdiğim anda hissettiklerimden tutup, sudan çıkışıma kadar ki olan her anımı - gördüğüm kabus da dahil - anlattım. Ve de gördüğüm sanrılardan, duyduğum fısıltılardan da bahsettim. Bunların hepsinin tek nedeninin pusulamolduğunu söyledi. Cadıların kaynayan kazanın içinde yaptıkları o ince kolyenin etkisinin çok büyük olduğunu, beni yönlendirdiğini söyledi. Kabuslarımın ise artacağını ve en yakın iki güne, en geç ise bir haftaya kadar Asena'nın yerini göstereceğini söyledi. Çünkü, pusulam büyünün etkisine girmişti, benimle rüya yoluyla iletişime girecekti.

"Seslere bir çare yok mu?" diye sordu Alain. Şimdi siniri azalmıştı.

"O sesler hiç gitmeyecek. Sadece kolyeyi kullanmayı bilmediği için fısıltıları çözemiyor."

"Kullanmayı öğrenirsem duyar mıyım?"

"Kesinlikle." dedi, oldukça emin bir şekilde. Sonra Alain'e çevirdi bakışlarını. "Biliyor musun? Seni şuan arkanda bulunan taş duvara fırlatmamak için kendimi zor tutuyorum." On dakika önce bir vampir tarafından korkutulmayı kendine yedirememiş ve bunun acısını çıkartmak ister gibiydi.

Alain güldü. "Bunu bir gün hatırlat." derken, tehditkar ve alaycı bakışlarını esirgemiyordu.

Eleanor, kollarını birbirine doladı "Hiç şüphen olmasın."

Alain, elimi tutup "Tamam, burada işimiz bitti." dedi.

"Bekleyin." diye bağırdı Eleanor, biz çoktan merdivenleri çıkmışken. "Söyleyeceklerim daha bitmedi."

Alain, adeta bir yılan gibi tıslayarak yönünü mekanik bir şekilde Eleanor'a çevirdi. "Yeterince konuştun." dedi. Ama bu sert tavrı, karşı tarafın dudaklarını mühürlemeye yetmedi.

Eleanor, olumsuz duyguların binbir tonunu barındıran gözlerini gözlerime dikti. "Sima, sen fanustayken kuzenini, " Sustu. O an, gözlerim karanlık tünelin çıkışına doğru bakakaldı. Nefesimi tutarken dişlerimi birbirine geçirdim. "Gördüm." diye beklediğim gibi tamamladı sözünü. "O şimdilik iyi. Zaten sende gördün ama tüm bunların dışında başka bir şey daha gördüm. "

"Ne gördün?" diye sordum, panikle.

Alain, yalanlayıcı bir tonla homurdandı. "Bununda bir kandırmaca olduğunu-"

"Hayır," diye araya girdi Eleanor. "Yemin ederim doğruyu söylüyorum."

"Peki neden bunu şimdi söylüyorsun?" Alain, ısrarla yalanını çıkarma peşine düşmüştü.

"Çünkü Frank bir gücün arasına sığınmakta. Yani... Sanırım çok güçlü bir cadıdan yardım alıyor. Beni fark ettiler. Yaptığım büyü hissedildi. Bu yüzden başta söylemeye çekindim," Alain'in inkar eden ifadesi anında bozuldu. Alayla havaya kalkan kaşları, hızla düştü. Üç saniyeye yakın kısa bir sessizlik oldu. Saydam göz kapaklarına yakınlaşan kaşları kıvrılırken, hala Eleanor'un yüzüne bakıyor dürüstlüğünü test ediyordu.

Kendi içinde sorularını hazırlayıp, cevapladığı teste geçer not vermiş olmalı ki başını belli belirsiz oynatıp, "Bu konuşmaya daha müsait bir yerde devam edelim." dedi Kollarını belime doladı. Geçidi ışık hızıyla ardımızda bıraktık. Güneş ışığının dörtte üçünü sardığı oturma odasına bir saniyeden daha az bir sürede gelmiştik, merdivenlerden geçişimizi bile tam olarak görmemiştim. Artık tamamen yükselmişti. Odanın renkleri şimdi çok daha canlı görünüyordu ama bana somut olanlar değil, soyut olanlar daha canlı görünüyordu; gözlerimi her saliselik kırpışım da göz kapaklarımda beliriyorlardı, onlar çok daha gerçekti. Üstüne üstlük Eleanor'un itiraf ettiği o şey... İşlerin çığırından çıkacağının küçük bir işaretiydi. Böylelikle de düşmanımın ne kadar güçlü ve hazırlıklı olduğunun uyarısını veriyordu.

"Anlat." dedi Alain, Eleanor'un ayak sesleri henüz merdivenlerde duyulurken. Ellerimi kadife yüzeyli koltuğa bastırıp destek aldım. Beynimin içindeki loblar sürekli hareket ediyordu.

Salondan içeri alelacele girerken, "Onu gördüm," dedi. "Başka planlar içinde -" Sanki karnına tekme yemiş gibi nefesi kesildi ve iki büklüm oldu. Elini midesine bastırdı.

Telaş içinde, "Ne oluyor?" diye sordum. Ellerimi koltuktan ayırıp, Alain'in koluna dokundum. O da benim gibi atağa geçmişti. Çatık kaşlarıyla dikkatle Eleanor'a bakıyordu. Eleanor, bedeni ele geçirilen biri gibi şekilden şekle giriyordu, açıkçası bu beni fazlasıyla ürkütmüştü. "Neler oluyor,hey ?" Ürksem bile ona yardım etmek için ileri atıldım ancak Alain kolumdan sertçe tutup beni kendine çekti.

"Dur." dedi. Sesinin tınısı sanki böyle bir görüntüye daha önce den şahit olmuş birinin bilgeliğini yansıtıyordu. "Bekle." Beni kendine ani çekişinden ötürü yüzüme yapışan saçlarımdan nefret ederek, parmaklarımla dağıttım. İkimizde pür dikkat onu izlemeye başladık; hem boğuluyor gibi, hem de midesine giren bir ağrıyla savaşır gibi çırpınıyordu. Kanı boğazında birikmiş, yüzünde bulunan damarları çatlayacak gibiydi. Yüzü pancar gibi kızarmış, gözleri yuvalarından çıkma riski taşıyacak kadar büyümüştü. "Zehir içmiş biri gibi." diye mırıldandım. Bunu söyleyebilmek için illa bu deneyimi yaşamak gerekmiyordu.

"Kendine geliyor." dedi Alain. Sol kolunu sırtımdan gövdeme kadar dolamıştı. "Ona yaklaşma." dese de, Eleanor'u acı çekerken görmek beni üzmüştü. Neden ona karşı tarifi imkansız bir yakınlık ve merhamet hissediyordum bilmiyordum. Belki de ikimizin de aynı soya bağlı oluşu yüzündendi.

"Bu üçüncü soruşum, neler oluyor?" diye direttim. Gözlerimi içine şeytan girmiş gibi çaresizce kıvranan cadıdan alamıyordum.

"Bu," Alain, başını hafifçe yana eğdi ve gayet emin bir şekilde, "Bu bir mesaj." dedi. O saniye Eleanor iki büklüm duruşunu bozmadan kirpiklerinin altından bana baktı. Gözlerinin beyazları kıpkırmızı olmuştu, yüz ifadesinden acı çekiyor gibi görünüyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

4.5K 243 23
"Sana yalvarmayacağım." "Ruhun çoktan dizlerinin üstünde yalvarıyor,"deyip bıçağın sivri ucunu göğüs kafesine değdirdi. Bıçağın parlak yüzeyine yansı...
5.7K 50 3
Bana yaklaşıp ellerini belime sardı ve beni kendine çekti. Karnımda hissettiğim baskı ile ansızın vücudum utançla yandı. Dışarıdan üşüyen bu beden, o...
6.7M 622K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
32.8K 1.5K 13
En sevdiğiniz yazarların röportajları