YANGIN VE YAKUT

By aromeda8

402K 17.2K 2.3K

Değerli okuyucu, hoş geldin! Bundan tam 11 yıl önce yazmış olduğum kitabı okumak üzeresin Ve dilerim beğenirs... More

GECENİN NEFESİ | PROLOG
GECE MAVİSİ - PROLOG II
1. BÖLÜM: MUTLAK KADER
2.BÖLÜM: ATEŞE ATILMIŞ YAKUT
3. BÖLÜM: SANRI VE SANCI
4.BÖLÜM: YALANLAR VE MUMLAR
5.BÖLÜM: KONTROLSÜZ GÜÇ
6.BÖLÜM: ÖLÜME SIĞINMAK
7.BÖLÜM: DAVETSİZ MİSAFİR
8.BÖLÜM: YAĞMUR VE RÜZGAR
9.BÖLÜM: OLAĞANÜSTÜ DÜŞMAN
10.BÖLÜM: KUTSAL DUDAKLAR
11.BÖLÜM: O ŞEY!
12.BÖLÜM: ZAMAN
13.BÖLÜM: SANCILI TESLİMİYET
14. BÖLÜM: SALDIRI
15.BÖLÜM: SAKLI OLAN
16.BÖLÜM: İTİRAF VE İHTİRAS
17.BÖLÜM: TANRININ HEDİYESİ
18.BÖLÜM: RUHTAKİ ATEŞ
19.BÖLÜM: ATEŞ VE PARADOKS
20. BÖLÜM: ARAF BÜYÜSÜ
21.BÖLÜM: KAYIP KONTROL
22.BÖLÜM: KANLI İNTİKAM
23.BÖLÜM: FİNAL
24. BÖLÜM: KAN VE KEHRİBAR
25. BÖLÜM: KANIN IŞILTISI
26. "Savaş için hazırlanmalısın, anne."
27. BÖLÜM: ASENA
KAN VE KEHRİBAR: GİRİŞ

26.BÖLÜM: OCAK GÜLLERİ

3.8K 332 43
By aromeda8

Açıldı kan rengindeki narin yapraklar

Yaralı ağızlardan aktı bir nefsin zehri

Bir kurdun acı yakarışı

Kibirli bir aslanın kükreyişine karıştı.

Deprem misali sarsıldı toprak ana

Yükselen ses küçük bir kızın ruhuna sızdı.

Gri gözler, gece rengine bulandı.

Ve ocak gülleri uykuya daldı.

Düşüncelerim bir iplikti. Kaderim ise o ip üzerinde yürüyen bir sirk cambazıydı.

Karlar içine bırakılan kızgın bir demir gibiydim, soğuk tenime değdiği an ruhum boğuluyordu.

Nefret şu sıralar zihnime yakın olan tek şeydi. Onunla birbirine kötü örnek olan iki arkadaş gibiydik; ikimizde zarar görüyorduk. Sanki içinde yaşadığım bu dünya yedi arşın bir kılıçla bölünmüş, kılıcın en keskin yeri bedenime denk gelmişti. Ama beni parçalamak yerine ezmişti, bu varlığıma edilen en büyük zulümdü. Ruhumun feri sönmüştü ve karanlığın en ürkütücü kuytularına gömülmüştü.

Tanrı omuzlarıma taşımakta güçlük çekeceğim yükler vermişti; ruhumun kemikleri zedelenmişti. Sonra imtihanımın en başlarında bana onu göndermişti; omuzlarımdan teker teker indirdi yükleri, onları kendi imtihanı belledi. Onun kanatları yoktu belki evet, ama o bir melekti. O kötü biri değildi, ama hayatta kalmak için öldürüyordu. O üstün bir mevkiye sahip değildi, fakat o kutsal bedeninde saklanan ruhu yüceydi. O, benim asla hak etmediğim bir mucizeydi. Susuzluktan ölmek üzere olan bir günahkara su vermek gibiydi Tanrının onu bana göndermesi. Hiç kimse varlığını tehdit eden bir insana teslim etmezdi kaderini, ona adamazdı benliğini; ama o adamıştı. Gece mavisi gözlerinde, kainattaki tüm mücevherleri değersiz kılan o parlaklık, o anlamlı ışık başka hiç kimseye bahşedilmemişti. Benden hiç bir karşılık beklememiş, sığınağım olmayı gönüllü göze almıştı. Benim özlem duyduğum koca bir çınar ağacına dönüşmüştü varlığı; onsuzluğun verebileceği acıyı düşündüren her şey, beni bir yokluğun eşiğine düşürüyor, karabasan gibi ruhuma çöküyordu. Kalbim bu çıkmazla baş edememekten korkuyordu. Onun tenine değecek olan ufacık bir acı, benim ızdırabımdı.

***

Uykunun derinliğinden çıkmak o kadar zordu ki. Uyandığımda neredeyse akşam olmuştu. Yeni yılın ertesi günü için çok normal bir durumdu aslında. O kadar saat uyumama rağmen hala uykum vardı. Aynı zamanda bir boşluk hissediyordum, Alain kollarımda yoktu. Hemen başucumda bulunan cep telefonumu aldım ama komidinin üzerinde duran çerçeveyi görünce birkaç saniye öylece bakakaldım. Hayatıma dahil olan kıymetli bir hediyem daha vardı artık. Bu bana dün geceyi hatırlatmıştı. Gülümseyişim, odamda olduğumu fark ettiğim an kayboldu. Kendi odamdaydım! Üzerimde hala dün geceki kıyafetim vardı. Gece Alain'in evinde uykuya dalmamış mıydım ben? Beni neden buraya getirmişti? İşi çıkmış olmalıydı, yani birliğe gitmesi çok yüksek bir ihtimaldi. O zaman evde değildi. Hemen Alain'i aradım.

"Neredesin?"

"Birlikteyim. Bir sorun mu var Sima?" Sesi panik dolu çıkmıştı.

"Hayır bir sorun yok sadece... Odamdayım ve-"

"Ah evet..." Şimdi sakinleşmişti. "Sabaha karşı birliğe gitmek zorunda kaldım. O yüzden seni eve bırakmak zorunda kaldım. Andre'yi seni alması için gönderdim, gelmen gerekiyor."

"Bir sorun yok değil mi?"

"Hayır, merak etme güzelim. İçin rahat olsun. " dedi

"Pekala. Orada Görüşürüz."

Yine yersiz stresim yüzünden on yıl daha yaşlanmış gibi hissediyordum kendimi. Ama neyse ki bir problem yoktu. Yaşanacak olan bir sonraki strese kadar sakin kalabilirdim.

Aptal dedim kendi kendime homurdanarak. Ne fevri bir insansın Panik yapmam çok anlamsızdı, artık bu duygudan sıyrılmalıydım. Onu yanımda bulamayınca içine girdiğim bu sıkıntılı ruh halinden gerçekten bıkmıştım.

Telefonu yatağın üzerine attım ve banyoya doğru yol aldım. Önce dişlerimi fırçaladım ardından sıcak bir duş aldım. Duştan çıktıktan sonra dolaptan rastgele seçtiğim eşofman ve uzun kollu bluzu üzerime geçirdim. Saçlarımı bile tamamen kurutmamış iki yandan örmüştüm.

Ev sessizdi. Sanırım herkes hala uyuyordu. Midem acıyla yankılanınca, acıktığımı fark ettim. Doğrudan mutfağa gidip, dolapta kahvaltılık ne varsa çıkardım. Masayı kurduktan sonra kettle'a su koydum. Çay demlemeye üşeniyordum, o yüzden poşet çayla idare edecektim.

Ben masa da çayımı yudumlarken Bilge mutfağa giriş yaptı. Son derece dağılmış, koyun gibi kabarmış saçlarını görünce sırıttım.

"Poşet çay mı o?" diye sordu uykulu sesle.

"Evet."

"Ay bende içeyim," dedi. "Başım ağrıyor."

"Baş ağrısını geçiren bir özelliği yok."

"O yüzden söylemedim zaten, kafan mı güzel?"

Aslında kafam güzel değildi de, sadece benimde ağrıyordu. Belki de dün gece içtiğim içindi.

Çayını alıp karşıma oturdu. Surat ifadesine kahkaha atmadan duramadım. "Mal mısın ne gülüyorsun?" Bir dizini kaldırdı ve kolunu üzerine koydu.

"Yer sofrasında mısın? İndir şu bacağını."

"Asena gibi davranma."

"Ne ilgilisi var? Sabah sabah suratın yine sirke satıyor. Ayrıca kambur duruyorsun, sırtın ağrımasın diye söyledim. Asena nerede?"

"Hala uyuyor." Dedi ve ekledi. "Bence aynaya bir bak ve kimin suratının sirke sattığını gör."

Tartışmayı uzatmadım. "Eleanor nerede peki? O gitti mi?"

"O sabaha karşı gitti."

On dakika sonra Andre geldi. Bilge bizimle beraber gelmek istemişti ama daha sonra yarına yetiştirmesi gereken ödevleri olduğunu hatırlayınca bundan istemeyerek de olsa vazgeçti.

"Merak etme," dedi Andre. "Alain birkaç askeri eve göz kulak olması için görevlendirdi. Güvende olacaklar."

Andre her ne kadar haber verdiğini söylese de ben Asena'ya durumu aciklayan bir mesaj attım.

"Andre, kötü bir durum yok değil mi?" Diye sordum ikna edilmeye ihtiyacım vardı.

"Hayır. Her şey yolunda."

Telefonuma bildirim gelince cebimden çıkardım. Asena mesaj atmıştı.

Gönderen Asena:

"Andre yanında değil mi? Beni uyandırmadan gittiniz. Ben sizin..." (17:30)

Gerisi ağır küfür içeriyordu. Şaşkınlıkla ekrana bakakaldım. Asena ağza alınmayacak küfürler ediyordu.

Sonra bir mesaj daha geldi

Gönderen Asena:

"Şu s*ktiğimin toplantılarına beni de dahil edeceksiniz artık. Evden apar topar çıkmalar, beni insan yerine koymamalar... Çok sinirliyim. Beni çok kızdırdınız. Sizin ben ağzınıza s*çayım!" (17:35)

Ağzım beş karış açılmış mesajları okuyordum. "Asena bize çok kızmış." Dedim hala ekrandaki yazılara bakarken.

"Tahmin edebiliyorum. Ama bizimle gelmesi için durumu elverişli değil. " dedi gözlerini yoldan bir saniye bile alıkoymazken. "Ben onun gönlünü alırım."

Tek karışımı kaldırdım. "Hiç sanmıyorum." Deyip Asena'ya cevap yazmaya koyuldum.

Gönderen Sima:

"Ne küfür ediyorsun? Ortada sinirlenerek bir şey yok. Hem ben de bilmiyorum niye gittiğimi. Önemli bir şey belli ki. Gelince sana her şeyi anlatacağım söz." (17: 38)

Hava kararmak üzereydi, bulutlar kararıp yer yüzüne yakınlaşmıştı. Havada bir kasvet söz konusuydu.
Alain ile buraya geldiğimizde onun sayesinde, buluşma noktasına hemen varırdık. Şimdi onsuz bu orman tam bir kısır döngüye benziyordu. Sanki ilerlemiyor kendi etrafımızda daireler çiziyorduk.

Çok geçmeden ağaçların ötesindeki kalabalığı gördük.

En önde Arthur vardı ve hemen ardında, elli metre ileride bir yığın adam. Hepsi koyu renkli kıyafetler içindeydiler. Renkleri aynı değildi sadece; yeşilin, mavinin, grinin en koyu tonlarını barındıran giysilere sahiptiler.

Gözlerim Alain'i arıyordu. Çok geçmeden ortaya çıktı, bize doğru hızla yaklaşmaya başladı. Adımlarımı daha da hızlandırdım, bir an önce yanına varmak istiyordum. Ama bu imkansız değildi, çünkü Alain çok hızlı bir şekilde yanıma varmıştı. Bana sıkıca sarıldı. Saçlarımı derin derin koklarken bende yüzümü köprücük kemiğinin hemen altına gömdüm.

"Alain neler oluyor?" Diye sordum usulca. Cevap vermedi, onun yerini elimi tuttu ve beni peşinden sürükledi. Kötü bir haber alacakmışım gibi hissediyordum.

Askerler ortada bir ateş yakmıştı ve hepsi o ateşin etrafında etten bir daire ölmüşlerdi. Ayrıca Elanor da buradaydı. Onun burada ne işi vardı? Neden bana daha önce burada olacağından haber vermemişti?

Eleanor'a şaskın şaşkın bakan gözlerim Arthur'a kaydı. Yüzü yorgun görünüyordu. Ve son derece ihtiyatlıydı tavırları.

"Gelin." Dedi başını hafifçe oynatıp.

Hepimiz ateşin etrafında toplanıp, toprağa gömülü olan kütüklere oturduk. Askerlerin bir kısmı hilal şeklinde sıralanmış etrafımızda ayakta duruyorlardı.

"Büyük bir savaş geliyor," diye söze başladı Arthur.

"Ne savaşı?" Diye sordum gözlerimi kısarak.

"Durdurulması imkansız bir savaş."

O an aklıma tek bir isim gelmişti.

"Moira!" Dedim sanki kendi kendime konuşur gibi.

Arthur hayıflanır gibi başını iki yana salladı. "Moira'nın ağabeyinin intikamını alamaya geleceğini hiç hesaba katmamıştım. Açıkçası birbirlerine düşkün değillerdi, aksine düşmandan farksızdılar. Moira'nın amacının çok başka olduğunu düşünüyorum. İntikam değil başka bir şey için-" Birden lafını kestim.

"Savaş ilan etti?"

"Gelişinin haberini vermekle bir savaş ilan etmiş oldu zaten." dedi. "Yani düşündüğün gibi bir ferman falan okutmadı. Her neyse... Yapmamız gereken tek şey olabildiğince hızlı plan yapmak." Elenaor'a baktı. "Yapabildiğiniz kadar büyük, etkili büyüler çıkarın ortaya. Moira'nın sizin türünüzden olanlarla iş birliği yaptığını biliyorsunuz değil mi?" Eleanor başını olumlu anlamda salladı. "Bunu sadece siz yapabilirsiniz!" Sonra gözlerini bana çevirdi. "Sima izninle, onlar büyü yaparken senin tılsımını kullanmak zorundalar."

"Neden?"

"Panik yapma," dedi Eleanor. "Senden almaya çalışmayacağız. Sima, bana güvenmen gerek." Bu son sözünün altında 'bunca zamandan sonra bana nasıl güvenmezsin' anlamı yatıyordu. "İçin rahat olacaksa eğer, büyü yaparken yanımızda olursun."

"Tamam. Peki ne işe yarayacak tılsımı kullanmanız?"

"Moira'nın işlerini tersine çevirmeye, bizi aramaya çalışsa bile kendini başka bir yöne giderken bulacak."

"Bizde o süre zarfında onu yakalayacağız." dedi Arthur. "Sima, yeni düşmanın Frank gibi değil. O çok güçlü, zeki. Eğer güçlenmez isen onu yenemezsin! Şu an Moira için çok kolay bir lokmadan fazlası değilsin." Söyledikleri korkunçtu ve gerçekti.

"Haklısın." dedim. "Ne gerekiyorsa onu yapacağım. Sadece... Thalia nerede peki? O ne zaman gelecek?"

"Bir hafta sonra burada olacak. Aslında... "Dedi aklına bir şey gelmişti. "Onu ziyarete gidebilirsiniz." Bunu bir öneri olarak sunmuş ve doğrudan Alain'e bakıyordu.

"Olabilir." diye yanıtladı Alain, öneriye sıcak bakmıştı.

"Sibirya'da yaşamıyor mu Thalia?"

"Normalde evi orada ama şu sıralar Almanya'da yeni evini inşaa ediyor." dedi gülümseyerek. Sanki sadece kendisinin bildiği bir espriye gülüyormuş gibiydi.

"Thalia yerin altında yaşıyor," dedi Alain. Bunu zaten biliyordum. "Yani tünel kazıyor." o da gülümsedi. "Yakında tüm dünyada açmadığı tünel kalmayacak."

"Yani evine giden bir yol gibi mi?"

"Evlerini birbirine bağlayan tüneller." diye düzellti Arthur.

***

Göğün üstüne lacivert bir çarşaf serildi.

Birbirlerine sırtını dayayan ağaçlar, gölgelerinin altındaki mezarlara ürperti tohumları ekmişti. Attığım her adımda, ayaklarımın altındaki çalılardan rahatsız edici hışırtılar yükseliyordu. Gözlerim git gide sıklaşan ağaçların dar aralıklarında dolandı, gözlerimin refleksleri hiç olmadığı kadar hızlıydı. Sanki orada gizlenen bir sırrı, bir yaratığı arıyordum. O yaratığın ters dönmüş ayaklarının altında ezilen bana ait bir şey varmış gibi hissetsem de, o yaratığın orada olmadığını biliyordum. Hava git gide daha da soğuyordu. Dudaklarımı araladığımda, soğuğun buharı dudaklarımın arasından dışarı süzüldü. Kafamı kaldırıp önümdeki dev, yaşlı ağaca baktım. Dalları, bir bileği saran damarlar gibi ayrılmış, gövdesinin etrafında kıvrılarak tuhaf şekiller çizmişti. Dallardan birinin üstünde duran beyaz bir Baykuş ile göz göze geldiğimde bakışlarım Baykuş'un donuk bakışlarının aynasında donup kaldı. Gözleri altın sarısıydı ve rengi bir pamuk gibiydi, sadece kanatlarının uçlarına doğru siyah noktalar vardı ve o kadar güzel görünüyordu ki.

Bana bakışı, bir çocuğun tam okuldan kaçacakken öğretmeniyle kapıda göz göze geldiği andaki yüz ifadesine yayılan mahcubiyeti resmediyordu. Yanından geçip giderken bir an için hareketlendiğini fark ettim. Sanki peşimden gelmek istiyor gibiydi. bir an için aramızda bir bağ olduğunu düşündüm ama sanki bu görünmez bağı sadece o görüyordu. Bu kendimi tuhaf hissetmeme neden oldu. Ormanı ardımızda bıraktığımızda ruhumun ağırlığını da ağaçlara emanet etmiştim.

***

Alain akşamdan kalma dağınıklığın sürdüğü salonda Bilge ile otururken ben üzerimi değiştirmek için odama çıktım. Kendimi tam bir salak gibi hissediyordum, kafam allak bullaktı. Kendime gelebilmem adına ılık bir duş aldım. Duşta fazla oyalanmadan hemen çıktım. Giyinmek için dolabıma göz gezdirirken bakışlarım sürekli kot pantolonlarımın olduğu yöne doğru kaydı ama tercihimi füme rengi eşofman takımından yana kullandım. Zaten saat akşamın sekizi olmuştu, bu saatten sonra kot pantolon giymek saçma olurdu. Islak saçlarımı temiz bir havluyla kurularken pencerenin önüne doğru yürüdüm. Karanlık sokağı izlerken önümden saliselik bir gölge belirdi. Parlaktı. Bir kuşa benziyordu. Dikkatle sokağı taradım, sonra yine o açık renkli kanatları gördüm. Geceleri ağaçların arasından bir çok kuş belirirdi, bu da o kuşlardan biridir diye düşündüm ama beş saniye sonra penceremde küt diye bir ses yankılandı. Yerimden sıçrayarak bir adım geri gittim. Havluyu yatağın üzerine bırakıp, tekrar pencereye yanaştım. Kaşlarımı çatmaktan alnım acımaya başlamıştı.

Pencereyi iki elimle yukarı doğru kaldırdım. Soğukluk bedenime hücum ederken, eğilip dışarıyı dikkatle izledim. Dikkat çekici bir şey göremeyince pencereyi kapatmaya yeltendim ancak tam o sırada büyük,yuvalarlak bir cisim pencereden içeri uçtu. Heyecanla inlerken kendimi geriye doğru fırlattım, neredeyse kapıya kadar yaklaşmıştım. Yatağın kenarında gölgesi beliren cisimden tuhaf sesler çıkıyordu. Acı çekiyor gibi... Temkinli bir şekilde ona doğru ilerledim. Bir çift kanat çırpma sesi duydum. Kuş muydu? Başka ne olabilirdi ki? Yarasa? Tıpkı geçen seferdeki gibi. Bir an için Alain'i çağırıp çağırmamayı düşündüm ama hemen bu düşüncemden vazgeçtim. Her seferinde korkak bir kız gibi görünmek istemiyordum. Odama giren şey küçük bir canlıydı ve ortada korkulacak hiç bir şey yoktu. O canlıyı nihayet görebildiğim de bir saat öncesine kadar bir zaman yolculuğuna uğradım. Bu, ormanda yürürken ağaçta gördüğüm küçük baykuştu. Üstelik yaralıydı. Kanadı mı kırılmıştı?

"Şş.. Sakin ol." dedim kibarca ona doğru eğildim ve tombul bedenini ellerimin arasına aldım. Kanadı incinmişti. Üstelik kalbi deli gibi çarpıyordu."Tamam, sorun yok." İri sarı gözleri gözlerimle temas etti. O kadar anlamlı bakıyordu ki... Tıpkı bir insan gibi. Bir de ifadesi şaşkındı ve bu onu gözümde oldukça sevimli bir hala bürüyordu. Başını yavaşça okşadım, böylelikle kalbi doğal ritmine kavuştu. O yatağın üstüne koydum, sonra hemen açık unuttuğum pencereyi kapadım. Yönümü ona çevirdiğim de kanatlarını estetik biçimde açıp kapatırken buldum.

"Senin kanadın incinmemiş miydi?" dedim sanki cevabını alabilecekmişim gibi. Başını iki yana salladı. Bunu ilk etapta her kuşun yaptığı bir hareket sansam da

"Eh elledim sağ kanadına ama..." deyip aynı hareketi yapınca şaşkınlıkla olduğum yere sabitlendim. Kar beyazı tüylerini kabarttı ve göğsünü ortaya çıkardı. Elimi ona doğru uzatınca, pençesini kaldırıp parmağımın üzerine dokundurdu. "Merhaba!" dedim gülümseyerek. Bu çok hoşuma gitmişti. Bu kuş kesin eğitimli bir kuştu ve evinden kaçmıştı.

Yatakta uzanmış bir halde onu seyre dalmıştım. Bu zamana kadar hiç baykuşlara ilgim olmamıştı ama bu kerata kendini sevdirmeyi biliyordu. "Acaba aç mı?" diye söylendim kendi kendime. Başını bir kere eğip kaldırdı. Bu kuş söylediklerimi anlıyor muydu? Gözlerimi kısıp bir süre yüzüne baktım. Tekrar aynı sözü söyledim ve bu sefer başını iki kere eğdi.

"Girebilir miyim?" diye seslendi Alain kapının ardından. Baykuş bir anlık gerginliğe esir düştü;paytak adımlarla bana doğru yürüyüp bedenini sırtıma yasladı ve saklandı.

"Gir."

İçeri girip garip duruşumu fark edince"Ne var arkanda?" dedi, kaşlarını dikkatle çattı. Görmesi için yataktan kalktım. Baykuş telaşla yanıma yürüdü. Neden korkuyordu anlamıyordum. "Minik bir... Baykuş." dedim.

"Ah," Gülümsedi. "Bu ormanda gördüğümüz baykuş değil mi?"

"Onu sen de mi gördün?" Şaşırmıştım.

"Senin baktığın her yeri görüyorum ben." Yanımıza geldi. Kuş Alain'in gözlerine bakınca korkusu gitti ve yanımdan uzaklaşıp yatağın ortasına ilerledi ve duraksadığı yere kuruldu. Gözleri sabit bakıyordu ve başını bir Alain'e bir bana çeviriyordu. Sanki sıkılmış gibiydi. Bakışlarında bir şey saklı duruyordu, söylemek istedikleri varmış gibi. "Bak sen..." dedi Alain.

"Ne oldu?" Baykuş ile pür dikkat bakışmaya başladılar. Büyük ihtimalle kuşun zihnine girmeye çalışıyordu ya da girmişti de konuşuyordu. "Buraya ait olduğun sanmıyorum. Sanırım farklı bir iklimin canlısı."

"Tabii ki farklı bir iklimin canlısı ve tanıdığımız birinin hayvanı." dedi bakışlarını bana çevirdi.

"Kimin?"

"Thalia'nın. Bu baykuşla zihnen bağlılar ve şu an eminim ki onun gözünden bizi izliyor. Bir uydu gibi."

"Bu mümkün değil." Thalia'nın hayvanı olduğuna şaşırmamıştım aslında içimden bir ses kuşta gariplik olduğunu söylüyordu ama kuşun gözlerinin bir canlı yayın olduğunu düşünmek tamamen deli saçmasıydı.

"Ciddiyim."

Doğrudan kuşun gözlerinin içine baktım ve konuşmaya başladım. "Thalia merhaba! Nasılsın? Bizi sorarsan biz bok gibiyiz. Gördüğün gibi. Moira'dan haberin var mı? Kesin vardır. İşte, şimdi de onunla uğraşmak zorunda kalacağız. Görüyor musun sorunlar hiç bitmiyor." Alain'e döndüm. "Beni duymuştur değil mi?" dedim dalga geçer gibi. "Görmüştür de?" Gözlerini devirdi ve kuşu izlemeye devam etti. "Şimdi bu Sibirya baykuşu oluyor değil mi?"

"Aslında," Uzandı ve baykuşun başını okşadı. Baykuş çekik gözlerini kıstı. "Bu güzel kıza, kar baykuşu deniyor."

"Thalia'nın dişi ordusunun içinde erkek sinek bile barınamaz değil mi?" dedim gülerek.

Kahkaha attı. "Evet." Bunun üzerine Kuş mırıldandı.

"Ne diyor?"

"Sadece güldü."

"Kuş espriden anlıyo-" Kuş bir an da kanat çırpmaya başlayınca panikle konuşmayı kestim. Deli gibi yerinde tepiniyor, homurdanıyordu.

"Hemen pencereyi aç!" dedi Alain. Söylediğini düşünmeden yaptım. "Gitmek istiyor." Daha ben pencereyi yarısına kadar açmamıştım ki kuş kendini karanlığa attı ve küçülen beyaz bir ışık gibi gözden kısa sürede gözden kayboldu.

Continue Reading

You'll Also Like

26.1K 680 33
Altmış yedi yaşındaki Alparslan, yirmi yedi yaşında yaşadığı aşkı ve bunun birlikte gelişen olayları kızına anlatmaktadır❄️
5.7K 53 3
Bana yaklaşıp ellerini belime sardı ve beni kendine çekti. Karnımda hissettiğim baskı ile ansızın vücudum utançla yandı. Dışarıdan üşüyen bu beden, o...
635K 41.5K 86
"Ne var biliyor musun? Sana zerre inancım da güvenim de yok." Alp kafasını iki yana sallayıp telefonu hoparlörden alıp direkt kulağına götürdü. Söyle...
24.6K 4.5K 40
"Terk edilmiş bir şehir..." Kaşları çatıldı. Kafamı tekrar salladım. İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Kafamın içinde terk edilmiş bir şehir var." ...