---- Lütfen beni instagramdan da takip edin kullanıcı adım tug.cesrgl-----
Ed bana ne zaman yola çıkalım diye sorduğunda ona şimdi dememek için kendimi zor tutmuştum. Modern zamanlarda olmadığımı biliyordum. Artık bu zamanın koşullarına alışmam gerekiyordu. Charles ile bir ömür burada kalacaksam kendimi bir şekilde uydurmalıydım.
Yine de Ed yarın gitmemizi bile kabul etmemişti.
Ona neden gidemeyeceğimizi sorduğumda cevabı oldukça basit ve etkili olmuştu.
Bana dikkatle baktı ve çenesiyle elbisemi gösterdi. "Bunlarla oraya gitmeye kalkarsan sadece deli damgası yemekle kalırsın. Charles'ı görmeye imkanın bile olmaz," derken sakince sosisini dilimliyordu. Sevdiğim adamı görmeyi o kadar çok diliyordum ki üzerimdeki kıyafet ya da nasıl göründüğüm umurumda değildi.
Onun kokusunu almak, yeniden güçlü kollarının arasında kendimi bulmak için sabırsızlanıyordum. Kolay olmayacaktı ama buraya da kolay bir kararla gelmemiştim. Bir şekilde benim Helena olduğuma inanacaktı biliyordum.
Ed'in bana yardım etmesi büyük bir lütuftu. Öyle harika bir ağabeydi ki onu hak edip etmediğime bile emin değildim. O olmasaydı bu zamanda hayatta bile kalamazdım. Üstelik benim düşünmeme bile fırsat vermeden planımız hakkında hikaye bile uydurmuştu.
Charles'a beni himayesine aldığı bir kuzen olarak tanıtacaktı. Amcasının torunu olacaktım. Ailemden kimse kalmadığı için Edward beni himayesine almak zorunda kaldığını dile getirecekti. Beni yaşadığım taşra kasabasından aldıktan sonra yolda arabamızın tekeri kırılacaktı. Kalmak için handa yer bulamayınca mecbur onun evine gitmek zorunda kalacaktık. Charles inzivaya çekildiği için evinde araba tutmuyordu. Bizi göndermek istese bile arabamızın tamir olmasını beklemek zorunda kalacaktı.
Edward güzel bir plan oluşturmuştu. Ondan sonrası tamamen bana kalıyordu. Ona bir şekilde yaklaşmalı ve kendimi kabul ettirmeliydim. Zamanla beni tanıyacağını biliyordum. Eğer o da beni gönülden sevdiyse er ya da geç benim kim olduğumu anlayacaktı.
Beklediğimiz zaman diliminde hazırlıklar devam ediyordu. Kıyafetlerim için bir terzi ayarlandı. Kasabada alışveriş yapmak için gezemeyeceğimden -beni kimsenin görmemesi gerekiyordu- sevgili Rose tarafımdan ölçülerim alınıp alışverişe çıkarak eksiklerim iç çamaşırından ayakkabıya kadar her şey tamamlandı.
Kıyafetlerim hazırlanırken arada Edward'a ısrar etmemin sonucu olarak yolculuğa çıkış tarihimizi beş gün erkene alabilmiştim. Daha fazlasını kabul edemeyeceğini çünkü hazırlıkların ancak tamamlayabileceğini söyledi. Üstelik onun uydurduğu role uygun davranmam için kurguladığımız hikayeyi iyice öğrenmem gerekiyordu.
Odamda kıyafet kutuları küçük bir dağ oluşturmaya devam ederken zamanımı Ed ile geçiriyordum. Uzun zamandır yalnız olduğu belliydi. Helena'nın kaybı onu derinden etkilemişti. Bunu bana anlatmasa da gözlerinde yer edinen kederden ve her an yanımda olmak istemesinden anlayabiliyordum. Sabah kahvaltıdan sonra tanıştığım yardımcısı Jeremy durmadan peşinde geziniyor, işleri kontrol etmesi için Ed'e yalvarıyordu ama kardeşim ısrarını kabul etmediği gibi işleri bir süre onun yönetmesini öğütlüyordu.
Benimle vakit geçirmekten memnun olduğu için bir süre sonra geç yola çıkmamızı umursamadım. Hayatımda iki önemli erkek vardı ve ben ikisini de önemsiyordum. Ed ile geçirdiğim her an benim için kıymetliydi.
Beraber geçirdiğimiz zamanda yaptığı yatarımın onu nasıl başarıya taşıdığını anlattı. Öyle bir karşılık almıştı ki artık para sıkıntısı çekmesine gerek yoktu. Üstelik kazandığı parayı benim için harcadığından dolayı mutluydu. Kıyafetler en değerli kumaştan, eşyalarım en pahalı dükkanlardan geliyordu. Kasabada bu kadar para harcayan başka birinin olmadığına emindim.
Ed bazen işi için yanımdan ayrıldığında artık bir cennet bahçesini andıran bahçemizde geziniyordum. Kont Greenwood ile diktiğimiz güller şimdi tüm güzellikleri ile bahçeyi süslüyordu. İnsanların yüreği de çorak bir bahçe gibiydi. Üzerine çalışınca büyüleyici bir sonuç ortaya çıkıyordu.
Acaba Kont Greenwood nasıldı? Ona yasını tuttuğu karısıyla gelecekte birlikte olma şansını elde ettiğini söylemek istiyordum. Acaba benim Helena olduğuma inanır mıydı?
Eninde sonunda biri tarafından deli damgası yiyecektim.
Ed artık bana Helena adıyla seslenmiyordu. Adımın Adrianne olacağını ama kısaltma olarak Eda diye sesleneceğini söylediğinde sevinmiştim.
Bu arada artık bana Helena olarak seslenmiyordu. Eda diyordu. Adımın Adrianne olarak kullanılmasının daha doğru olduğunu düşünüyordu. Eda olarak kısaltmıştı. İsmim kulağa 'Eyda' gibi geliyordu ama umursamıyordum. Ne ismimin bir önemi vardı ne de görüntümün tek umursadığım Charles'tı.
Günler geçtikçe eşyalarımın kutuları odama sığmaz olmuştu. Yeni kutular gelmeyince onların başka bir odada toplandığını gördüm.
Edward kendini durduramıyor gibi görünüyordu. Bir keresinde sabah bahçede otururken benim için aldığı takılara bakıyordum. Yakut küpelere bakarken hayretle ona döndüm.
"Bu kadar takı sence de fazla değil mi?" diye sordum. Küpelere hayran kalmıştım ama biraz fazlaydı.
Elindeki kitabı indirip bana baktığında gözlerindeki gururu görebiliyorum. "Sevdiğim insan için harcamayacaksam paramın olmasının ne anlamı var?" diye sorunca gülmekten başka bir şey yapamadım. Ona her şeyi anlattığımda ailemi geride bıraktığımdan bahsetmiştim. Sanırım bu abartılı jestleri ile beni mutlu etmeye çalışıyordu ama bunlar olmadan da onun yanında olmaktan dolayı mutluydum.
Sonunda tüm hazırlıklar tamamlandığında gidilecek uzun bir yol vardı. Sabırsızdım ama aynı zamanda endişeliydim. Charles ile yüzleşeceğim zaman neler olacağını merak ediyordum. Sevdiğim adam benim için acı çekiyordu ve ona bu yası tutarken nasıl yakınlaşacağımı düşünmeden edemiyordum.
Arabada seyahat bildiğim gibi yorucuydu. Araba o kadar sallanıyordu ki midemin bulanması kaçınılmazdı. Tabi birde kalça ağrısını unutmamalıydım. Yol boyunca Ed'e geldiğim zamanda var olan kolaylıkları anlatmak istemiştim ama bir şeyleri kaçırıyor gibi hissettiğim için konuşmayı başka bir yöne çevirmek zorunda kalmıştım. Tam bir şey söyleyeceğim sırada kelimeler uçarak benden uzaklaşıyor gibiydi.
Komadan uyanmadan önceki zaman gibiydi. Eğer kendi zamanımda kalsaydım geçen anla birlikte buradaki hayatımı da unutabilir miydim?
Düşüncesi titrememe neden oldu.
Madem artık buradaydım. Önceki hayatımda ne olduğunu düşünmeyecektim. Artık orada bir Eda yoktu. Aşk uğruna ölümü göze alan kitap karakterleri ile dalga geçen ben ölümden daha beter bir şeyi göze alarak bana inanmayabilecek bir adam için geri gelmiştim.
Hem onu göreceğim için mutlu hem de karşılaşacağım durum için endişeliydim.
Edward yola çıkmadan önce Greenwood ve Newbury kontlarına bir mektup gönderdiğinden bahsetti. Onlara Charles'ı eski halime döndürmek için elinde bir şans olduğunu ve eğer bunu istiyorlarsa üç gün sonra Charles'ın kır evine gelmeleri gerektiğini yazmıştı.
Bana bunları söylediğinde kafam karışmış bir halde Ed'e baktım. "İyi ama onları neden çağırdın?"
Cevap vermeden önce her zamanki kendinden emin gülümsemesini gösterdi. Gözlerindeki keder gün geçtikçe siliniyor yine eskiden hatırladığım Ed gibi oluyordu.
"Charles istediğin gibi davranmazsa onu oyalayacak biri lazım olacak ya da kıskandıracak."
Başımı sağa sola salladım. "Beni hemen tanıyacağını söylemiyorum ama kıskanacağını sanmam."
"Eda, kendine aynada baktın değil mi? İlk bakışta Helena'yı gördüğümü sanmıştım. Onunda bunu göreceğine eminim. İkilemde kalacak," derken suratı asıldı. "Kalbi mantığını yenene kadar zavallı adam oldukça acı çekecek. Seni seninle aldattığını bile düşüneceğine eminim."
Geriye yaslandım. Söyledikleri canımı sıkmıştı. Kollarımı göğsümde kavuştururken bakışlarımı arabanın penceresine çevirdim. "Daha benden etkileneceğinden emin değilim," dedim özgüvensiz bir şekilde. Ona karşı anlayışlı olmam gerektiğini kendime sürekli hatırlatmalıydım. Onu bir an bile görmek için delirdiğim zamanları düşünmem yeterliydi.
"Doğru zamanda her şey istediğin gibi gidecek," dedi Ed içimi rahatlatırcasına.
Araba yolculuğumuzun sonrasında bir daha bu konuyu konuşmadık. Yol gittikçe kısalıyor, kalbim daha gürültülü atıyordu. Ed ile bu yolculuğu daha önce de yapmıştık. Yine aynı şekilde kalçamın ağrıdığını söylediğimde kahkaha atmıştı. Bana arabadan inerken kendime dikkat etmem gerektiğini söylemeden de edemedi.
Saatler ilerliyor, tekerlekler bizi istediğimiz varış noktasına götürüyordu. Pencereden akıp giden sayısız güzel manzarayı büyülenmiş gibi izlemekten kendimi alamıyordum. Binalar yoktu, arabalar yoktu. Sadece doğanın eşsiz güzelliği vardı. Gülümsemekten kendimi alamıyordum.
Sonunda Winchester dükünün kır evine giden koruya girdiğimizde Edward arabadan inmemi gerektiğini söyledi. Araba kasabaya gidecek, daha sonra eşyalarımız birkaç hamalla birlikte gelecekti. Yaptığımız numaranın inanılır olması için koru boyunca yürümemiz gerekecekti.
Bundan memnundum çünkü gün batımın vurduğu koru sanki büyülü bir diyara çıkan yol gibiydi. altın sarısı gün ışığı, yeşilin en güzel tonlarına vuruyor, arada uçuşan polenler sanki peri tozu gibi gün ışığına yansıyordu. Attığım her adımda doğanın kokusunu içime çekiyordum. Toprak, dişbudak ağacı ve ılık bal gibi kokuyordu. Gün ışığına eşlik eden kuşların sesini coşkuyla dinliyordum.
Şimdi daha iyi anlıyordum ki doğa beni büyülüyordu.
Kır evinin bahçe kapısındaki bekçi bizi hemen içeri aldı. Edward'ı tanıdığı onu karşılarken sıcak davranmasından belliydi. Bana ise sadece selam vermişti. Görüntüm onu pek rahatsız etmemişti çünkü onu Helena'nın bedenindeyken görmemiştim.
Bahçeye adım attığımızda hatırladığımdan daha güzel olduğunu gördüm. Çiçek öbeklerinden oluşan labirent ancak omuzlarıma kadar geliyordu. Bazı noktalarda çiçeklerden bal toplamak için gezinen arıları bazı yerlerde de uçuşan kelebekleri görebiliyordum. Biraz kenardaki süs havuzundan su içmek için gelen serçelerin kanat çırpışı görünüyordu.
Charles ile ilk karşılaşmamızı, balo gecesi arkadaşlarıyla konuşmasına şahit olduğum anı hatırlıyorum.
"Sanırım onunla ben ilk görüşsem iyi olacak," dedi Ed endişeyle. Belli ki Charles'ın nasıl tepki vereceğinden endişeleniyordu.
Başımı sallayarak onu onaylayınca rahatladı. Onu görmekte ısrar edeceğimden korkuyor olmalıydı. "Sen birini beni alması için gönderene kadar burada kalacağım," dedim.
Ed benden uzaklaşırken bahçenin içerisine, daha önce oturduğum banka doğru ilerledim. Kendimi bildim bileli çiçekleri seviyordum. Onların arasında olmak kalabalığın içinde yalnız olmaktan kat be kat iyiydi. O kadar huzursuz hissettiren insan tanımıştım ki çiçekler onlardan daha mutluluk veriyordu.
Bank hala hatırladığım yerdeydi. Bir zamanlar William için yanıp tutuşan Helena'nın bedeninde Emre Mert için kan ağlayan bir kızın ruhu olarak buradaydım. Şimdi Helena nerede başlıyor ben nerede bitiyordum bilmiyorum ama kendimi Charles ile birlikte tamamlanmış hissediyordum.
Banka oturup ayaklarımı uzattım. Gün batımının güneşi tam banka vurduğu için başımdaki hasır şapkayı çıkardım. Üzerimdeki yeşil seyahat elbisesi hem çok lüks hem de rahattı ondan memnundum ama şapka takmak kesinlikle bana göre değildi. Bu zamanda şapka takmayan kadınlar hakkında ne düşündüklerini ise umursamıyordum. Sadece bir kereliğine Ed'i mutlu etmek için takmıştım o kadar.
Güneşin sıcaklığını yüzümde şefkatli bir okşama gibi hissederken bahçede bana yaklaşan ayak sesini duydum. Ed bu kadar kısa zamanda konuşup birini göndermiş olabilir miydi? Ses bana doğru yaklaşırken gözlerimi açmaya korkuyordum.
Ya gelen oysa?
Onu gördüğümde kollarına atılmamak için kendimi nasıl tutardım. En iyisi uzaklaşmaktı. Evet o yanıma gelmeden gidebilirdim. Uzanıp şapkamı aldığımda hızla nefesini çektiğini duydum.
"Helena?"